Baskın Oran

Ezber boz ve tutarlı ol

“Ben ezilmişlerin ve dışlanmışların sesini Meclis’e taşıyacağım” diyorsun, soruyorlar: “Tek başına veya birkaç kişiyle Meclis’te ne yapabilirsin?”. Diyorlar: “Hadi seçildin. Konuşamazsın bile. İç tüzüğe göre bağımsızlar kürsünün yolunu bile bulamaz”.

Kürsüye çıkartmazlarsa hatırım kalır. Geçerim yan odaya, basın toplantısı yaparım. “İçeride şunları şunları söyleyecektim, söyletmediler, yazın” derim. Üstelik, benden başka bir sürü bağımsız girecek. Vitrin olsun diye benim kafa dengim bir sürü aday da listelerde.

Kaldı ki, bir tek kişi dahi gündemi değiştirmeye kâfi çünkü önemli olan Ezber Bozmak. Bugüne kadar, 1965’de Türkiye İşçi Partisi hariç, Meclis’te ezber hiç bozulmadı; sonuç da malum. Sadece bunu yapsak memlekete büyük hizmettir. Vallahi tarihe geçer.

Bütün parti liderleri tek ses: “K.Irak’a girelim, terörü yuvasında temizleyelim”. Bozacaksın: “Senin korkun PKK değil, Kürdistan’ın kurulması. 1923’ten beri doğunda ve güneyinde bir düzine devlet kuruldu, korkmadın. Şimdi korkuyorsun çünkü kendi Kürtlerini mutlu edemediğini biliyorsun ve oraya meyletmelerinden korkuyorsun. O zaman otur, onları mutlu etmeyi dene. Kürtçe türkü söylenmesine bile engel olan zihniyeti artık itlaf et. Irak meselesi dış değil iç politika sorunudur”.

Bağırıyorlar: “Laiklik elden gidiyor”. Bozacaksın: “İnsanları aldatma. Kasaba Sermayesi yeni burjuvazi biçiminde aşağıdan bastırıyor, güneşin altında yer istiyor, sense iktidarına ortak istemiyorsun. Bu insanların kasabalı olmalarından gelen din tutkularını ve çeşitli saçmalıklarını kullanıp, bu sınıf kavgasını şeriat tehlikesi gibi sunmaya ve insanları korkutmaya kalkışma. Bu kavga Laikçi-Dinci kavgası değildir”.

Yalnız, ezberleri bozmanın bir önkoşulu var: Tutarlı olmak. Karşındakinin ezberini bozup kendi yandaşınınkine dokunmamak fena geri teper. Örnekler verelim.

Karşılıklı milliyetçilikler

Türk milliyetçiliğini kıyasıya eleştireceksin. “Türk” teriminin üst-kimlik olarak kullanılmasının resmen bölücü olduğunu ilan edeceksin. Çarpılacaklar. Anlatacaksın: Bu memlekette kendini Türk olarak nitelemeyen milyonlarca Türkiyeli var; onları zorla mı Türk yapacaksın? Nereye kadar zorlarsın? İşkenceye? Devam edeceksin: Genelkurmay’ın e-muhtırasının sonuna zımbalanmış “Ne Mutlu Türk’üm Diyene anlayışına karşı çıkan herkes düşmandır ve öyle kalacaktır” cümlesi bölücülüğün en önde gidenidir, diyeceksin.

Ama arkasından, Kürt milliyetçiliğini ele alacaksın. ”Ezen ulus milliyetçiliği”nin kötü, “Ezilen ulus milliyetçiliği”nin ise iyi olduğuna şiddetle itiraz edeceksin ve hemen İsrail’i örnek vereceksin. Diyeceksin ki bu insanların milliyetçiliği bu devletin kurulduğu 14 Mayıs 1948’e kadar ezilen türündendi çünkü dünyanın eziyetini gördü. Ama 15 Mayıs’tan itibaren ezen türe dönüştü çünkü Filistinlilere eziyete başladı. Bana bunu bir izah et, diyeceksin.

Devam edeceksin: Ben azınlık değil, esas ve kurucu unsurum diyorsun. Bu durumda Türkler ve Kürtler dışındakiler ikincil unsur mu oluyor? Bu nasıl eşitlikçilik? Biz Beyaz Türklerin esas ve kurucu unsurluğunu reddediyoruz, şimdi de Beyaz Kürtler mi çıkıyor? Kurtuluş Savaşı’nda hem cephede hem Meclis’te mücadele veren Çerkesler ne olacak mesela? Varlık Vergisi gibi uygulamalarla perişan edilmeden önce Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in tek girişimci grubu olarak ekonomiyi ayakta tutan gayrimüslimler ne olacak?

Şiddet kullanımı. Yalnızca taraflardan birini eleştirmekle yetinemezsin; yetinirsen inandırıcılığın sıfırlanır. Diyeceksin ki ben şiddet kullanımına A’dan Z’ye karşıyım. Kim kullanırsa kullansın. Kim başlatmış olursa olsun. Çünkü sen başlattın yok ben başlatmadım’ın sonu gelmez.

