İki haftadır “hayr” ve “şer”e takmıştık. Ellemeyin, bu hafta da devam edelim. Çünkü Türkiye’ye kötülük yapılıyor gibi bir durum ortaya çıktı, oysa büyük iyilik yapılıyor.
Yapan, eski Fransız cumhurbaşkanlarından Valéry Giscard d’Estaing. Prof. Manisalı’nın deyişiyle “Kral Çıplak” diye bağırmak, ona nasip oldu. “Türkiye Avrupa ülkesi değildir; alınırsa, AB’nin sonu gelmiş olur” dedi.
Gerçi, kimileri “ok yaydan çıktı, bari düzgün gitsin” felsefesiyle Giscard’ı desteklediler. Fakat, kralın çıplak olduğunu aralarında durmadan fısıldaşarak fıkırdayan, ama açıkça söylememeye büyük özen gösteren çevreler ciddi paniğe kapıldılar. Fransız hükümeti Giscard’ın sözlerinin yalnızca kendi şahsını bağladığını ilan etti. Başkaları konuşmayı gaf olarak yorumladı ve böylece onun önemini azaltmaya çalıştı; sanki Tansu Çiller’den bahsediliyordu.
* * *
Evet, artık hiç olmazsa bu “şok”tan yararlanarak aynaya bakmanın zamanıdır: AB’nin Türkiye’yi alacağı falan yok. Ve son derece de haklı. Birden fazla nedenden ötürü:
AB kendine iyilik olsun diye mi politika saptıyor, yoksa Türkiye’ye iyilik olsun diye mi?
Rusya geri gelmesin diye eski Sovyet ülkelerine doğru genişleyerek kendini ciddi riske attığı bir dönemde, bunları “hazmetmeden” başka büyük lokma yer mi?
Empati yapmak (kendini başkasının yerine koymak) çok öğreticidir. Biz kalkıp da Pakistan’la, hele hele Afganistan’la birleşmek ister miyiz?
Bir-iki yıl yazları kimi Arap turistler geldiler de, “Paraları batsın, her tarafı hamamböceği sardı, salonda yemek pişiriyorlar!” diye galeyana geldik. Büyük sanatçımız İbrahim Tatlıses Almanya’daki otel odasında kebap çevirip de kendini “Dumansız tavada yaptım” diye savunduğunda Almanlar aynı şeyleri söyleyince ayıp mı oluyor?
YÖK’ü protesto eden Veli adlı uzun saçlı gencin depoya sokulup eşşek sudan gelinceye kadar polis dayağı yemesindeki asıl sebebin, çocuğun uzun saçı olduğunun farkında değil misiniz?
2001’e ilişkin geçici resmî veriler çıktı; bir göz atınız: Enflasyon yüzde 88,6. İç borç 100 milyar dolar olurken, dış borç 115 milyar doları geçti. Adamlar, Maastrich Kriterlerinde, dış borç/GSMH oranında kritik noktanın yüzde 60 olduğunu ilan etmişken, bizim bu oranımız yüzde 77,73 olarak gerçekleşti. Faiz ödemelerinin tüm vergi gelirlerine oranı yüzde 103,26 oldu; yani bütün vergi gelirlerimiz faizleri ödemeye yetmiyor.
Bu durumda, söylemesi çok ayıp bir şey var, ama izninizle söyleyeceğim: Arjantin’e dönmekten (yeni borç bulmamaktan), yalnızca ve yalnızca, ABD’nin Orta Doğu ve Kafkaslarda klasik emperyalizme tekrar başlaması sayesinde kurtulduk, çünkü “stratejik önemimiz” bu sayede yeniden zuhur etti!
Şimdi, siz AB olsanız, Türkiye’yi alır mısınız? Kardeşim, siz mazoşist misiniz? Avrupa mazoşist midir?
Biliyorum, içiniz daraldı, ama devam etmek gerek. Bu tablo yetmezmiş gibi, üstelik ABD’yi de araya koyarak, bir de adamların boğazını sıkıyoruz, “Bizi mutlaka alacaksın, çabuk tarih ver! Tarih ver!” diye. 67 milyon içinden bir kişi çıkıp da, en basit bezirganlık kuralını hatırlatmıyor: Bir malın alıcısı fazla hevesli gözükürse, fiyat birden fırlar. Hatta, malın satılması ertelenir. Üstelik, burada satıcı da tok satıcı!
* * *
Peki, AB ne yapmak istiyor? Bunun en veciz yanıtı Perincek’te: “Bizi kapısına bağlamak!” Almam, ama uzaklaşmasın! 67 milyonluk bu pazar ne elden kaçırılır, ne de üye yapılır. Kendi açısından kesinlikle doğru bir politika.
Peki, Türkiye ne yapmalı? Önce, karasevdalı aşık bıktırmasını durdurmalı. Bu ülkenin hiç mi onuru kalmadı? Durmadan “Tarih verin!” diye yalvarmanın ters sonuç verdiği ne zaman görülecek? Bu zül artık yetmez mi? Türkiye’de milyonlarca teşekkür imzası toplanmalı ve bizi bize gösteren Giscard’a hemen gönderilmeli.
Sonra da, Türkiye oturup; nasıl Milletler Cemiyeti, Türkiye başvurmaksızın, 6 Temmuz 1932 tarihli oturumunda Türkiye’yi üyeliğe davet kararı almışsa, AB’ye de davet kararını kendiliğinden aldıracak iktisadi bir düzeye yükselmeye girişmeli. Daha banka hortumlamayı durduramadık. İdeolojik özelleştirmelerle intihara devam ediyoruz.
Nihayet, insan hakları bakımından, Türkiye oturup günde beş kere AB’ye dua etmeli. Çünkü Lale Devrinden beri Türkiye’de hiçbir ilerleme Batı’nın dürtmesi olmadan olmadı. AB’nin havucu, Türkiye için büyük hayr’dır: Üye yapmaya hiç niyeti olmadığı halde ucundan kıyısından zaman zaman umut verdiği içindir ki, kendi insanımıza insan muamelesi yapma yolunda gıdım gıdım ilerliyoruz.
Bu yazdıklarım, sağdan ve “sol”dan kimbilir kimlerin, rahmetli annem Zehrânım’ın namusunu sorgulamasına yol açacak.
Bence, annemle uğraşacakları yerde Türkiye’nin namusuyla uğraşsalar, hortumculuğu bitirmek ve insan haklarını getirmek suretiyle onu kurtarmaya kalksalar, milliyetçilikle daha bağdaşır bir iş yapmış olacaklardır…