Memlekette olup bitenden benim aklım bulandı gari. Siz de aynı olmalısınız. Biraz Bodrum dinlemek ilaç gibi gelebilir.
Manzaramızın bu yılki gediklisi Savarona’dan başlayayım. Ama, önce kısa bir şey:
Amirallere suikast ve Kafes dosyalarıyla birleştirilen Poyrazköy davasında, duruşmaya tek tip armalı ceketler giyinerek gelen sanıklardan bir deniz albay ifade verirken öyle kahramanlık öyküleri anlattı ki, az kalsın dava başlamadan beraat ediyordu:
“93’te uyuşturucu gemisi Lucky-S’i ben yakaladım” diye başladı. Devam etti: “Kardak’a 96’da Türk bayrağı diken SAT timini de ben yönettim. Özden Örnek komutanımızın emriyle yazdığım hatıratımı okuyunca bizden neden terörist çıkmayacağını anlayacaksınız” (D. Baştürk, Taraf, 15.07.10). Yani, eski SAT komandosu oldun mu, suç işlemen mümkün değil. “Tanık” gösterdiği E. Oramiral Özden Örnek de, hatırlayacaksınız, “Ayışığı” ve “Sarıkız” planlarına ilişkin “Darbe Günlükleri”nin sahibi (bkz.) ve Balyoz sanıkları arasında ‘ikinci adam’. Bunları Nokta’da yayınlayan Alper Görmüş’e iftira davası açmış, kaybetmişti (Zaman, 12.04.08).
Şıracı ve bozacı?
Artık gelelim, bizim Paşatarlası plajında çalışan Vanlı Metin ve oğlu Egecan’a. Nasıl olağanüstü insanlar! Ama lafım bitsin önce; medya günlerce çalkalandı bu milliyetçi savunmalarla. Tabii, işe yarayıp yaramayacağını göreceğiz, çünkü vatanımızda çok kullanılan bu yöntem her zaman netice vermiyor. Mesela son olarak, Denizli’de bir apartmanın ön cephesine boydan boya “Atatürk Kocatepe’ye çıkarken” mozaiği yaptırmışlar, yıkım kararı yine de uygulanmış, mozaiğin üstü brandayla örtülüp (Milliyet, 16.07.10). Lafı uzatmadan Bodrum’a geleceğim hemen ama denizci albay devam ediyor: “Başbakan Çiller komutanımızı sıkıştırıyordu, hâlâ çıkmadılar mı, diye” (Ne başbakan ama!) “Kardak’ın yerini bilen yoktu, sorup öğrendik, bota atlayıp çıktık, benzin parasını cebimden verdim” (Ne ordu ama!) (Milliyet, 16.07.10). Neyse, sonra geri almış parayı.
Bu arada, Poyrazköy’e mühimmat gömmekten yargılanmakta olup da, sivil iddianameye “Karargah Evleri” dosyasından giren iki teğmen hakkında, askeri savcılığın da “iki amiri öldürmeye teşebbüs etmek ile askeri eşyayı gizlemek ve çalmak”tan soruşturma yürüttüğü öğrenilmiş bulunuyor (R, 17.07.10).
Çiçeği sonunda kopardılar…
Feyhan’ın pazartesi semt pazarımızdaki maceralarına gelelim. Ama Genelkurmay askeri savcılığı açıklıyor: “İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı Albay Dursun Çiçek amirlerinden habersiz hazırlamış ve terfi ettirilmediği için TSK’ya öfkelendiğinden basına bizzat sızdırmıştır. Bunun bir belge niteliği yoktur” (M. H. Benli, R, 14.07.10).
Aklımı koru yarabbi çünkü ıslak imza kanıtlandı, plan da ortada, nasıl “belge niteliği yok”? Üstelik, Başbuğ değil miydi D. Çiçek’i derhal savunmaya girişip “Islak imza yoktur. Bu, asimetrik psikolojik savaş için bir kağıt parçasıdır!” diyen? (Radikal, 26.06.09). U. Dündar’la yaptığı 5 Temmuz tarihli TV programında da “Bunun basına polis tarafından servis edildiği açıktır” buyurmadı mı? Şimdi D. Çiçek polis mi oluyor? Çelişki diz boyu değil mi? Başbuğ diyor ki: “Çelişki yok, sözlerimin arkasındayım”.
Bendeniz okudum, nasıl yoktur çözemedim, Genelkurmay Fahri Sözcüsü Fikret Bila’ya verdiği demeci okursanız belki siz anlarsınız: Milliyet, 15 Temmuz 2010. Bu arada Çiçek’in kızı kendini paralıyor: “Babam hep tam sicil aldı. Kadro yokluğundan terfi edemedi” (R, 14.07.10). Şimdi bu durumda Çiçek, tamamen harcandığına göre, komutanlarını korumaya devam edecek mi?
Heronlar başımıza bela!
Paşatarlası maceralarımdan biri çok ilginç. Konuşmama kulak misafiri olmuş, “Ben yıllarca doğuda yaşadım, Türk-Kürt ayrımı diye bişey hiç duymadım” dedi arkadaki şezlongda yatan bir adam bana. Onu anlatacağım da, bu Heronları almaz olaydık; zaten İsrail’den aldık. Bugün gazetesinin açıkladığı bantlarda bir havacı üsteğmen, Heronların henüz kirayla kullanıldığı Ekim 2007’de “Adamlarımız çok zayiat verdi, Heron’u düşürün veya koordinatları değiştirin” diyor.
MİT tarafından yakalanan ve Ergenekon savcılığına bildirilen konuşmanın öbür ucundaki havacı yarbay cevap veriyor: “Çaresine bakarız”. Bu yarbay şu anda, dünyamız tesadüfler dünyası, yukarıda sözünü ettiğim “Karargah Evleri” soruşturmasındaki tutuklulardan ‘ikinci adam’ (Taraf, 18.07.10). Tabii, MİT’in subayları dinlemesinin bir de geçmişi olmalı.
İki gün önce Paşatarlası’nda, benim Feyhan’a bahçeden kopardığım sardunyayı verdiğimi gören bir genç kadın, ellerini açtı havaya, ister inanın ister inanmayın, iki gün önce dedi ki: “Allahım, bana da böyle bir evlilik nasip et!” Size onu anlatayım ama, önce bir ‘tesadüf’ daha (ne memleket be): Bu havacı yarbayın dosyası bir hakim albay tarafından inceleniyor ve hasıraltı ediliyor. Bu hakim albay, şu anda parayla çürük raporu vermekten tutuklu. Buna ekli başka söylentiler var ama (bkz. Taraf, 20.07.10), ben sadece sağlam gözükenleri alıyorum. Şu kadarını söyleyeyim ki, soruşturmaya dahil olanlardan biri de, Heron görüntülerinin (tabii, ABD yetkililerinden geçerek) geldiği ODC’de görevli bir tuğamiral. Havacı üsteğmenin onunla konuşmalarını da kaydetmiş MİT. Bir şey daha söyleyeyim müsaadenizle çünkü mırıldandığınızı duyuyorum: Bunların yüzde biri doğruysa yanmışız biz arkadaş.
Yerli turistlerin bizim evi niye durmadan Zeki Müren’in evi zannettiklerine geliyorum şimdi ama lafın sonunu getireyim önce. Bu “Çaresine bakarız”ın hikâyesini Ahmet İnsel Radikal’de güzel özetledi (20.07.10). Bir olasılık, konuşan subaylar PKK’lıdır. Zayıf olasılık. Bir ikincisi, “çok zayiat” TSK’nın PKK gibi giyinmiş personeline verdirilmiştir. Bu da zayıf olasılık çünkü kiralık Heron’u düşüreceğine kendi personelini uyarırsın. Üçüncüsü bana epey ciddi geliyor. Bunu, acaba, Genelkurmay’ın bir sloganını (“Güçlü TSK, Güçlü Türkiye”) azıcık değiştirerek anlatmak mümkün olabilir mi: “Güçlü PKK, Güçlü TSK” (?!).
Artık, PKK aktif olduğu sürece yüksek maaş alma meselesi midir, savaş sürerken bazı iyi rant getiren karanlık şeyleri yapmanın kolaylığı mıdır, TSK’ya ihtiyacın devamı meselesi midir, yoksa üçü birden midir, bilemem. Bildiğim bir şey varsa, benim bu meseleyi 2001’den beri bildiğimdir. O tarihte komandodan terhis olan bir yakınımın bana iki kadeh arasında anlattığı olay: “Gece görüş dürbünleri geldi, yeni heves hepimiz oturmuş seyrediyoruz, yedi kişilik bir PKK timi geçmeye başladı, tek sıra, iki büklüm. Hemen komutanımıza haber verdik, ‘Boşverin, bırakın geçsinler’ dedi”. Buyurun, siz yorumlayın.
Alkol alacağınıza üzüm yiyin!
Artık tükendiniz, ben de tükendim ve bir nefes alalım gari. Hiç tanımadığınız yan masada bir sürü erkek varken, hangisinin hesap verecek civan olduğunun bir bakışta nasıl anlaşılacağını yeni öğrendim, onu anlatayım size. Ama bırakmıyor ki canına yandığımının medya haberleri. Sigara yasağı nedeniyle takdir ettiğim başbakanımız demiş ki, “Alkol alacağınıza üzüm yiyin!” Of be kardaşım! Bir çuval inciri böylesine rezil etmekte bu hazret üstüne bir tane daha varsa, 1908 doğumlu merhum anam Kulalı Zehra hanım canım ciğerim olsun!