Başörtüsü meselesi

Örnekler o kadar çok ki, bu haftaki Radikal İki’yi bana tahsis etseler yetmez. Türban denilen olayı alın. Bir taraf üniversiteye sokmam, diğer taraf ise girerim diyor. Üniversitelinin giyimine karışmak isteyene medeni ülkelerde deli derler; bu azgelişmişliğe mahsus bir “durum”dur. “Sokmam” diyenlerin üniversiteye başörtüsüz sokmayan İran’dan farkları yoktur. Bütün dertleri, laikliği “laikçilik” haline dönüştürerek kitlelere tahakküm etmektir. Sorarsanız kendilerine, kamu alanlarında başörtüsü olmaz, diyeceklerdir. Hemen ezberini bozacaksın: Sokak kamu alanı değil mi kardeşim, dolaşanları da eve tık. Hemen düzeltecekler: Resmî daireler. Onu da bozacaksın:  O zaman PTT’lere pul almaya giden başörtülü kadınları niye sokuyorsun?

Basın toplantısında, temsil ettiğimizi iddia ettiğim kategoriler arasında Müslüman kızları da saydım. Bazıları şaşırdı. Çok basit: Onlar da korumasız. Çünkü dincilerin onları koruması onlara zarar veriyor; onları ancak benim gibi solda bağımsız adaylar savunabilir. En az iki sebepten: 1) Dinciler üniversite hocasının da türban takmasını savunuyor. Oysa burada bir ayrım şart:  Hizmet Alan-Hizmet Veren ayrımı. Birincisi istediğini takar, ikincisi takamaz çünkü devleti temsil etmektedir. 2) Dinciler benim öğrencilerimin mini etek giyme hakkını savunmuyor. Hatta, benim rakımı yasaklıyor. Yani tutarsız bu insanlar. İnandırıcı değiller. Kendi insanına zararlı olurlar çünkü “laikçiler”e korku malzemesi veriyorlar.

Gelelim Çankaya’ya. Cumhurbaşkanı Sezer, başını örten milletvekili eşlerini resepsiyonlara çağırmadı. Ben o zaman milletvekili olsaydım, bana gelen davetiyeyi medya önünde yırtardım. O gücü nereden alırdım efendim? Solda bağımsız oluşumdan. Ama bir de şuradan: İnsanlar bilirdi ki başka bir cumhurbaşkanı gelir de Çankaya kabullerinde içki servisi yaptırmazsa, ben o resepsiyonu o anda terk ederim ve çıkış kapısında medyaya demeç vererek o cumhurbaşkanının beni bir daha çağırmamasını “hassaten rica” ederim. Ancak tutarlı olursan inandırıcı olursun ve gerek yandaşlarına gerekse memlekete hizmet edebilirsin.

Ezberi bırakalım, tutarlı olalım

Basın toplantısında ezilen-dışlanan kimlikleri sıralarken “cinsel kimlikler” kategorisinde kadınları, eşcinselleri, travestileri saydım. Yarın feministler kalksa, efendim nasıl bizi eşcinseller ve travestilerle bir kefeye koyarsınız diye protesto etse, ben büyük bir mutlulukla temsiline soyunduğum feministlere muazzam tepki gösteririm. Çünkü ezilmiş-dışlanmış bir grubun başka (hatta, kendisinden daha ezilmiş-dışlanmış) bir gruba yukarıdan bakması, ona karşı ayrımcılık yapması feci bir şey. Bu iticiliği teşhir ettiğiniz zaman içlerinden bazıları kızar, fakat büyük çoğunluğu takdir eder ve sonunda hepsi destek verir. Çünkü davranışınız tutarlıdır. Tutarlılık herşeydir. Soyadımızdır.

Maalesef, bu hayalî durumun gerçek hayatta gerçekleşen örnekleri var. Bu düzen öyle bir düzen ki, en ezilmiş-dışlanmışları bile kendi kategorilerine yabancılaştırabiliyor. Onlar da kendilerinden başkasını dikkate almamak, sadece kendilerini kurtarmak eğilimine girebiliyorlar. Bazı Aleviler sadece Alevilerin, bazı Kürtler sadece Kürtlerin aday gösterilmesini isteyebiliyorlar. Yani, kendilerine karşı yapılan ayrımcılığın hem kurbanı hem aleti oluyorlar.

Bu, intihar. İntihar serbest, ama kendi camialarını ve Türkiye’yi yaralamaları serbest değil. Sakın kimse sadece kendini kurtarmaya kalkmasın. Hele, bunun için diğerlerinin omzuna basmaya ise, asla. Açıkdenizde değiliz; tutarlılık sayesinde fevkalade özgün bir yöntemi santim santim inşa ettiğimiz Türkiye’deyiz. Lütfen bozmayalım. Türk Kürt’ü, Kürt Ermeni’yi, Ermeni Çingene’yi, Çingene Çerkes’i, Çerkes İşsiz’i, İşsiz Kadınlar’ı, Kadınlar Alevi’yi, Alevi Eşcinselleri savunacak, vs. vs.. Hedef budur.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı