Baskın Oran

İkinci laikleşme

İkinci laikleşme
İkinci laikleşme

Aram Ateşyan ve Egemen Bağış.

Şu anda, çok kimse farkında değil ama, devlete rağmen Türkiye ikinci bir laikleşme yoluna girebilir. Yine Ermeni cemaati tarikiyle. Hoppalaa diyebilirsiniz. Türkiye zaten laik değil mi, ne ikincisi, ne birincisi? Üstelik ‘yine Ermeniler eliyle’, nasıl yani? Fazla ters geldiyse baştan alalım.

Bir kere, Türkiye’nin laik olduğu nereden çıktı? Din’le koyun koyuna bir devlet. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Bardakoğlu “Yasa yapılırken Diyanet’e görüş sormak laikliğe aykırıdır” (F. Kozok, Cumhuriyet, 05.11.10) diyor ve altı gün sonra görevden alınıyor. Üniversitede bile Müslüman kızların başına karışırken, ekümeniklik kavramından patrik seçimine varıncaya kadar gayrimüslim ilahiyatına müdahale ediyor devlet. En, ama en vahimi, gerek halk gerekse (bin kere yazdım) Yargıtay ve Danıştay Müslüman olmayana “Türk” demeyi reddediyor. Ne laikliği?

Dünyada tek kilise

İkincisi, Ermeniler, Osmanlı’da ilk laikleşen (yani sekülerleşen, yani uhrevi ve dünyevi işleri ayıran) cemaat oldu. Ermeni Kilisesi de, ruhani önderini sivillerin oyçokluğuyla seçtiği tek kilise dünyada. Çünkü 1839 Tanzimat’ın ertesi yılından başlayarak, Patrikhane-Soylular (Amira) sultasına karşı cemaatten bir ses yükselmişti: İstanbul Ermeni esnafı. 1844’ten itibaren bu orta sınıf Karma Meclis’e girdi. 1860’tan itibaren Patrik seçimine katıldı. Fransız anayasasından alınan 1863 Ermeni Milleti Nizamnamesi Osmanlı’daki ilk parlamenter organı kurdu. Bunun 14 kişilik Ruhanî Meclis’in yanı sıra 20 kişilik bir Cismanî Meclis’i vardı. Osmanlı 1876 Anayasası bundan direkt etkilenmiştir.

Aradan 133 yıl geçti, 1996’da Agos’un çıkmaya başlamasıyla Hrant Dink ve arkadaşları cemaatte ikinci laikleşme sürecini başlattılar. Çünkü “laik” devlet yalnızca Patrik’i muhatap kabul ediyordu. 1934’te Cismani Meclis’in adını değiştirmiş, sonra da yetkilerini önce yalnızca vakıflara indirgemiş, arkasından da vakıfları Vakıflar Genel Müdürlüğü ve 1936 Beyannamesi uygulamasıyla sıfırlamıştı.

Peki, Ermeniler eliyle ‘2. Türk Laikleşmesi’? Evet efendim. Hem de, “laik” Türk devletinin Ermeni patrik seçimine yine müdahalesi sayesinde. Baba Diyalektik. Şifreli gibi geldiyse, devletin genlerini yansıtan son müdahaleye göz atmakla başlayalım.

Patrik seçimine müdahale

Patrik Mesrob II, aklî melekelerini Hrant’ın ölümünün ardından onulmaz ve kalıcı biçimde yitirdi. Ölmeden vefat etti. Konutuna kapandı. Ayinleri onun yerine Ruhanî Meclis Başkanı Başepiskopos Aram Ateşyan yönetiyordu. Durum artık cemaatten saklanamaz hale gelince, geleneğe göre (çünkü bu konuda resmî kural yok; birazdan geleceğim) sivillerden oluşturulan ve Yüksek Seçim Kurulu gibi tüm seçimi sonuna kadar götürecek Seçim Müteşebbis Heyeti kuruldu. Adaylar ortaya çıktı. Resmî başvuru yapıldı. Uzun süre beklettikten sonra İstanbul Valiliği cevabı: “Patrik hayattadır. Mesrob ölene kadar ancak bir ‘patrik genel vekili’ seçebilirsiniz”. Oysa böyle bir makam hiç olmamıştı. “Patrik vekili” makamı vardı: Başepiskopos Şahan Sıvacıyan.

Konuyu İçişleri Bakanlığı’ndan ve AB Genel Sekreterliği’nden birer üst düzey yetkiliyle uzun uzun konuştum. Özetle dediler ki: “Cemaat bölünmüş. İki başvuru birden geldi. Seçim Müteşebbis Heyeti yeni patrik istiyor, Ruhani Kurul ise eşpatrik. Hangisine izin versek öteki küsecekti”.

