Baskın Oran

Diyarbakır’ın güzel halleri

En mutlu bu sefer döndüm. En az iki sebepten: 1) Çocuklardan oluşan o dilenci orduları artık yok. 2) Konferanslardaki sorular güzeldi ve öğrenmek-tartışmak amacını taşıyordu. Bir üçüncü sebep tamamen şahsi: Hiçbir zaman ve mekânda bu kadar sıcak karşılanmadım. Yolda insanlar “Hoşgeldin, sefalar getirdin, seni devamlı okuyoruz” dediler. Gittiğimiz bazı kahveler, “Bizden olsun” dediler. Önemli bir kısmı başı örtülü olan öğrenciler birlikte resim çektirdiler, kitap imzalattılar. Feyhan’a demişler: “Ne kadar şanslısınız!”; ben hayatta bu kadar büyük iltifat hiç almadım.

Dicle Üniversitesi

İki konferans verdim. Üniversitedekinde, gazlıbezi olmayan bir ülkenin I. Dünya Savaşına, Ermeni öldürmenin Ermeni reformu yapmaktan daha kolay gelmesi yüzünden girdiğini anlattım. Bunu “1839’dan 1915’e Yuvarlanan Süreç”te yazmıştım. Dinleyicinin olgunluğunu şuradan anlayınız ki, bir kadın profesör arkadaşım şöyle dedi: “Kürtlere gelip de ‘Siz Ermenileri kestiniz’ konulu konferans vermek ancak bu kadar olur”. Dicle Üniversitesi ilk defa böyle bir sempozyum düzenleyerek cesaret örneği verdi. Ekim ayında da Tunceli Üniversitesi bir Dersim Sempozyumu yapacak. Bravo yapanlara, yapma cesareti veren ortamı yaratanlara. Bununla birlikte şunu da söylemek zorundayım: Sezgin Tanrıkulu’yu önce davet edip sonra yasakladı üniversite. Ayrıca, İHD ve Eğitim-Sen dahil 32 sivil toplum örgütünün, yürüyüş yaparak üniversitedeki cemaat temelli kadrolaşmayı protesto ettiği 21 Mayıs tarihli basında çıktı.

TÜYAP kitap fuarındakinde “Türkiye’de Kimlikler ve Kimlik Çatışmaları”nı anlattım; sitemde var . Kan’a dayalı olmak yüzünden bölücü olan “Türk” üst-kimliğinin, toprak’a dayalı “Türkiyeli”ye dönüştürülmesi gerektiğini söylerken, klasik soru geldi: “Türkiyeli, Türk’ten gelmiyor mu?” Anlattım: “Bu ismi Türkler koymadı. ‘Turchia’ diye Venedikliler koydu. “Türk” de Çinlilerin verdiği isimdir. Her ülkede üst-kimliği başat etno-dinsel grup koyar; bu normaldir. Yeter ki altkimliklere saygı göstersin. 87 yıl sonra T.C. olmasın da ‘Anadolu Cumhuriyeti’ olsun demek, 60 milyonu 12 milyona düşman etmekten başka işe yaramaz”.

“Kürt Kemalizmi”

Ben dinsel altkimlikler arasında mümkün olan geçişin etnik altkimlikler arasında olamayacağını, ama bunun da istisnasının bulunduğunu söyledim: “Yukarıya doğru geçiş”. “Bir Zaza Kürt olduğunu söyleyebilir, ama tersi olmaz”. Bir dinleyici önce şöyle itiraz etti: “Ben Zaza’yım. Kendi üstümde bir kimlik istemiyorum”. “Alt” deyince, aşağılanma olarak alıyor. Her ülkede bir üst-kimlik bulunmasının bütünleşme açısından şart olduğunu anlattım. Arkasından, kendisini bir “Zaza Kürdü” olarak tanımladı. Yani farkında olmadan Kürt üst-kimliğini kabul etti. Tabii, şöyle diyerek: “İkisi de aynı millettir. Bu ayrım 12 Eylül tarafından çıkarılmıştır.”

Kürtlerde, hiç farkında olmadan, ciddi boyutlarda bir “Kemalizm” var; zaten başka türlü olması beklenemezdi: 1) Türkler Kürtleri asimile ediyorlar, Kürtler de Zazaları. 2) Birinde “Dağ Türkü” var, öbüründe “Zaza Kürdü”, 3) Bir Zaza dostum hatırlattı, ikisi de “Ayrım, dış mihrakların icadıdır” diyor, 4) Biri “Türkiye” demiş, öbürü toprak’a dayalı “K. Irak Cumhuriyeti” alternatifini hiç aklına getirmeden, kan’a dayalı “Kürdistan” diyor, 5) Birinde Atatürk’e, öbüründe Öcalan’a tapınma var, 6) Çok daha önemlisi, yine hiç farkında olmadan, Kürtlerde aynen Türkler gibi kendini “Esas ve Kurucu Unsur” ilan etme var.

Anlattım: “Bu yaptığınız, Müslümanların Millet-i Hakime ideolojisi sonucudur. Kürt değil, Müslüman olmaktan geliyor. Sonuçta, yukarıdaki tahtta oturan Türklerin yanına çıkmak istemektir. Biz, Türkleri o tahttan normal vatandaş koltuğuna indirme mücadelesi veriyoruz, tutup da sizi oraya çıkartamayız. Geri kalanlara İkincil Unsur muamelesi yapamayız”. İlave ettim: “Siz bu mikrobu Türklerden kaptınız.” Çok güldü herkes buna. Kendine gülmek, olgunluğun en üst düzey ifadesidir.

Gelen en anlamlı soru şuydu: “Kürt talepleri milliyetçilik midir?” Hakları kendileri için istedikleri, bütün Türkiye halkı için istemedikleri anda milliyetçilik yaptıklarını söyledim. “Ben sadece Kürtlere haklar verilmesine kesinlikle karşıyım. Ulus-devlet yasakları, tüm farklı olanların sırtından kaldırılmalıdır. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ı bunun için çok tutuyorum; milliyetçilik yapmıyor, insan hakları savunuculuğu yapıyor.”

Hanından kilisesine, koca Diyarbakır

Şehirden bahsedelim asıl. Ortadoğu’daki en büyük Ermeni kilisesi Surp Grigoros, ki tavanı 30 yıl önce tamamen çökmüştü, tam bir harabe idi, nihayet restore ediliyor. Masrafın yüzde 30’unu Büyükşehir, gerisini kilise vakfı üstlenmekte. Ama vakfın gücü yok. Alana giriş yasak, ama sağ olsun mimarlar bir istisna yaptı, izahat da verdi, çay da ikram etti. Beni en çok heyecanlandıran, sütunları kuvvetlendirmek için içlerine ince plastik borularla (çimento değil) özel kireç enjekte edilmesi oldu. 4 kamera mesai saatlerinde yayın yapıyor; özel ayarları yaparak www.mvzmuhendislik.com’dan izleyebilirsiniz. Kullanıcı adı admin, şifresi 85151433. Ermenilerin dünyanın dört bir yanından gelip düğünlerini burada yaptıklarını düşünebiliyor musunuz?

Hasan Paşa Hanı avlusunda Kamer’in işlettiği kahve bir zevk cümbüşü. Çepeçevre dükkanlarda yok yok. Yan yana asılı “halı portre”ler: Che, Ş. Perwer, D. Gezmiş, Hacı Bektaş Veli, Hazreti Ali, Atatürk, Saidi Nursi, A. Kaya, Y. Güney, F. Gülen. Başınızı üst kata kaldırın, çepeçevre kahvaltıcı. Biz “Mustafa’nın Kahvaltı Dünyası”nda taam ettik, aynen dün gece davetli olduğumuz “Gurme”deki kadar memnun kaldık.

Kalkarken, sağlıktan nihayet tahliye edilen A. Demirbaş geldi uğurlamaya. Haftasonu hastaneden evci çıkmış. Kendisi dışarıda, aklı dağdaki oğlunda. Yıllar önce içeri alınırken, 13 yaşındaki Baran sormuş: “Neden baba?”, “Demokratik hakları savunmaktan, oğlum”. Bu sefer yine alınıyor, liseli Baran yine soruyor: “Baba, hâlâ demokrasi mi diyorsun?” “Evet oğlum, uzun ve meşakkatlidir ama en sağlam, en doğrusudur”. Bir es verip öyle ekledi Abdullah: “Akşam beni cepten aradı, ‘Şu arkadaşımda kalıcam beni merak etmeyin, aramayın da çünkü kontörüm bitti’ dedi.

Anlamalıydım o zaman”. 05.30’da arkadaşının babası telefon ediyor, “Bizim oğlan gelmedi, Baran geldi mi?” Abdullah diyor ki, “Baran’ın hiçbir şeyini eksik etmedik. Evde de ayrı odası vardı”.

Kılıçdaroğlu da diyor ki, “Kürt sorunu ekonomiktir; aç kalan dağa çıkar”. Böyle giderse askere çabuk alır tezkere diye düşünürken ben, Abdullah Reis eğiliyor Kahvaltıcı Mustafa’ya, diyor ki: “Senin bu broşür güzel olmuş ama, Türkçenin yanına Kürtçe, Ermenice, Süryanice ve İngilizceyi de katarak tekrar basmalısın”. Mustafa’nın aklı yattı.

Havaalanı yolundayız. Sur Belediyesi önünde iki pankart: “İrademe dokunma” ve “Başkanımızı istiyoruz”. Abdullah Reis’e diyorum ki, tahliye edildin, ikincisini kaldırtsan? Diyor ki, onu yenileyeceğiz, “Başkanlarımızı İstiyoruz” yapacağız.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı