Geçen sefer sıkışıklıktan ihmal ettim not etmeyi, onu söyleyip öyle başlayayım, bu Can Dündar’a yapılan sözde saldırı çok kötü oldu. Kararın bir saat öncesinde yapılınca herif birçok şeyden sıyırdı. Bu nasıl iş? Bu ne ustalıklı zamanlama? Çok manidar!
Bizim Suriye’deki Müslüman kardeşlerimize gönderdiğimiz mühimmatı açığa çıkarmak bu alçak Esed ve Putin hesabına casusluk değil de nedir?
Aslında, hiç olmazsa üç ay içerde yattılar, bu da bişeydir. Kaldı ki, FETÖ işinden sıyıramadılar ve “devletin gizli kalması gereken bilgilerini temin edip yayımlamak”tan da 5’er yıl yediler.
Şimdi işin Yargıtay safhasıyla uğraşmak lazım. Nefret ediyorum böyle perakende işlerden! Bu Yargıtay (ve Danıştay) işini toptan halletmek şart oldu artık. Bu da yapıldı mı bana karada ölüm yoktur inşallah.
Aman, böyle dedim diye sen sakın günah yazma Allah’ım (c.c.), hâşâ, lafın gelişi ağzımdan çıktı…
***
Hakim ve yargı deyince aklıma bizim Bekir’den başkasının gelmesi mümkün mü? Ne kadar marifetli bi çocuktur! DAEŞ davası tutuklularının firar ettiği sözde haberinin Hürriyet’te bangır bangır manşet olması üzerine derhal demeç vererek çirkef ağızları kapattı: “Açık cezaevinden ayrılma bizim literatürde firar sayılmaz, dış güvenlik, tel örgü yoktur”.
Çok daha önemlisi, şu bizim için fevkalade tehlikeli MHP kurultayı işini, nasıl yaptığını ben bile anlamadım ama, yağdan kıl çeker gibi halletti yav! Düşünebiliyor musun, kimin aklına gelir Allah’ın (c.c.) Gemerek mahkemesini devreye sokmak! Ardından da, yav bu resmen Nobellik bişey, İcra Dairelerini devreye sokup haciz memurluğu kararıyla kurultayı engellemek!
Yargıtay 18. Hukuk da bu arada iyi yürüttü işi, ha! Baktı herkes kendisini bekliyor, koridordaki panolardan birine bi kaat asmış, “Ön incelemeyi tamamladık, Mayıs ayı içinde karar veririz” diye.
Alçaklar tabii ki kudurdular. Yav, hain herifler, daha Mayıs ayı bitmedi ki!
***
Yok efendim, Yargıtay benim bütün Yargıtay ve Danıştay üyelerini dağıtıp yeni üyeleri bizzat atama projemden korkmuş da böyle yapmış!
Evvela, hepsini dağıtacağız demedik ki, niye korksunlar? Tam tersine, umut verici bişey söyledik: Bazıları alt mahkemelere gidecek bazıları kalacak dedik. Tabii, bunu kalkıp da farklı yorumladılarsa bilemem. Aman, dediğini yapalım da bize dokunmasın diyenler oldu mu, hiç bilemem.
Ama şunu bilirim ki, hani son 7 yılda nerede çalışırsan ona göre emekli olursun vardır ya, bunlar son kararı nasıl verirlerse ona göre muamele görmeyecekler tabii. Elimizdeki bilgilere göre görecekler.
Sil baştan kız gibi bir Yargıtay ve Danıştay yapmak varken böyle her seferinde yürek çarpıntıları mı geçireceğim ben? Toptan halledeceğiz!
***
Yargıç derken, hepsine örnek olması gereken bir Ankara 5. Asliye Ceza yargıcımız çıktı. Halkın Kurtuluş Partisi başkanı beni, Ahmet’i, Efgan’ı ve Hakan’ı kalkıp Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikayet etmiş. Bu hakimimiz, bu şikayeti yaptığı için hakaret suçundan herife 1 yıl 2 ay 22 gün hapis vermiş.
Bu hakaret yorumu zaten başlı başına bi başyapıt ama esas enfes olan kararın gerekçesi: “Bu kişileri şikayet etmek, onların temsil ettikleri devleti mahkum ettirme çabasıdır. Kaldı ki, tırların içinde ne olduğu ülkenin iç güvenliğini ilgilendirir. Ülke çıkarlarının her şeyin üstünde tutulması gerekirken, bazı sol görüşlü partiler bunun yerine uluslararası hukuk değerlerini benimsemekte, ulusal değerleri gözardı etmektedirler”.
İşte, görmek istediğimiz yerli ve milli hakim! Aynen, yetiştirmeyi kafaya koyduğumuz dindar nesil misali! Mevzuata kendini hapsetmiyor! Anayasa Md. 90/5 aksini söylüyor, demiyor!
Ne yazık ki kararı verip hemen emekliye ayrılmış. Bu hakimimizden daha çok yararlanmanın yolunu bulmalıyız. Bi torba kanun çıkartıp araya sıkıştırır hallederiz. Bunlardan artık yapılmıyor maalesef.
***
Son sefer yazmış mıydım üniversitelere kayyum tayin edecem dediğim zaman hık mık edenlere ne söylediğimi? “Bana mevzuat demeyin!” dediğimi?
Her şeyin usulü var. Önce bizim STK’lardan birine söyletirsin böylece halk talep etmiş olur, ondan sonra da yaparsın ve kimsenin gıkı çıkmaz korkudan. Çünkü daha önce başkalarına yaptığımızda gıkları çıkmamıştır. Baksana, bu alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş akademisyenlere demediğim kalmadı, bana hakaret davası açanların sayısı 4’ü geçemiyor!
Pratiğe gelirsek, önce Eğitim-Bir-Sen’e söylettik, dedirttik ki rektörleri cumhurbaşkanı atasın ve gerekirse de azletsin. Ardından, benimle aşık atmaya kalkan sabık sadrazama yakınlığıyla bilinen Haliç Üniversitesi yönetimine “kötü yönetim nedeniyle çeşitli risk faktörleri taşıdığı ve büyük mali sorunlar içinde olduğu tespit edildiği” gerekçesiyle YÖK vasıtasıyla el koydurduk. İdaresini de İstanbul Üniversitesi’ne devrettirdik ki, orası da kader ortağımız olsun. Onun da bi gıkı çıksın, biliyorlar ki oraya da bi biçimde kayyum tayin ederiz evelallah. Neden, çünkü bunu yaptığımız zaman başka hiçbir üniversitenin gıkı çıkmayacak.
İşin güzel tarafı, Haliç’in mütevelli heyeti başkanı kalktı, YÖK başkan vekiline “kripto paralel” dedi ki, zevkten dört köşe oldum!
Türkçesi, şirketlerden ve bankalardan sonra üniversitelere de ilk kayyumu atamış olduk. Oldu da bitti maşallah! Demek ki doğru yoldayım. Benim gibi yüzlerce fahri doktora sahibi adamın bunu yapması çocuk işidir!
***
Muhalefet hık mık demeye devam ediyor ama biz de korkutmaya devam ediyoruz. Lüleburgaz’da CHP’liler “TC demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir” ve “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye iki pankart asmışlar, hemen polis yollayıp idari para cezası kestirdik. En olmazında görüntü kirliliği diyoruz.
Nazilli’de üniversite öğrencisi Pınar diye biri, kadın mıdır kız mıdır, ailesiyle telefonda Kürtçe konuşuyor diye kredi yurtların binasından atıldı, bursu kesildi, eşyalarını almaya gidince de “Canlı bomba olmadığını nereden bilelim” denerek yurda sokulmadı.
Mimarlar Odası avukatlarından Can diye birine, zaten isminin Can olması yeter, bana “diktatör” dediği için cumhurbaşkanına hakaretten dava açtı savcılık.
Tabii, bu konuda asil halkımız muhbir vatandaşlar olarak çok yardımcı oluyor. Ankara’da Erdal diye biri Siteler otobüsünde yanına düşene beni çekiştirmiş, “29 Ekim memurlara tatil, Erdoğan isteseydi biz işçilere de tatil olurdu” demiş, yanındaki İlhan Bey de gidip karakola şikayet etmiş. Şimdi herife 4 yıla kadar hapis isteniyor.
***
Aynı şeyi, evelallah, dış politikada da yapıyoruz. Birkaç gün önce Yerli ve Milli İrade toplantısında konuştum. “BM Güvenlik Konseyi’nin 5 üyesinin 5’i de Hıristiyan” diye şikayette bulundum.
Hemen alçaklar laf etmiş. Neymiş efendim, hepsi Hıristiyan değilmiş mesela Çin değilmiş. Olsa ne olacak olmasa ne olacak be? Bunlarınki laf olsun torba dolsun. Yeter ki R. T. Erdoğan’a karşı çıksınlar. Ben diyorum ki Müslüman ülke yok, Müslüman ülke! Mesela biz var mıyız bu beşin arasında? Ee, o zaman ne konuşuyorsun?
Neyse devam edeyim, şikayette bulundum, ardından da Terörle Mücadele Kanunumuzun aşırı olduğundan dem vuran ülkelere patlattım: “Yav bana bak, siz ne zamandan beri bizi idare etmeye başladınız yav? Kim size bu yetkiyi verdi yav? Bunlar nasıl demokrat, nasıl demokrasiye inanıyor, anlamak mümkün değildir“ dedim. Bu cümlem tek başına yarım milyon oy demektir; halkımız bayılır dışarıya böyle yav’lı posta atmalara.
***
Bi de, benim başka ülkeler hakkında söylediklerime takan alçaklar var. Bangladeş’te Cemaat-i İslami eski başkanı Rahman Nizami’yi idam ettiler, yeni. Hemen büyükelçimizi çektik çünkü Müslüman kardeşlerimiz dünyanın her köşesinde mağdur ve mazlum edilirken, Müslüman bir ülkede böyle şeylerin yaşanmasından büyük teessür duyduk. Üstelik, baktırttım, sözde savaş suçları ve silah kaçakçılığı iddialarından infaz etmişler alçaklar.
İçimizdeki hainler hemen bunu da fırsat ittihaz ettiler. Neymiş efendim, tutarsızlık varmış çünkü S. Arabistan Şii din adamı Şeyh Nemr’i idam edince ben “iç mesele” demişmişim.
Ne ilgisi var be hainler, Şeyh Nemr bir Şii. Şiiliğin resmî mezhep olarak tanınmasını istemiş. Hiç şüphesiz, Şii camilerinin su ve elektriğinin de devlet tarafından ödenmesini de istemiştir, bizdeki Aleviler gibi. Nasıl bizdekiler gidip Hıristiyan Batı’nın yardımını AİHM aracılığıyla istedilerse, bu da aynı şeyi yapıyordur kuşkusuz. Açıkçası, İran’ın ajanı! Var mı bi benzerlik ikisinin arasında?
***
Güzel bişeyle bitireyim her zamanki gibi, ama hakkaten güzel bişey! Ceylanımın mürüvvetini gördüm şükür! Hem de bi düzine şahit arasına genelkurmay başkanını ve sabık sadrazamı da yerleştirerek. Hatta, Abdullah’ı da. Tıpış tıpış geldiler.
Aslında, yaptığım kısa konuşma sırasında Paralelleri ve teröristleri Eyyy diye başlayıp bi sıvamak çok içimden geçti fakat Ceylanımın canını sıkmak istemedim. Ama nasılsa yarın falan telafi ederim. Geçen hafta Çekmeköy Belediyesi Kısa Film Yarışması’nda konuştum, bu sefer de mesela İtmeköy Belediyesi’nde bi kına gecesi falan buluruz inşallah.
En olmazında muhtarları toplarım. Muhtarlar deyince aklıma geldi, Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi’ne söyledik, onlara “Muhtar Akademisi” kursu düzenlettik, sonunda da kep giydiler ve kepleri havalara fırlattılar. Doyulmaz bir manzara oldu…
***
Bazı alçaklar kalkmışlar, her yerden şehit haberleri gelirken düğün olur mu diyorlar. 23 Nisan törenlerini iptal ettik, yetmedi mi? Bi de kızımın düğününü mü iptal edecektik a hainler! Ayrıca, bu alçaklar bunu söyler diye davullu zurnalı da yapamadık düğünü!
Üstelik, benim Ceylanımla aynı gün evlenen ve davetlilere dicey müziği eşliğinde sabah üçlere kadar göbek attıran Sinem Kobal ile Kenan İmirzalıoğlu’na niye bişey söylemiyor bu hainler?
Mutluğum büyük. Sadece, tek bi nokta var kafamda, evde yine bi sıkıntı olursa Ceylanım olmayacak, yine Bilal’e telefon etmek zorunda kalacağım…