Hani, saldırıya uğrarız veya uğrama ihtimalimiz vardır, vatanı korumak için milliyetçiliği sivriltmek gerekir; hiç öyle bişey yok.
Tersine, sırf iç politikadaki koalisyon iktidarda kalabilsin diye dış politikada milliyetçi dolduruşa getiriliyoruz.
TRT başta olmak üzere yüzde doksan beşi iktidarın borazanı olan gazete ve TV’lerden sabah-akşam gerçeğin fena halde tahrif edilmesi (saptırılması) yöntemi kullanılıyor.
Önce bu tahrifleri özetleyelim, sonra nedir gerçek, ona gelelim:
***
26 Ağustos. Cumhurbaşkanı ve AKP Gn. Bşk. R. T. Erdoğan Malazgirt’ten konuşuyor: “Türkiye’nin sabrı sınanacak bir ülke olmadığını herkesin görmesini istiyoruz. Yaparız diyorsak yaparız ve bedelini de öderiz. Bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen buyursun gelsin.”
29 Ağustos. Dışişleri Bakanı M. Çavuşoğlu: “Tatbikat yapacağız gibi açıklamalarda bulunursanız, adımlar atarsanız, bu sefer elimizden bir kaza çıkmaz, gereği neyse yaparız.” Çavuşoğlu bunu söylediğinde, Girit’in güneyinde tatbikat yapacağını Türkiye daha 25 Ağustos’ta ilan etmiş bulunuyordu ve geçen hafta da yazdım, CB Erdoğan da daha 23 Ağustos’ta “Bir, iki, daha fazla uçak gemisi yapacağız” demişti.
29 Ağustos. CB Yardımcısı F. Oktay: “12 mile çıkardığın zaman ne olacak? Şuradan aşağısına [Akdeniz’e] Türkiye inemeyecek. (…) Bunu kabul etmemizi mi bekliyorsunuz? Bu savaş sebebi olmayacak da ne olacak?”
Bu, Anadolu Ajansı’na çok uzun bir demeç. Sanki emrinde bir başdanışmanlar ordusu yokmuşcasına, inanılmaz şeyler de sokabiliyor araya: “Şu anda karasuları Yunanistan için 6 mil. Türkiye tarafında 3 mil. Ama genelde deniz hukukuna baktığınız zaman dikey ortay diye bir şey vardır.” Allahaşkına, “Türkiye tarafında 3 mil” ne demek? Dikey ortay dediği acaba eşit uzaklık kuralı olabilir mi? Başdanışmanlaaar?
29 Ağustos. M. Çavuşoğlu: “Yunan karasularını Ege’de 12 mile çıkaramazlar, bu savaş nedenidir.”
29 Ağustos. D. Bahçeli, sağolsun, aşağılıyor ve yüreğimizi kabartıyor: “Anlaşılan odur ki Yunanistan’ın denize dökülme istek ve iştahı yeniden kabarmış.”
***
Bütün bu laflar, Haziran 2003’te bizzat AKP’nin onayıp yürürlüğe soktuğu Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin, “Her türlü savaş propagandası yasalarla yasaklanır” diyen 20. maddesinin açık ihlali. Ama bu, sanayi çarşısı tabiriyle “keyfe keder” bir durum, geçelim, çünkü gerçeğin açıkça tahrifi çok daha vahim:
Gerçek şu ki, Miçotakis’in 12 mil derken Ege’deki Yunan karasularından bahsettiği yok!
Erdoğan’ın Malazgirt’te konuştuğu gün yani 26 Ağustos’ta Anadolu Ajansı, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in demecini aynen şöyle verdi: “Yunanistan İyon Denizi’ndeki kara sularını 6 milden 12 mile çıkarmayı planlıyor.”
Sanırsınız ki Yunancada Ege Denizi’nin adı İyon Denizi. Oysa İyon Denizi Yunanistan’ın batı kıyısı ile İtalya arasında, Adriyatik’in güneyinde. Nitekim aynı demeçte Miçotakis “batı karasularını genişleteceğiz” terimini de kullanıyor. O denizde ada vs. yani hiçbir ihtilaf olmadığı gibi, iki ülke arasında 9 Haziran’da bir Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması da imzalanmış durumda.
***
Şeytanın avukatlığına soyunalım şimdi: Acaba Yunanistan, kendi batısında karasularını 12 mile çıkardıktan sonra aynı şeyi doğusuna da (Ege’ye) uygulamaya kalkar mı?
İşte ancak o zaman diyebilirsin “savaş sebebi” diye; daha önce değil. Sen nasıl kalkar da adamların batısına, İyon Denizi’ndeki ulusal egemenliğine karışırsın? Karışırsan, onun da Türkiye’nin kuzey ve güneydeki karasularına karışma hakkı doğmaz mı? Çünkü Ege’de karasularımız 1964’ten beri (ondan önce karasuyu mevzuatımız bile yok!) 6 mil ama Karadeniz ve Akdeniz’de 1982’den beri 12 mil. (Bunları başka bir yazıda anlatırım, kıta sahanlığını da yazarım, hava sahası ve FIR hattını da yazarım, Yunanistan’ın uyanıklıkları karşısında bizim geçmişteki gafletlerimizi de yazarım, büyüklerimiz de bahaneyle duymuş olurlar.)
Ulusal egemenlik, aynen bireysel özgürlük gibidir: Başkasının ulusal egemenliğinin başladığı yere kadardır.
***
Başka bir konu: “Şımarık” Yunanistan sürekli Batılı ülkelere ve AB’ye sığınıp “efelik” yapıyor olabilir mi?
Kardeşim, sadece İstanbul’un nüfusu (15,5 milyon) tüm Yunanistan’ın (10,7 milyon) 1,5 katı. Türkiye 83 milyon. Üstelik, bikaç yıldır izlediği Suriye, Irak, Libya politikaları sonucu (geçen hafta anlattığım gibi) maalesef artık “loose cannon” diye dünyaca tescillenmiş bir ülke.
Böyle fazla asimetrik güç durumlarında zayıf olan tarafı fazla sıkıştırırsan ittifaklar arar. En başta, üyesi olduğu AB’ye sığınır. Hatta, Katar ihvanımız hariç, başta Mısır tüm Müslüman Arap ülkelerine sığınır.
Bu bize bişey anlatmıyor mu? Anlatmıyorsa, şöyle hatırlatayım:
Stalin 1945’te Kars ve Ardahan’ı istediği zaman Türkiye ne yapmıştı? ABD’ye sığınmıştı ve sonunda haritada yerini bilmediğimiz Kore’ye asker göndermek sayesinde NATO’ya kapağı atmıştı.
***
Üstelik biz bu küçük komşumuzu, sürekli aşağılamanın yanı sıra, silahlanmaya da zorluyoruz çünkü onun silahlanması bizim daha fazla silahlanmamızı meşru gösterecek. Yunanistan şu anda Fransa’dan silah ve uçak almak için pazarlık yapıyor.
Bu, böyle zincirleme gidecek. Navtex çıkar tehdit et, sonra adam Navtex çıkarsın, sen de buna dayanarak Navtex çıkar. Navtexleşip durun. “Bundan âlâsı, Şam’da kayısı” diyeceğim ama Şam’daki durumumuz da belli: Allah’a değil, evelallah, Putin’e emanet: Türk heyeti Moskova’ya gittiğinde, Dışişleri Bakanı Lavrov Suriye Kürtlerinin siyasi partisi PYD’yi ağırlıyordu.
Böyle zincirleme gidecek de, 83 milyonluk Türkiye, olmayan kaynaklarını silahlanmakla tüketerek kendini tüketiyor. Bu kayıkçı kavgası sonucu bütçemizin ne hale getirildiğini ayrıca ve ayrıntısıyla yazacağım. Bu hafta şunu söylemekle yetineyim:
Durum berbat’tan vahim’e gidiyor: TSK, Ankara’ya sormadan ateş açma yetkisini gemi komutanlarına kadar indirmiş bulunuyor. AKP kurucularından, eski dışişleri bakanı Yaşar Yakış uyarmakta: “Askerlerin eli yanlışlıkla tetiğe giderse?”
Aman! Bir dakika! Sakın amaç bu olmasın?
Sakın, 500 nüfuslu Meis’e asker gönderme fotoğrafı bunu temin için servis edilmiş olmasın?
Hem gerilim isteyen için, hem de gerilim isteyen loose cannon’ı batağa daha fena sürüklemek isteyen için?
***
Not I: Ne tarih profesörlerimiz var. “Hitler nasıl Polonya’ya anında girdiyse biz [de] Yunanistan’a adeta elimizi kolumuzu sallaya sallaya gireriz” demiş bir adedi.
Arkadaşım M. Tiğrek şöyle yorumluyor: “Bunu dedikten sonra, baktım, ‘Zaten Suriye’ye de Hitler’in Polonya’ya girdiği gibi girmiştik, Yunanistan’a da gireriz. Gider önce o taraftan bu tarafa dört roket attırırız, tamam!’ da demiş mi. Hayır; dememiş.”
Aynı tarih profesörü şu yazdıklarıyla da manşet olmuştu:
“Camide Fahişe olur mu? Fakat, İKONLAR ortadan kaldırılmazsa Fatihin Emaneti Ayasofya, Fahişe ZOE ile Fahişenin sergilendiği Dünyadaki ilk cami olacak.” (Yazış biçimini aynen korudum. İmparatoriçe Zoe’den Fahişe Zoe diye bahsediyor).
“Çok okudum, kafa patlattım. Bu lanet sözleşme kan dökülecek gizli tuzaklarla dolu. Sözleşmenin tamamını, DİKKATLE okuduğunuzda bunu anlıyorsunuz. İstanbul Sözleşmesini OKUMADIĞINIZI SİZ BİLİYORSUNUZ. Bari bu metni okuyun. NASIL UYARAYIM ARTIK BİLMİYORUM. BU METİN ÇOK KAN DÖKECEK.” (Yazış biçimini aynen korudum.)
Not II: Yabancı basından tüyler ürpertici iddialar geliyor: “Erdoğan bir Yunan gemisinin batırılmasını istedi, komutanlar kabul etmedi”