Baskın Oran

Erdoğan-ı Müntakim

Nakm (ntkm) kökünden gelen müntakim’in “intikamcı” demek olduğunu tahmin etmişsinizdir. Yalnız derhal söyleyeyim, bu yazı Silivri kararlarına denk geldi diye Ergenekon davasının Erdoğan’ın müntakimliğiyle ilgili olduğu sanılmasın. Ergenekon, kimi asker veya sivil herif-i nâşeriflerin darbe hayallerine bir dur deme davasıdır. Açılmasına Erdoğan’ın katkısı ne kadarsa, şerefi de o mertebededir. Unutmayalım: Bu şahıslar yakalandıktan bu yana suikastlar sona erdi. Şahsen, bana sürekli gelen ölüm tehditleri şıp diye kesildi!

Diğer yandan; başta savunma hakkının kısıtlanması olmak üzere, yapılan kimi ciddi usulsüzlüklerin iki birbirinden berbat sonucu olmuştur: 1) İşin özünü, yani bu davanın adice suikastlar ve darbe planları hakkında açıldığı gerçeğini gölgelemek; 2) Kimi insan haklarını açıkça ihlal etmek. Bu ikinci husus nedeniyledir ki, Yargıtay aşamasında bu usulsüzlüklerin azami özenle dikkate alınması ve “delil yetersizliği” görülen durumlarda ona göre davranılması şarttır.

Bizzat ve dolaylı

Gelelim Erdoğan ve müntakimliğine. Seni her eleştireni bir biçimde mahvetmeye programlanmış bir fıtrat; bununla yaşanabilir mi yahu? Bazı şeylerin intikamını bizzat alıyor, bazı şeylerinkini “çevresi”ne bırakıyor. Sonra da, bunu, daha demokratik bir Türkiye’yi engelleyecek nitelikte bir “eski”yi geri getirmek için alet olarak kullanıyor. Son bir aylık haberlerle örnekleyelim ve bir sonuca gidelim.

En önce, Suriye intikamı. Mart 2011’den sonra kendisini dinlemedi diye Esad’a her türlü baskı. İşgal teşebbüsü (Allahtan ABD reddetti) ve El Kaideciler içinde olmak üzere muhaliflerin silahlandırılması dahil. Bundan sonrasında gel de dış politikada saygınlık ve güvenlikten bahset.

Gezi’nin intikamı. Çin’dekinden fazla gazeteci tutuklatan, ileride “Batsın böyle gazetecilik” lafıyla hatırlanacak bir baskılar dizisi; bunları Mısır’daki Sağır Sisi bile duyduğu için geçiyorum. Ama “çevresi” konusunda ilginç bir noktayı kayda alalım: Bir gazeteci zuhur ediyor, Can Dündar’ın banka kredisiyle aylar önce aldığı ev için şöyle diyor: Demirören C. Dündar’a bi ev alıveeedi, susması ney için…

Sanatçısından sporcusuna, öğrencisinden İslamcısına kadar, eleştiri yapmaktan başka günahı olmayan insanların şahsiyeti ve ekmekleriyle oynanıyor. Edip Akbayram, “Başbakan sanatçıları sabah kahvaltısına davet etti. Katılmayacağımı söyledim. Bir hafta sonra; 2006-2009 arası defterlerin incelemeye alınacağı bildirildi” diyor. (Radikal, 04.08.2013). Geziyi protesto etti diye diye basketbolcu Cenk Akyol milli kadro dışı bırakılıyor, ama Gezicilere “Ermeni” diyen Rıza Kayaalp adlı güreşçi Akdeniz Oyunları’nda bayrak taşıyor, TV’de kamu spotunda oynatılıyor (T24, 12.07.2013). Stadyumlarda “Her yer Taksim, her yer direniş” türünden sloganlar yasaklanıyor (Bianet, 31.07.2013). Kredi ve Yurtlar Kurumu açıklıyor: Eylemlerde bulunan öğrencilere öğrenim kredisi yok (Taraf, 31.07.2013).

Gezicileri namaz kılarak desteklediği için en büyük “günah”ı işleyen Devrimci Müslüman İhsan Eliaçık’a twitter nedeniyle 50 bin TL’lik tazminat davası. Mal varlığı araştırması. Polislere cevabı: “Bir kedim bile yok” (T24, 01.08.2013). “Aha, ipim kuşağım…” dememiş terbiyesinden.

İnsanlar canını Koç’un oteline attı diye, Koç’un TÜPRAŞ, Aygaz ve OPET’ine polis baskınlı inceleme. Yetmiyor, Koç’un kazandığı MİLGEM (milli gemi) ihalesi iptal. Gerekçe: Kazanan ile kaybeden teklifler arasındaki fark “şüphe doğuracak kadar az”. Aradaki bu “az” fark: 500 milyon Euro.

Tevili mümkün değil

Düşünüyorsunuz, bunlar acaba müntakimlikten değil de görev titizliğinden olabilir mi diye ama, pek değil galiba. Birkaç örnek:

SGK, 76 milyon vatandaşın piyasa değeri 2,4 milyar TL olan sağlık verilerini, Data Med adlı bir “gölge” şirkete yılda 70 bin TL’ye ve ihalesiz olarak veriyor. İşlem tarihinde şirketin ödenmiş sermayesi: 13 bin TL. (H. Özay, Taraf, 04.08.2013). RTÜK, canlı yayında Erdoğan’a hakaret eden bir vatandaş için TV kanalına, “Küfür geleceği mesleki tecrübelerden tahmin edilmeliydi’’ gerekçesiyle ceza veriyor (Radikal, 24.07.2013), ama “Böyle karınla sokakta gezilmez” diye hamilelere hakaret eden “tasavvufçu” (zavallı Mevlana!) Ö. T. İnançer’i ve bu hezeyanı “Allah razı olsun” diye kahkahalar atarak karşılayan TRT spikeri Bekir Develi’yi aklıyor.

Erdoğan’ın, “Tencere tava çalanlara karşı yargıya giderek hakkınızı savunun. Yargıda onlar mücadele etsin. Yıllarca biz mücadele ettik şimdi onlar mücadele etsin” (Radikal, 21.07.2013) dediğinin ertesi haftası, ihbarcılığı mahallelere dek yayan “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” geliyor (Bianet, 29.07.2013).

Tabii, imam böyle olunca cemaat kendini çok rahat hissetmekte. Birkaç örnek: Kızılay Başkanı A. L. Akar, Türk insanından alınacak “helal kan”dan “milli ilaç” üretimi için çalışma başlattıklarını açıklıyor (T24, 19.07.2013). THY’nin İstanbul-Bodrum uçağında hoparlörden “Allahüekber” diye başlayıp “sefer duası” yapılıyor (Y. Doğan, Hürriyet, 10.07.2013). Polisler Beyoğlu’nda sigara içen genci tartaklıyorlar (milliyet.com.tr, 04.08.2013). Trabzon Milli Eğitim İl Müdürü T. Kırbaç açıklama yapıyor: “Erkek öğrenciler ile kız öğrenciler aynı merdiveni kullanıyor, diken üstünde oturuyorum” (Cumhuriyet, 02.08.2013).

Ama, “Zaytung’dan çıkma”  dedirtecek kadar ilginci şu haber: Antalya Manavgat İmam-Hatip Lisesi 9. Sınıf öğrencisi Levent Akbaba “Kur’an-ı Kerim dinletilen fasulye fidanının 3 kat hızlı büyüdüğü”nü kanıtlıyor, biyoloji öğretmeni Nurcan İlcan onaylıyor ve bu bilimsel deney TÜBİTAK Bilim Fuarı’nda Kaymakam E. O. Bulgurlu’nun takdirlerine mazhar oluyor; internette resimleri de var (bkz.).

Sonuçlar tatsız

Müntakimlik gibi bir tabiat/fıtrat bizzat birey için korkunç bir şey olmalı; insanı 19. yy. tabiriyle verem, 21. yy. terimiyle kanser eder. Kamusal zararlarını özetleyelim:

1) Demokrasiyi İslamcıları bastırmak olarak anlayanların ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü 28 Şubat döneminde laikçilerin İslamcılara yaptığı ne kadar kötülük varsa (siyasi baskı, ihalelerden dışlama, işten attırma, vs.) bugün aynısını AKP yapıyor. Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak’ın uyarısı tarihsel: “28 Şubat sürecini hepiniz hatırlarsınız. Bir grup ve şirketlere karşı yanlış algı oldu. Bu yanlış algının tam tersini bugün yapmamalıyız”(Hürriyet, 27.07.2013).

2) Suriye, Mısır ve İsrail üzerinden, Türkiye’nin dış politika ve güvenliğini yıpratıyor.

3) Erdoğan, yüzde 50’yi ileri sürerek, yüzde 50’yi yok sayıyor. Yakında, Türkiye’yi yönetemez vaziyete düşecek. Keşke tarihe “müntakim” değil de, “Erdoğan-ı müstakim” (doğru, temiz) diye geçseydi. Çünkü aynı gemideyiz.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı