Baskın Oran

Ereksiyon

Bu akşam (10 Aralık Salı) saat 20’de, Ankara Ürologlar Derneğinin Sheraton’daki aylık toplantısında konferans vereceğim. Konuyu benim seçimime bıraktılar.

Benimki 45 dakika ama, benden önce 15’er dakikalık üç meslekî konuşma var. Birincisinin konusu: “Erektil Disfonksiyon ve Hayat Kalitesi”, ikincininki: “KK-EMG ve Penil Revaskülarizasyon”, üçüncününki: “DM ve ASKH’de Erektil Disfonksiyon ve Tedavisi”. Yani, üçü de erkeklerde ereksiyon (sertleşme) sorunu üzerine.

Eh, gecenin havasını bozmamak amacıyla ben de aynı konuyu işlemeye karar verdim. Adını da, “Penil Disfonksiyon Olarak Priapizm ve Orta Doğu’da Yarattığı Sorunlar” koymayı düşünüyorum. Yani, 11 Eylül’den beri priapizm (“sürekli ve ağrılı ereksiyon”) illetine yakalanmış ABD’yi ve onunla cebelleşen Türkiye’yi anlatacağım. (Priapizm, Priapos’dan geliyor: Yunan mitolojisinde Dyonisos ile Afrodit’in çocukları olan Priapos, hani kendi boyundan büyük bir maslahatı olan -sümme hâşâ- tanrı).

Ama önce, ürolog dostlarıma, sizlerle defalarca konuştuğumuz konuları şöyle bir özetlemem gerekiyor:

ABD’nin “suyumu bulandırıyorsun” diyerek Irak’a saldırmak istemesinin 4 temel nedeni var (daha önceki yazılarımda verdiğim için burada kaynak belirtmiyorum):

1) Psikolojik ve sosyo-psikolojik: Zorla seçilebilmiş Bush’un siyasi yaşamı, aynen 1940’ların sonundaki McCarthy gibi, cadı avının devamına bağlı. ABD ise, bütün kabadayılar gibi, isterse ölsün ama yeter ki bir Suudi tarafından aşağılanıp kalmasın.

2) Stratejik: ABD’nin “hegemon güç” olarak kalabilmesi, bugünkü gerginliği ve korkutmayı sürdürebilmesine bağlı. Gulyabani olarak bugün ne yazık ki SSCB yok, ama allahtan ki terörizm çıktı.

3) Ekonomik: ABD, 1961’den beri durmadan faiz hadlerini düşürüyor. İki yıl önce yüzde 7 idi, şimdi 1,75. On iki kere düşürüldü, piyasa yine canlanmıyor. Canlansın diye ucuz petrolden medet umuluyor, Irak’ın el konacak olan petrolünden. Üstelik, bu sayede Rusya ve özellikle de Çin büyük zora sokulmuş olacak, Japonya ve B.Avrupa ise iyice ABD’nin eline bakacak.

4) Sistemik: ABD borsaları kötüye gidiyor: 11 Eylül’ün üzerine bir de Enron vb. skandalleri eklenince, muazzam dış ticaret açığını (yılda 150 milyar dolar) normalde rahatça kapatan muazzam dış sermaye girişi (1998’de 193,4 milyar) çok azaldı.

Ekonomik ve sistemik sorunların çözüm yolu: Harp. Silah ve cephane fabrikaları şu anda 3 vardiya çalışıyor. Silah sanayii, diğer bütün sanayi dallarını canlandıracak ve savaş sonrasındaki yeniden yapımlar için malzeme üretimini de çekip götürecek bir lokomotif.

* * *

Böylesine bir ABD karşısında, K.Irak konusunda sürekli tacize uğrayan bir Türkiye var. Gerçi o bir “Stratejik OBD”dir; bu nedenle de kendi bölgesine çok titizdir, orada daima denge ister ve üstelik, “başkasının savaşı”na girmekten de hiç hoşlanmaz. Dahası, K.Irak sorunu kendisindeki Kürt sorununu ilgilendireceği için de savaştan nefret eder. Ama, ne yapsın ki ABD’ye fena halde borçlu:

1) Ekonomik borçlu: 2001 rakamlarıyla dış borcu 115, iç borcu 100 milyar dolar. Borç/GSYİH oranı yüzde 144 (yüzde 60’ı aşarsa alarm çalar). ABD’nin İMF’ye baskısı olmasa, Arjantinleşmesi bir an meselesi.

2) Manevi borçlu: Şubat 99’da Apo’nun paket edilip Nairobi havalimanında tesliminin diyeti, İMF kredilerinin diyetinden daha basit değil.

3) Beklentisel borçlu: ABD’nin kendisini “Eksen Ülke” yapmasını bekliyor. Bugünkü devriliverecek ekonomik durumdan çıkabilmek ve ayrıca başına stratejik belalar açılmasından kurtulabilmek için, ABD’nin sürekli ilgisine muhtaç. Üstüne üstelik, içeride de hiç alışılmamış bir parti başa gelmiş vaziyette.

Böylesine bir iktidarsızlık durumu, ne yazık ki, 11 Eylül’den beri yaşadığı priapizmden vazgeçmek niyetinde gözükmeyen bir ABD’ye rastladı. Öyle bir Priapos ki, K.Irak konusunda Türkiye’ye elindeki “sopa”yı göstermenin yanı sıra, havuçlar da vaat ediyor:

1) 800 milyon dolar peşin, 6-7 milyar dolar tutarındaki askerî borçların silinmesi, Kerkük petrollerinden pay, savaşın yol açabileceği zararların tazmini, önümüzdeki üç yıllık İMF kredilerinin garanti edilmesi. Yani, 1 koyup 3 al diyor ama, biz 1991’de 1 koyup 1/3 almış Özal’ın çocuklarıyız.

2) “Kıbrıs için Annan Planında yardım edeyim”: Ne yardımı edecek? Kofi Annan o planı ABD’den habersiz mi hazırladı?

3) “AB’den senin için tarih alayım”: Ne tarihi? Her şey bitti de, ABD’nin hatırına mı tarih verecek Avrupa Birliği? ABD’nin işe karışması, Türkiye’nin “Amerika’nın adamı” olduğunu tescil etmekten başka ne işe yarar?

4) “Kürt devleti kurdurmayayım”: “Güvenli Bölge”yi ve “Çekiç Güç”ü 1991’de kim kurmuştu? Ayrıca, Saddam gidince “demokrasiyi getirecek” olan ABD, kuzeyde bir Kürt Federe Devletinin kurulmasını nasıl önleyecek, veya önleyecekse, Saddam’ı halletmek için Kürtleri nasıl kendi tarafına çekecek?

* * *

Bu gece ürolog dostlarıma özetle bunları anlatacağım.  Anlatacağım ki, Türk dış politikasında bu işin öyle iki neşter darbelik “revaskülarizasyon”la falan halledilemeyecek kadar karmaşık olduğunu görsünler.

Ama, bir de, böylesine bir durumdaki Türkiye’nin, hâlâ, “Savaşı katiyen istemiyoruz” ve “Kuvvet kullanımı için BM’den mutlaka yeni bir karar çıkartılmasını istiyoruz” diye Bay Priapos’u çılgına çevirecek bir direniş içinde olduğunu da ekleyeceğim ki, “Karım erken boşaldığım için bana kızıyordu” diyen Ümraniye Canavarı ile falan uğraştığımız bir ortamda “inferiorite kompleksi”ne kapılmasınlar. Maazallah, iktidarsızlığın başlıca sebebidir.

——————

Not: Türkiye’de hâlâ AB’nin tarih vereceğine inananlar olabiliyor. Gelecek hafta ben onlara, bu sabah İnsan Hakları Günü resmî kutlamasında yaşadığımız jandarma astsubayı olayını anlatayım bari.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı