Enişte Efe’ye “Efem” diye hitap ediyordu; kendi dört kardeşi gibi onun da Ödemişli olması hasebiyle. Efe de Enişte’ye “Eniştem” diyordu; Bodrum’un eniştesi yani (çok tuttuğu) Feyhan’ın kocası olması hasebiyle. Bu, böyle gidiyordu başından itibaren.
Başından derken, Enişte’nin Efe’yi Cumhuriyet’teki Kasım 1989 dizi yazısı “Ben Frankfurt’ta Şoförken”den itibaren tanımasından ve biraz ardından Efe’nin bir köşe yazısında “onun çok şapkası vardır” diye Enişte’ye iltifat etmesinden itibaren.
Gmail’in ve ardından da Whatsapp’ın gelmesiyle yoğunlaşan bir atışmalar zinciriydi bu. İç içe geçmiş vaziyette bazen hırlaşarak, bazen birbirini yağlayıp ballayarak. Bazen sol gösterip sağ vurarak. Bazen bunların hepsini harmanlayarak. Zaman zaman da Enişte’nin yolladığı (ve bu yazıda pek yer verilmeyecek) “kıymetli evrak” vesilesiyle zevzeklik ederek.
Şimdi artık hatıra olan bu 32 yıllık muhabbetin bikaç örneği “ortaya karışık” olarak aşağıda.
***
Efe: “Benden imza istediklerinde ‘Eniştem imzalıyor mu’ diye sordum, ‘Tabii abi’ dediler. ‘O zaman ben de imzalarım’ dedim. Sen bu yazdıklarımı matrak cevap diye okudun ve yanıldın. Aynen öyle cereyan etti. Hatta soran (Cengiz) ‘Enişte kim abi’ diye sordu, güldüm ve açıkladım.”
Enişte: “Efem, ağzını öpeyim.”
***
Efe:“Herodculuk-Zelodculuk sıkı yazı olmuş Eniştem. ‘Herodculuğu çok ciddi biçimde sürdürmeye koyuldu önce. Bunu niye yaptı, o apayrı bir yazının konusu’ demişsin ya, siparişimdir: O yazıyı gecikmeden yaz e mi?”
Enişte: “Sağol be Efem! Tam karar verebilsem, yazıcam. Çok fazla faktör olduğunu düşünüyorum.” [aklına gelenleri sıralıyor]
Efe: “Dur biraz düşüneyim. Acelesi yok nasıl olsa. Ama önemli bir yazı olacağını kabul et.”
Enişte: “Evet önemli, bi o kadar da tehlikeli. Bi düşün de konuşalım. Sonra avukatımla konuşayım.”
***
Enişte: “Mafya yazılarını yiyim Efem!”
Efe: “Tabak (Debbağ) sevdiği deriyi yerden yere vururmuş, Eniştem de sevdiği Efe’yi yiyor…”
Enişte: “Yemez miyim!”
***
Efe: “Eniştem bugünkü yazı için sağol. Ayrıca [yazının bol dipnot vermesine değinerek] devrimden sonra seni arşiv umum müdürü yapacağım. İşin iş yani…”
Enişte: “Ne diyeyim Efem, Allah razı olsun, tuttuğunu altın etsin mi diyeyim? Genel müdürlük ha? Hayatımın zirvesi olacaktır, Allah senden gani gani razı olsun la! Ama bunun için devrimi beklememiz şart mıdır, hemen olamaz mı? Hani, devrimin gecikeceğini söylemiyorum ama, heyecanlandım da ondan…”
Efe: Dur, acele etme. Bekle. Genel müdürlük zamanın gelince ben sana haber vereceğim.”
Enişte: Ne diyeyim, ağanın eli tutulmazmış, bekliyorum…”
***
Efe: “Eniştem, siten bence gayet iyi. O kadar ki, ben de büyüyünce kendi sitemi kurma kararı aldım. İmza: Kıskanç Efe.”
Enişte: Efem, sağolasın, sen beğendiysen herkes beğenir!”
***
Enişte: “Bizim oraların tabiriyle çanına ot tıkandı galiba?”
Efe: “Sizin oralar neresidir bilemem ama ‘bizim’ oraların tabiri ‘Dut yutmuş bülbüle döndün’dür. Ege’den kız aldın diye Egeli olamazsın memur çuçuğu! İmza: Laf Altında Kalmaz Efe. Not: Bu mail ‘bera-ıı malumat’ kabilinden biricik Feyhan yengeme de yollanmıştır…”
Enişte: “Laf Altında Kalmaz da Neyin Altında Kalır Efem: Bizim oralar, senin kırsal bölgenin bağlı olduğu ve Ege’nin İncisi diye anılan şanlı şöhretli İzmir kentidir. Ayrıca, o senin ‘yutmuş’ dediğine ‘yemiş’ denir. Senin öyle demen normal, çünkü sizin oralarda çay servisi yapmaya da ‘çay dökmek’ denir; ‘çay dökem mi’ diye sorarlar. Bana bi daha taş atma, üstüne sıçrarım! İmza: Çirkef Enişte. (Not: Bu ileti “beray-i malumat” kabilinden biricik Oya Yengeme de yollanmıştır. Beray için bkz. Ali Rıza Alp-Sabahat Alp, Büyük Osmanlı Lûgatı, Birinci Cilt, İstanbul, 1958, s. 111).
Efe: “Efendi, ‘Çay dökmek’ filan gibi Türk köylü ağızları bizim oraya, Türk bölgelerinde memuriyet yapıp yolu nasılsa ve nedense Ege’ye düşen memurlar ve çocukları tarafından getirilmiştir. Yoksa biz ‘Egeliler’ çay bilmezdik (Sahici Egeliyse şimdi de bilmez ya), biz kahve içeriz. Sahici Egeliler (ki özellikle Küçük Menderes Ovası’nda bulunurlar) asil ruhlu ve yanlış yaptıysa bunu kabul edecek kadar da yüksek ruhlu insanlardır. O yüzden Bülbül’ün ‘dut yuttuğu’ değil ‘dut yediği’ne işaret eden eleştiri kabul edilmiştir. (Bu arada şayan-ı hayrettir, demek ben de yanlış yapabilirmişim. Hayret ki hayret billahi). İmza: Asil Ruhlu Efe. Hamiş: Efendi (Dikkat, ‘Eniştem’ denmemekte, küçümseyici manada ‘efendi’ hitabı tercih edilmektedir. Gözden kaçmasın yani), ‘Ege’den kız aldın diye Egeli olamazsın memur çuçuğu’’ diyen o zarif ironi cümlesi cevap yetiştirilemediğinden mi gözden ırak tutulmuş, yok sayılmıştır?”
Enişte: “Efem, hemşerimi kıracağıma dişimi kırarım. İmza: Dişleri Sağlam Enişte.”
***
Enişte: “Efem, yazındaki Sansaryan değil Sanasaryan Han olacaktı.”
Efe: Sen Ermeni Muhipleri Cemiyeti mütevellisisin. Seni kaale almam. Sanasaryan diye belki Ermeniler diyordur ama ben safkan bir Türk solcusu olarak orada yattığımda da çıktığımda da Sansaryan dedim. İmza: Öz Be Öz Türk Efe.”
***
Enişte [Efe, ve’den sonra virgül kullanılmasına takılınca]: “Sen öyle san canımın içi. Hiç, üslup özelliği diye bişey duymuş muydun? Ve ile virgül bal gibi birlikte kullanılır ve özellikle dikkat çekmek için kullanılır canımın içi. Ayrıca, evli barklı hanımlara mesaj atmaya utanmıyor musun? Bir husus daha: Sana amma koymuş la, senin yanlış(lar)ını düzeltmiş oluşum! Nası da sabretmişsin siperde bekleyip! Ama, yazımı dikkatle okumuş olman bu iki günahını da biraz affettirmektedir… Ses! Seeeeees! Alooooo!”
Efe: “Oğlum, virgül ile ve’yi bir arada kullanma saçmalığı yerine üslup zerafetini daha iyi sağlayacak yöntemi bilmiyorsun. Ben Feyhan kardeşime anlattım. Çok meraklıysan ona sor. Tire işareti işte bu işler içindir. Bilmiyorsan öğren. Benimle ilgili cümlelerine gelince. Ben ne hata yaparım ne de yanlış. Yani hata, kusur, yanlıştan münezzehim. O yüzden, yazdıkların benim için yok hükmündedir. Aloo, Seeessss filan diye de beni taciz etme. Ülke ve dünya sorunlarını düşünüyorum. Ayrıca bu “canımın içi”ler çok calib-i dikkat!”
Enişte: “Efem, çok üzülüyorum ama yazdıkça batıyorsun. Zerafet diil zarafet, zarif’ten. Sen Allah bilir zürefa’yı da zürafa biliyondur! Sen her zaman haklısın deyiver bitsin: ‘İtaat Et, Rahat Et’ – Bülent Arınç. İmza: Damarsız Enişte.”
Efe: “Anlaşıldı. En iyisi bundan böyle seninle mesafeli bir ilişki kuracağım. Ben Feyhan’la sohbet ederim. İzin verir de ona yazdıklarımı görüp okuyabilirsen istifade edersin. İmza: Her Daim Tevazu Olup Mütavazı Gösteren Efe.”
Enişte: “Efem, hele son cümlen RTE’yi bile susturacak türdendi, kalbi^ tebrikler sana! (Şapka cepte başka türlü konulamıyor, hemen atlama!)”
Efe: “O son cümle kusur arayan sazanlar için yazıldı ve sazan oltaya geldiiiiii… İmza: Zalim Efe.”
Enişte: “E vallahi, bu kaa olur!”
Efe: “Sana mutahhap olmamaya karar verdim. Oya ‘yemek hazır’ diye içeriden talimat verdi. Maalesef bu üst düzey sohbetten ayrılmak zorundayım.”
Enişte: “Kılıbık koca!”
Efe: “Bir “ruh-ül Kudüs” var idi, şimdi bir de “ruh-ül habis” çıktı başımıza. Yüce rabbim, Feyhan kardeşime benden ders alıp yeni yıla girerken güzel sözler fısıldayacak bir koca nasip eylesin.”
Enişte: “Hemen Feyhan’a gönderiyorum ki senin dersini bizzat versin!”
***
Efe: “Eniştem, evin terasından otelin damına, oraya bura zıplayıp amatör muhabirlik yapıyorsun anladık. Ama heyecandan Feyhan kardeşimi unuttuysan, güvenliģini sağlamadıysan fena yaparım haberin olsun. 😈👽😈👽😈😈”
Enişte:” Emoji listen yetersiz.”
Efe: “Niyeymiş o? Al: ❤️❤️❤️”
***
Efe: “Biz bu ay sonu Ada’ya intikal etme kararı verdik. Burda kalıp beton ve asfalt seyredip egzos koklamaktansa Ada bir cennet. Paraya kıyıp kalorifer de taktıracağız. Keşki siz Bodrum’a giderken Ada üstünden geçseniz. Hem kestirme bir yol olur hem de biricik Efe ile ruberu (^^ bunları yerine sen koyuver) sohbet etme fırsatı çıkar.”
Enişte: “Hakikaten yahu. Marmara Adası tarikiyle gidersem Ankara-Bodrum yolu kısalır. Odamızı hazırla!”
Efe: “Oda değil daire Eniştem. En alt kat. Bir yatak odası, bir banyo, bir oturma mekanı ve açık mutfak. Buzdolabı filan da cabası. Bizim oturduğumuz bölümden tümüyle bağımsız ve elbette deniz manzaralı. İmza: Aşırı Varsıl Efe.”
Enişte: Vallahi pes. Bu refah bizde bile yok!”
***
Enişte: Efem, sen ki Devr-i Süleyman yazarısın, şimdi bi de Devr-i Tayyip yazsana. Ben hazretin ‘yazılmamış anılar’ını yazdım, İletişim ürktü ve aylarca oyaladıktan sonra reddetti. Ragıp’ın Belge’si bastı sonuçta ve bişey olmadı. Otur, adadan yaz.”
Efe: “Yazmayacağım işte. Rakı içeceğim, karides salatası ve karides güveç yiyeceğim, denize bakıp hülyalara dalacağım ve yazmayacağım işte!”
Enişte: “Ziftin pekini ye. Peki biz ne olcez?”
Efe: “Eniştem bakıyorum yorucu eylemler içindesin. Ben de benim Ada’da akşama rakı mı, şarap mı, karides ızgara mı, istavrit tava mı gibi zorlu sorulara cevap aramaktayım (Oh be!.. Meseleyi iyi koydum haaaa)”
Enişte: “Abem benim!”
***
Enişte: “Efem, 1981’de Cumhuriyet’te çıkan bir yazım vardı, ‘Temel Yanlışlık’. Onu bulabilir miyiz?”
Efe: Bulurum ama birkaç gün sürer.
Enişte: “O zaman boşver Efem. Ben internetten bakacaksın sanmıştım.”
Efe: “Benim arşiv ulaşımım ayrıldığım gün iptal edildi. İşe benim aldığım bir eleman ise ben doğrudan arayınca, ‘Sizinle konuştuğum duyulursa hemen işten atılırım’ diye ağladı.
Enişte: “İkisine de: Yazık ki ne yazık…”
***
Efe: “Eniştem, yolladığın linkte alafortenfoni’yi görünce, oldum bittim merak ettiğim bu sözcüğün anlamını Enişteme sorayım, dedim. Sonra yazıyı okumaya başladım. Alafortanfoni’yi öğrendim. Mes’ut oldum. Eniştem benim bir tanedir, filan gibi iç cümleler kurdum. Derken yazının sonuna yaklaştım ve… Ve evet bilinçaltını dışa vurmuş, yıllardır başarıyla taşıdığın maskeyi indirivermişsin. Bundan sonra seninle ilişkilerimi askıya alıyorum. Bundan böyle birbirimize ‘siz’ diye hitap edelim. Soğuk bir ‘siz’ tabii. Bundan böyle tek arkadaşım, biricik hemşerim Feyhan’dır. Bundan böyle bana bir şey söylemek istersen Feyhan üstünden yaz. İmza: Mütehabbir* Efe. *İhbar edilen anlamına gelir. Ben imal ettim. Osmanlıcaya katkımdır.”
Enişte: “Feyhancım, senden ricam, aşağıda adı ve açık email adresi bulunan şahsa şu mesajı iletmendir: ‘Yürrüüüüü, mütehabbir şahsiyet!’”
***
Efe: “Eniştem, sabah sabah iyi sükse yaptın. Orada burada, Baskın Oran benim çok yakınımdır. Birbirimize sen diye hitap ederiz deyip hava basıyorum.”
Enişte: “Gerekirse, ikimizin el ele göz göze bi montajını yaptırıp göndereyim?”
Efe: “Elele, göz göze, diz dize ve…”
Enişte: “Aynen la!”
Efe: “Eniştem bırak bu Kürt diyalektiğini. Ne o öyle lâ filan. Biz Ege’de len deriz. İnanmazsan Feyhan’a sor.”
Enişte: “Diyalektiğini değil la, diyalektini!
Efe: “Seni bundan böyle ukala eniştem olarak tasvir, tasmim, tasnif, tavsif ve vaftiz ediyorum.”
Enişte: “Canını yiyim la!”
***
Enişte: “Çok ayıp Efem. Bu resmen o büyüğümüze hakarettir. ‘Patlasa, yan yatsa, çamura batsa’ Buradaki yan yatsa’nın ne anlama geldiği açık!”
Efe: “Sen bisiklete donsuz binen kadın videosu yollarken terbiyesiz olmuyorsun da, ben bir Ege deyişi kullanınca büyüğümüze hakaret etmiş mi oluyorum? Yan yatmışa o anlamı yüklemek ancak benim terbiyesiz eniştemin harcıdır.”
Enişte: “Hadi hadi, alamadın yan gel! Ayrıca sana bi daha kıymetli evrak yollayanın…”
Efe: “Şantaj: Bana yolladığın o kıymetli evrakı Feyhan Kardeşime ‘Eniştem bunu yolladı’ notuyla ileteceğim. Vazgeçmem için avantamın ne olduğunu bilmem lazım…”
Enişte: “Feyhan’a böyle şeyleri ilk elde gösterdiğimi anlamıyorsun di mi? Bi de ben Oya Yengeme yollayıp, senin bana yolladığını söylersem? İmza: Şantajcı Enişte.”
***
Efe [Paris’te bir köprünün önünde sereserpe yatan bir kadın fotosu üzerine:]: “Bu köprüyü hep merak ederdim. Üstünden geçmişliğim de vardır ama ne zaman yapıldı, ne kadar zamanda yapıldı gibi bilgilere hiç erişememiştim. Sayende hem bilgilendim hem de doya doya seyrettim. Allah senden razı olsun Eniştem.”
Enişte: “Allah cemi cümleden razı ossun Efem!
Efe: “Sonradan fark ettim Eniştem: Pont Neuf köprüsü fotoğrafının ön tarafında bir kadıncağızın da fotoğrafı var. Yazık be, üşür o garibim. Change.org’dan bir yardım kampanyası örgütlesek mi?”
Enişte: “Efem, onu ben de farkettim sonradan. Araştırdım, Paris’in en eski püskü köprüsüne kafiye olaraktan koymuşlar üstüne bişey alacak parası olmayan kadıncağzın fotosunu. Yalnız, Change.org iyi de, hemen 20 TL istiyor. Sende var mı o kadar?
Efe: “Yav bozuğum yok be. Sen şey et ben sonra sana şey ederim.”
Enişte: “Tamam, hesaplaşırız.”
***
Efe: “Eniştem, sen elimden tutup beni o videodaki yerlere götür.”
Enişte: “Hani bikaç sene önce ‘bana bunları yollama’ demiştin de ben yollamayı kesmiştim? Tekamül mü ettin?
Efe: “Şimdi ciddi: Hayır tekamül filan etmedim. Uzun hikayedir. WhatsApp ne kadar güvenli olursa olsun burada aktaramam. Şu kadarı yetsin: Eskiden beri iyi tanıdığım biri Cumhuriyet’in avlusunda (odamda değil avluda olmasında ısrar etti) bana ‘Bütün iletişimin izleniyor. Savruk olma’ dedi. O zamanlar WhatsApp da yoktu. O yüzden sana ayrıntı vermeden o mesajı yazdım. Nitekim çok sonra Cumhuriyet davasındaki bir duruşma oturumunda dosyaya benim Osman Kavala ile yazışmalarım kanıt olarak konuverdi… Katalavis?”
Enişte: “Yahu Efem, defo varsa alanın değil, yollayanındır. Aksi halde bozulduğun adama yolla, canına oku olur! Ama her halükârda sende değilse bile ortada bi ‘tekamül’ var! Sana iki tane seçmece yollayayım birazdan!”
Efe: “Hemen bakamam ama. İkindi namazından sonra bir göz atarım artık…”
Enişte: “Tamam. Sen namaz borcunu eda et, sonra okursun.”
***
Son mesajlaşmalar…
Enişte: “Efem, çok geçmişler olsun. Safrakesesi ağrısının pek berbat olduğunu duymuşumdur.”
Enişte: “Efem, senin köşe yazının bildiri haline getirilmişine Oya Yengem hâlâ oy göndermedi. Bugün 18.00’de bitiyor süre. Yoksa boşanıyor falan mısınız?”
Efe: “Onun imzasını koy tabii Eniştem. Ben bugünlerde biraz namizaç’ım ya, Oya’ya WhatsApp mesajları okutamadım.
Enişte: “Senin imzan?”
Efe: “Yav eniştem sana umumi vekaletname veriyorum. Ne münasipse yap. Ben uyuyacagım…”