16 Kasım 2013 Cumartesi günü Türkiye Diyarbakır’da önemli şeyler yaşadı. Erdoğan Belediye’yi ziyaret etti, dağdakiler inecek cezaevleri boşalacak, dedi. Hepsinden önemlisi, Kürtleri mutlu ederek Süreç’e büyük katkı yapacak “Kürdistan” kelimesini ilk defa kullandı. Aynen Barış Süreci’ni (Süreç) başlatmasına benzer biçimde cesurca davrandı (o kadar ki, TRT sansür etti!). Büyük çoğunluğumuz mutlu.
Gerçi böyle sivri durumlarda sıcağı sıcağına yorum yapmak doğru değildir ama, birçok kişinin aksine ben huzursuzum. Bu tarihsel günün genel olarak Türkiye’ye ve özel olarak da Süreç’e zarar vereceğinden çekiniyorum. 21 Mart 2013 günü yani Nevruz’da okunan Öcalan Mektubu’yla Milat’ı ilan edilen Süreç’in, Diyarbakır’daki bu “tarihsel gün” tarafından fena biçimde yaralanmış olmasından korkuyorum.
Şundan: Başbakan, tabutları durduran Süreç’in temel raconunu aniden değiştirdi: Diyalog’daki partneri Öcalan’ı devreden çıkararak, 2011’den beri tabiatında kemikleşen “Kararları ben veririm”e uygun biçimde monolog’a geçme işareti verdi. Üstelik bunu, Öcalan’ın rakibi Barzani’yi yanına almak suretiyle yaptı. Türkiye’deki Kürt sorunu Türkiyeli Kürtlerle değil de Iraklı Kürtlerle halledilecekmiş gibi.
Neden böyle yaptı?
Erdoğan ile Barzani’nin ortak yönleri ve menfaatleri var: 1) Erdoğan Barzani’ye siyasal meşruiyet ve denize açılım sağlayacak, Barzani de Türkiye’ye ucuz doğalgaz verecek; 2) Biri Türkiye ve Ortadoğu’da, diğeri Kürtler arasında Tek Adam olmak istiyor. İkisi de, Öcalan’ın desteklediği Suriye Kürtlerine (PYD) bu nedenle karşı. Almanya’daki dostum H. Poyrazlı da sitesinde yazdı, Rojava’yı Barzani sınır kapılarını kapatıp doğusundan, Erdoğan beton duvar ördürüp kuzeyinden mengeneye almakta. (Tabii, Erdoğan’ın bir de ideolojik sebebi var: PYD’ye karşı şeriatçı El Nusra’yı destekliyor); 3) Barzani 1990’lardaki “sıcak takip”lerde TSK’yla birlikte hareket ederek PKK’yı defalarca kıskaca aldı. Şimdi de Öcalan dört ülke Kürtlerinin nüfusları oranında temsil edilmelerini istediği için, Erbil’de yapılacak Kürt Konferansı’nı üçüncü defa erteledi; yaptırtmıyor. Geçen hafta Kandil’e giden BDP’lilerin araçlarını saatlerce bekleterek arattı. Bunlar Öcalan’ın elini zayıflatıyor ve kendi projesi neyse onu uygulamak isteyen Erdoğan’a yarıyor.
Ama bir başka sebep var ki, bunların tümünden daha önemli: Önümüzdeki seçimlerde BDP’nin muhafazakar oylarını AKP’ye yönlendirmek veya en azından Barzani’nin KDP’sini (Kürdistan Demokrat Partisi) kullanarak partiden koparmak. Nitekim, BDP Hakkari milletvekili Esat Canan şöyle dedi: “Benim seçmenlerimin çoğu KDP’ye yakındır; orada olmazsam olmaz”. Şimdi de, zaten 1959’daki 49’lar Tevkifatı’dan bildiğimiz, 1965’te de illegal olarak kurulan Türkiye KDP’nin açılacağı haberleri geliyor. Kürtler arasında çoğulculuk tabii ki şart; ama buradaki amaç o değil, Süreç’teki partneri zayıflatmak.
Partnerini yok ediyor
Süreç’in özü şuydu: Kürtlere tek söz geçirebilen kişi Öcalan silahları susturacak, Türklere söz geçirebilen tek kişi Erdoğan da çatışmasız ortamdan yararlanarak reformlar yapıp 90 yıllık sorunu bitirecekti.
21 Mart 2013’teki Nevruz Mektubu’nda bir tek ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ demediği kalan ve bu yüzden Kürtler nezdinde ciddi risk alan Öcalan sözünü tuttu; yaklaşık bir yıldır tabut gelmiyor.
Fakat Erdoğan şu ana kadar hiçbir reform yapmadı. Bu bir kenara, şimdi partneri Öcalan’ın tabanını yok etmeye girişiyor: “Doğu ve Güneydoğu’da tek partinin hüküm sürmesine izin vermeyeceğiz. Kendileri gibi düşünmeyenlere kastedenler bölgeye barış getiremezler”. Bunu, kendisi gibi düşünmeyenlere nasıl davrandığı bilinen Erdoğan söylüyor ve yardım istiyor: “Sizden bir ricam var (…) Çocuklarımızın kanı üzerinden hesap yapanlara Diyarbakır’ın yeter artık demesini istiyorum”. Bu yapılırsa, yani diyalog partneri BDP bitirilirse, şunları vaat ediyor: “Dağdakilerin indiğini, cezaevlerinin boşaldığını, 76 milyonun bir olduğunu, birlikte yeni Türkiye olduklarını göreceğiz”.
Monolog’a dönüş: Sorular
Erdoğan’ın Kürt meselesindeki başarısı, üstünlüğü, 90 yıllık monologdan diyaloga geçmek idi. Şimdi BDP oyları uğruna monologa geri dönünce, söylediklerini bir daha okumak gerekiyor:
“Cezaevleri boşalacak” derken, bu, ‘Örgüt üyesi olmadığı halde…’ denip açıkça rehine alınan binlerce KCK’lıyı salıverme vaadi. “Dağdakiler inecek” derken, insanlar piknik için mi çıkmışlardı yoksa Kürtlerin 90 yıldır verilmeyen hakları için mi? Hangisi verildi ki vazgeçecekler; başbakan Kürt’e Kürt, Kürdistan’a Kürdistan dediği için mi? “Belediyeyi ziyaret etti” derken, otururken Baydemir’in kendisine sürekli uzattığı eli Erdoğan’ın sonunda nasıl kerhen tuttuğu dikkatinizi çekti mi? O fotoğraf size bir şey söyledi mi?
Üstelik, Kürtlere 90 yıldır inkar edilen haklardan bazıları Süreç sonunda verilse bile, bu iki taraflı bir “anlaşma” sonucu değil, yine tek taraflı bir “ihsan” biçiminde olmayacak mı? Zaten yaralı olan Kürtler bunu “sadaka” diye yorumlamayacak mı? Yoksul ve gururu yaralı bölge insanını zayıflatarak ve petrolle zenginleşmekte olan Iraklı Kürtleri güçlendirerek mi sağlanacak Türkiye’de birlik-beraberlik?
Kardeşlik demokrasiden doğar
Bilge bir adamın, Tarhan Erdem’in, 18 Kasım tarihli Radikal’de yazdıkları galiba olayın özü: “ ‘Demokrasi için kardeşlik’ mi, yoksa ‘kardeşlik için demokrasi’ mi yeter[li] ve gerek[li] şarttır? Sayın Erdoğan, en azından hafta sonunda ‘demokrasi için kardeşlik’ demiş oldu; korktuğum bu anlayıştır!”
Bugüne kadar, önemli olanın “birlik ve beraberlik” olduğu söylenegeldi ve Kürtlerin buna uymaları istendi de bu hallere düştük. Şimdi Erdoğan aynı şeyi başka türlü söylemiyor mu? Yeni Türkiye’nin doğması için “kardeşlik” lazım demiyor mu? Oysa, olay tam tersi. Bu devirde demokrasi olacak ki kardeşlik olabilsin. Yalnız Kürtlerle değil. Alevilerle, aydınlarla, LGBT’lerle, Gayrimüslim ve Müslüman tüm Türkiyelilerle.
Bu balkon konuşmasını daha önce de dinlemiştik. Umutsuzluk aşılamak istemiyorum ama, Ziya Paşa’yı anımsamadan da edemiyorum: “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”.
Bir de, şöyle haberleri gözardı edemiyorum: “Van karayolunu yapan özel bir firmaya ait şantiye, dün saat 16.00 sıralarında, silahlı 15 PKK’lı tarafından basıldı. Görevlileri etkisiz hale getiren PKK’lılar, şantiye çalışanlarını toplayıp örgütün propagandasını yaptı. PKK’lılar, daha sonra 7 kamyon, 1 dozer, 1 ekskavatör ve 1 yakıt tankerini ateşe vererek, uçurumdan yuvarladıktan sonra bölgeden yaya olarak kaçtılar” (19.11.2013 tarihli medya).