Sucumuz Raşit biraz önce kalktı. Her zaman yukarıya yani eve bir damacana bırakır, aşağıya yani benim bahçedeki kulübeye bir damacana. Kulübem mükemmeldir. Tarayıcısına ve faksına varıncaya kadar her türlü iletişim aracı bulunduğu için değil. Çift çatısının arasında hava boşluğu bulunduğu için çok serindir de ondan. Dışarısı sarı sıcak. Yaprak kımıldamıyor. Raşit bu sefer ayranı “İşim çok be enişte!” diye reddedemedi. Tam, Bodrumluların “Es be mübarek! Hacımolla kesesinden mi çıkıveriyon?” dedikleri durumdayız (Hacımolla, Bodrum’un efsaneleşmiş “hesaplı”sıdır).
Hacımolla falan derken, laf tabii ki Dalavera abimize geldi. Bu arada muazzam bir gerçeği öğrendim, tarihe not düşüyorum: Meğersem Köfte Nazif, Raşit’in babası imiş! Dalavera’nın Bodrum Tarihi’ni okuduysanız, hani adamın biri küçük Dalavera’nın elinde birinin verdiği birkaç balık görüyor, “Sen bomba [dinamit] attın ha!” diye korkutuyor çocuğu. O da korkudan hemen eve koşup annesinin futasını [büyük peştemal] örtünüyor; yakalanmamak için geceyi sandallardan birinde geçirecek. Ama, çocuk bu. Bakıyor karşıdan sallana sallana Köfte Nazif ile Demir geliyor, ikisi de zom alelusul, yanından geçerken Köfte Nazif’in orasını “bööle bi çimdirdim” yapıyor. Köfte Nazif dönüyor, “Allah Allaaah! Böle edepsiz karıya hiç rastlamadım!” diyor. O mesele.
‘Burası tuvalet mi?’
Raşit’in şu sıralar kafası bozuk. Dertsiz adam olmaz ama tam da durup dururken dert. İlkbaharda Kumbahçe Parkı’nın orda akşam vakti balık tutarken, sonradan öğrendiğine göre Giresunlu bir adam gelmiş. Ayakta duramıyor. Sallanırken de misinalara basıyor: “Birader ben buraya [denize] işiycem!” “Tuvalet mi burası?” “Değiiiil” “Karşıda belediyenin tuvaleti var, git oraya yap” “Param yok!” “O zaman git Aleko’nun kaveye yap. Adam gitmiş, biraz sonra gelmiş: “Yok. Buraya yapıcem” “Birader, alkollüsün, misinalara zarar veriyosun” “Sen kimsin ki beni işetmeycen?” “Birader, şimdi polise telefon ederim sabaha kadar içerde tutarlar” “Polisin de a… s”… Üstüne, bir de kalkmış misinalara bu sefer bilerek basmış, “Hah! Al! Al!” diye. İtişme, kakışma, tut denize düşüyor, polis gelmiş, Raşit şikayetçi olmuş, Giresunlu da Türkiye usullerine göre tabii ki “karşı davacı”. Şimdi adli tatil bitince duruşmaları varmış.
2,5 lira kaç ay idare eder?
Parayla tuvalet deyince, Raşit anlattı: Kendisi şimdi 43 yaşında, o zamanlar 7-8 imiş, yazları ve 15 günlük tatillerde Akçaalanlı Günay’ın yanında çalışıyor. Pabuçlara pençe falan yapıyor Günay. Buna da 5 kuruş haftalık veriyor. Bir gün işten dönerken Şalvarağa Fırını’nın orda (bugün Artemis Pansiyon’la Dinç Pansiyon arası) yerde bir bakıyor tam 2,5 liralık madeni para! Gerisini şöyle anlatıyor:
“Büyük para! Bir arkadaşımla bulduk. Yunuslar Fırını’nın yanında o zamanlar Yunuslar Bakkaliyesi vardı; babalarına Başbakan derlerdi. Gittik ona, kurusundan pirincine kadar aldık. Kilolarlan erzak! 25-30 kuruş tuttu. Kucakladık geldik. Rahmetli Alim Bey’in [Bodrum’un tek doktoru] evinin karşısı boştu o zamanlar. Hepsini denize döktük”. “Dur yahu, niye döktünüz?” “Ne yapçektik? Nerden buldunuz bunları diye sorcekler bize.” “Yahu, o zaman niye aldınız o kadar erzakı?” “Para bozulsun deye. Bozmaz ki o kadar parayı! Sonra gerisini dondurma geçti aldık, dondurmacı Pinnoz Ali; fıstıkçı geçti aldık, Fıstıkçı Ali Amca. Herkese de ısmarlıyoz.” “O kadar para dondurmayla biter mi yahu?” “Valla bir buçuk-iki ay kadar sürdü. Ama, çok iyi yedik hani.” “Bu arada parayı nerede sakladınız?” “Rum evlerinde pencere taşları var ya, onlardan biri bizim eşikti. Onun hemen altına, kumu deşip koyardık, yine kumla örterdik. Kimse görmedi. Bak bişey daha anlatcem. Günay Abi’nin saati var. Singer. Temizlerken akrebini düşürmüş. Biraz sonra nikahı var, kendi nikahı. Bana dedi ki bul, 5 kuruş vercem. Buldum, vermedi. 5 kuruş alacağım var yani. Geçen gün kendinin damadıylan konuşuyoz, bana sordu yumurta hesabını biliyon mu diye. Adamın biri ağaya yumurta satarmış. Son götürdüğünde ağanın parası yokmuş, bi kâada yazıp vermiş. Ağa ölüyo, kağıt bulunuyo. O sırada adam da ölüyo. İkisinin oğlu konuşuyo: Eğer o zaman alsaydı onunla şu kadar civciv alcekti, civcivler şu kadar yumurta yapçekti, diye”.“Sen de bunu ustana söyleseydin ya!” “Geçen gün gördüm söyledim de, s… git dedi.”
“Çocukken ne oynardınız?” “Her şey oynardık. Çıraları yakar, kuyulara girerdik.” “Ne çırası, ne kuyusu?” “Benim dükkanın şimdi olduğu yerde [Pazartesi pazarının kurulduğu asfalt eskiden Mana Deresi imiş; bizim evden 50 metre yukarıda] eskiden yedi tane kuyu vardı. Bu yedi kuyu dipten yollarla bağlıydı birbirine. Biz bi inerdik birinden, çıkardık öteki altı kuyunun istediğimizden yukarı. Hatta arkadaşlardan bi Hasan vardı, düştü de kaşını yardıydı.” “Kaç metre inerdiniz de tünel gelirdi?” “Bu yollar kuyuların ağzından 25-30 metre aşağıda. Biz taştan taşa basa basa inerdik.”“Çökmüyor mu?” “Yok. Hani, Rum evlerinin yapıldığı harçla sıvamışlar. Biz biraz eğildik mi yürürdük. Rahat yani. Karanlık ama. Çıra yakıyoz. Bütün kuyular birbirine bağlı. Sular her birine yandan yandan sızıyo, birine gelince hepsine taksim oluyo. Kuyuların başında birer bakır vardı [lamarina kova], yamrı yumru, iplen o salınırdı kuyuya, su çekilirdi. Yedi kuyuda su bittikten sona sekizinci kuyuya gidilirdi. O da bitti mi gari, bil ki yağmurlar başlıcek.”
Sekizinci kuyu dediği, karşımızdaki otoparkın içinde kaldı. Pencereden görülüyor. Üstü hep kapalı. Diğer yedisine göre daha aşağı seviyede ve uzakta. “Raşitcim, ne oldu bu yedi kuyuya?” “Üstüne polis ve adliye lojmanları yapıldı ya.”
Öyle ya. Polis ve adliye lojmanları oralar şimdi. Eh, kasaba meydanındaki koca Bodrum Katedrali’ni, o daş gibi taş anıtı yıktırıp da yerine o betondan gudubet İl Eğitim Merkezi’ni yapan zihniyet, kuyuların üstüne haydi haydi lojman yapar.
Kaç yılında mı dediniz katedralin yıkılmasını, kazma kürekle yıkamayınca dinamitle? Bin dokuz yüz altmış dokuzda efendim. Dalavera anlattıydı. Başka bir hafta da onu anlatırım.