Cevap gelir gelmez Ruhani Meclis toplandı ve başkanı olan Başepiskopos Aram Ateşyan’ı “Patrik genel vekili” seçti. Sanırım, epey uzun bir süre için cemaatin ‘seçilmemiş fiili patriği’ olarak. Çünkü, bir fikir vermesi için, 1461’den itibaren görev yapmış 84 patriğin süre ortalaması 6,5 yıl ve Mesrob II, Allah uzun ömür versin, benim 11 yaş küçüğüm olarak vücutça sağlam gözüküyor.

1800’lere geriye

Sonuç: Şu anda Ermeni cemaati 1860’ların öncesine döndürüldü. Tabii, Baba Diyalektik icabı, bu denli geri gitmek fevkalade ilginç çözümlere, bu arada cemaatin aynen Hrant’ın arzu ettiği biçimde laikleşmesine hamile. Müteşebbis Heyet, Valilik kararına karşı Danıştay’a başvurdu. Gayrimüslim vatandaşlara üç ayrı kararda “Türk olmayan” demiş olan yüksek yargıdan ne çıkacağı belli olmaz ama, bu bir laiklik ve şeffaflık mücadelesinin ilk işaret fişeği. 5.359 kişinin imzaladığı bir bildiri yayımlayan “Patriğimizi Seçmek İstiyoruz İnisiyatifi” Başbakan Erdoğan’a 01.12.2010 tarihli bir dilekçe gönderdi. “Ermeni Toplumu’nun huzursuzluğunu sona erdirecek doğal Patriklik seçim sürecini başlatmasını talep” etti. 5 Kasım tarihli Agos, Patrikhane Mali Komisyonu’nun Ateşyan’la ihtilafa düşerek topluca istifa ettiğini yazıyordu.

Arkasının gelmemesi mümkün değil. Bu süreç, aynen 19. yüzyılda olduğu gibi, Türkiye’nin sekülerleşmesini de tetikleyecek. Çünkü gerek Alevilerin gerekse gayrimüslimlerin bu kadar antilaik bir ortama razı olmaları, küreselleşmiş dünyanın genlerine aykırı.

Gen demişken, gayrimüslimlere Kemalistlerden bin kere daha yumuşak yaklaşan (mesela, son olarak Heybeliada’da mülkiyeti Fener’e veren) AKP ’nin tutumunu neyle izah etmeli? İki olumsuzun birleşmesiyle: 1) Millet-i Hakime ideolojisi, 2) “Devlet genleri”. Birincisi “Millet-i Mahkûme”yi kesinlikle Müslümanlara tâbi sayıyor. İkincisi ise daha vahim: Gayrimüslimleri sürekli pençe altında tutmayı ilke biliyor. Bu yüzdendir ki patrik seçimini bir kanuna bağlamaktan bucak bucak kaçıyor. Gayrimüslimleri iki dudak arasından o günkü iradeye göre çıkacak tek bir söze bağımlı tutuyor. “Hangisini tercih etsek öteki küsecek” meselesi olsaydı keşke.

“Babadan Türk, itimada mazhar”

27 Mayıs darbecileri o nisbi demokrasi havası içinde 18.09.1961’de bir kararname çıkarmış, “Patrik Seçimi Talimatnamesi” yapmıştı. Ama “bir defaya mahsus olmak ve ileriye ait hiçbir hukuki hüküm ifade etmemek kayıt ve şartıyla”. Üstelik, aday olmak için (a) şıkkı: “Babadan Türk olan şahıslar arasından”, (b) şıkkı: “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin itimadına mazhar olmak”. Madde 30’da yemin metni bile yazılı. Üstelik, Talimatname devletin onayından her seçimde tekrar geçiyor. “Adalet Mülk’ün [Devletin] Temelidir” diyen devlet kendini hukukla bağlamak istemiyor.

Diğer yandan, AKP hükümeti “Bölünmüşsünüz, bir tür referandum yapın, hangi fikir öne çıkarsa bana bildirin” demiyor. Kendine daha yakın saydığı ruhaniyi, olmayan bir makama getirecek düzenlemeyi empoze ediyor. Dahası, Egemen Bağış bile “iki olumsuz”a teslim oluyor:

Brüksel’deki “Dinsel Özgürlükler” konferansında “Hükümet Ermeni Patrik seçimine neden müdahale etti?” sorusuna, “Aram Ateşyan Patrik’in sağlığında en güvendiği dostu idi ve makamına vekil olarak onu bırakmıştı” şeklinde cevap veriyor. Ben Baba Diyalektik’e güvenirim. “Laik” bir devlet din’le bu kadar koyun koyunaysa, laikleşmesi kaçınılmazdır diye inanırım.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı