Mazlumdan yana olmak, mazlumun her dediğine/yaptığına kahve dövücüsünün hık deyicisi gibi arka çıkmak değildir. Yanlış konuştu/yaptı mı, “Yanlış oldu!” diyeceksin ki hem kendini daha da kaptırmasın ve haklıyken haksız duruma düşmesin, hem de senin mazlumdan yana oluşun ciddiye alınsın. İyi de, yapamıyorsun ki bu memlekette! Çünkü mazlumu o hale düşürenler empoze ediyor o yanlışları mazluma. Onlar ittiriyor onu bu vaziyete. Elin kolun bağlanıyor bu yüzden.
Yumurta densizliği
Kürsüde konuşan kişiye kimi öğrencilerin büyük marifet yapar gibi yumurta atmasını şiddetle kınamak gerek. Çünkü ifade özgürlüğünü kullanan konuşmacıya ciddi bir ceza görme korkusu olmadan şiddet uyguluyor. 2005’te bin türlü riske katlanarak düzenlediğimiz ve sayısız ölüm tehdidi getiren ilk Ermeni Konferansı önünde biriken magandalar da yumurta atmışlardı, fikirlerimize karşı oldukları için.
Ama kınayamıyorsun ki, yutkunup unutuyorsun. Çünkü bir bakıyorsun, Anayasa md. 34’e göre “önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız” pankart açarak protesto hakkını kullanan 18 İTÜ öğrencisine Sarıyer 3. Asliye Ceza, 1 yıl 3 ay ceza kesmiş. Polis, Başbakan’ın rektörlerle toplantısına YÖK adlı karın ağrısını protesto etmek için gelen öğrencileri İstanbul sınırlarından sokmuyor. Girenlere en acımasızca gaz sıkıyor, gözleri yanıp yere düşenlerin kasıklarına kasıklarına tekme atıyor. Birinin karnındaki bebeği öldürmecesine. Öğrenciler şiddete daha nasıl zorlanır?
Hepsinden önemlisi, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, “Polis yasal yetki içinde zor kullanır. Küçük bir hata varsa iç bünyemizde düzeltiriz” diyor. Adamlarına “bis yapmak” cesareti veriyor. Can Dündar’dan öğrendiklerimiz yeterdi aslında: Manisa’da liseli çocuklara işkence yapan polisler her duruşmaya resmî araçla gönderilirken ve İzmir’de 20 yaşındaki Baran Tursun’u arabasının içinde vuran polisi kurtarmak için trafik kazası raporu düzenlenirken, il emniyet müdürü aynı kişi imiş: Hüseyin Çapkın (Milliyet, 7/8.12.10). O müdür ki, Celalettin Cerrah felaketinden sonra İzmir’den büyük umutlarla getirtilmiş, 60 olan zorunlu emeklilik yaşı 65’e yükselsin diye Iğdır’a vali yapılıp hülleye yollanmış, dört gün sonra tekrar İstanbul’a getirilmişti (dha, 13.05.10).
Bu saldırganlık sadece polis işgüzarlığı mı? Çünkü bir zamanlar şiirden hapis yatırılmış Başbakan kalkıyor, pes, gençlere dayağı savunuyor: “Biz sizi davet mi ettik ki geliyorsunuz? Karşı düşünceye sabrı olmayan gençlerle zaten neyi konuşacaksınız?” Acaba karşı düşünceye sabrı olmayan kim? Çocuklar mı silahlı-gazlı polise saldırdı, yoksa polis mi çakısı bile olmayan çocuklara? O kadar gaz ve tekmeyi yeseniz siz ne yapardınız? Arkasından, çocukların temsilcileri TBMM’ye sokulmak istenmiyor. Galiba bir tür dağa çıksınlar isteniyor. Uluslararası kural: Talebeye bunları yaptın mı, bittin. Bugüne kadar AKP’nin yaptığı birçok şeyi takdir etmiş biri olarak söylüyorum.
Öz savunma gücü
Diyarbakır 4. Ağır Ceza geçen gün bir sanığın 55 sayfalık yazılı Kürtçe savunmasını kabul ediyor (CNN Türk, 25.11.10). Türkçe dışında bir dille yazılı savunma verilemeyeceğini, bunun Lozan md. 39/5’deki sözlü savunma hakkını baltalayacağını yazacaksın, yazamıyorsun. Çünkü KCK davasında Diyarbakır 6. Ağır Ceza, bu insanların anasının ak sütü gibi helal olan sözlü savunma hakkını tanımadı. Hatta CMK md. 178’e göre yargıcın bu konuda dinlemek zorunda olduğu “uzman kişi” görüşünü dinlemeyi bile çatır çatır reddetti (bkz. R-2, 14.11.10 tarihli yazım).
Demokratik Toplum Kongresi “Öcalan’ın dikkati çektiği Öz Savunma Gücü”ne gönderme yaparak bir “Güvenlik Gücü” oluşturulacağını ilan ediyor. Feyhan bile okuyunca dönüp yüzüme bakıyor, bu nasıl şey, bu doğrudan doğruya polis hatta ordu diye anlaşılır, diye. Nitekim ertesi gün BDP Eşbaşkanı S. Demirtaş açıklama yapmak zorunda kalıyor: “Kolluk kuvveti gibi anlaşılmasın” (Radikal, 07.12.10). Bunu yazmayı düşünüyorsun, yahu niye böyle lanse ediyorsunuz, insanların Kürtlerden korkusunu paranoyaya dönüştürmek için mahsus mu yapıyorsunuz, diye yazmayı.
Yazamıyorsun. İçine atıyorsun. Nisan 93’te güya yürürlüğe soktuğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Misakı’nı Türkiye ’nin hâlâ uygulamadığını hatırlıyorsun (bkz. R-2, 04.07.10 tarihli yazım).
Orhan Miroğlu gibi bir insanı ölümle tehdit rezaleti yüzünden HPG’yi kınamak istiyorsun, bildiriyle kınıyorsun da. Ama biliyorsun bu insanların şiddeti kimden öğrendiğini. Diyarbakır Cezaevi’nde işkence tehdidiyle birbirine tecavüze zorlamaları, canlı fare yutturmaları, cop sokmaları, insan pisliği yedirmeleri. Evinden sorgu için alınıp iki gün sonra dere kenarına parçalanmış cesedi atılmış insanları… “ CHP adam olmaz”ları kafanda sorguluyorsun, sonra hatırlıyorsun ki “yenileniyor” denilen partinin yeni genel sekreteri Süheyl Batum yapılmıştır. İnternete “Cindoruk+Batum” diye yazın: Cindoruk’un halefi olarak lanse edilen kişi. Siyasal joker. Daha vahimi, “Bütün TC vatandaşları” diyen Lozan 39/4’ün, sadece gayrimüslim TC vatandaşlarına hak getirdiği, yani Kürtlere falan getirmediği fetvasını veren hukuk profesörü, üniversite rektörü…
Bakan: “Genelkurmay’a arz”
Başörtülü öğrencilerin üniversiteye alınmamalarını protesto edeceksin, bir bakıyorsun Diyanet’ten Sorumlu Bakan Faruk Çelik “Anaokulunda da din eğitimi olabilir” diyor (Milliyet, 03.12.10). 12 yaşındaki kızının başına örtü geçirip ilkokula yollayan ve bütün sınıfın bahçeye çıkartılmasına sebep olan babayı omuzlara alıyor. Başkalarını da teşvik ediyor. Bir bakıyorsun, otistik çocuklar için de din dersi konmuş (Milliyet, 17.10.10).
Hepitopu bir memurdan ibaret generallerin TSK web sitesinde sivil amire karşı “yazılı açıklama” yapmasını kınayacaksın, fakat Milli Savunma Bakanı Gönül’ün F. Bila’ya inanılmaz demecine gözün ilişiyor: “Biz açığa alma kararını veriyoruz ve Genelkurmay’a arz ediyoruz… Bu işlemde de öyle oldu, biz Genelkurmay’a arz ettik” (Milliyet, 27.11.10). “Arz” ha? Freud psikolojisindeki tipik “Lapsus” bu yahu; internetten bakıverin. Askerler az bile yapmışlar, deyip geçiyorsun. Türkiye burası.