Baskın Oran

“Biz bize benzeriz”

Yanlış anlaşılmasın, yani biz Türkler Yunanlılarla pek benzeşiriz. Geçenlerde yine güzel güzel benzeştik.

Yunanistan 19 Temmuz’da bir yasa yayınladı. Özel radyoların en az 60-100.000 Avro sermayeyle kurulmasını, en az 5 personel çalıştırmasını, konuşma programlarında da öncelikli/ağırlıklı olarak Yunanca kullanmasını şart koştu.

Bu koşullar, ülkede yayın yapan B.Trakya Müslüman-Türk azınlığı radyolarını bitirebilirdi.  Oysa, 90 öncesinde kahvehanelerde Türkçe radyo ve TV dinlemek yasakken özellikle 1994’te valilerin seçimle gelmeye başlamasından sonra Türkçe FM radyoları kurulmuş ve neşeli neşeli çalmaya başlamışlardı. Ülke de parçalanmamıştı.

Bizde de Kürt konusunda durmadan iç işlerimize karışıyorlar ya, ilk itiraz sesini uluslararası örgütler yükseltti: AGİT, sonra IPI, sonra SEEMO.  Bildiri yayınladılar ve Cumhurbaşkanı Papulyas ile Parlamento Başkanı Benaki’ye mektup yazdılar.

Azınlığın parlamentodaki tek temsilcisi olan Yeni Demokrasi Milletvekili İlhan Ahmet’in oylamaya katılmadığı duyuldu. Kendisi yaptığı açıklamada “Hükümet yetkilileri bana ruhsatı olan radyoların bunun dışında bırakılacağını söylediler” dedi.

Birkaç gün sonra Türk azınlık radyoları ilk kurbanını verdi. İskeçe’deki iki radyodan biri olup Bulgaristan’dan bile dinlenebilen King (Kral) FM, Yunan Radyo Televizyon Kurulu ERS’nin 4-2 oyuyla kapatıldı. Suçları şöyleydi:

1) Bazen “King”, bazen “Kral FM” olarak farklı isim kullanıyor;

2) Öngörülen frekansın (87.5-107.7 Mhz) dışında bir frekansta (107.8) yayın yapıyor;

3) Her yarım saatte bir adını veya cıngılını tekrarlamıyor ve yabancı bir ülkenin farklı dildeki programını yayımlıyor (Y.Kırbaki, Radikal, 09.08.07).

“Yabancı bir ülke”den kastın yakınlardaki bir komşu olduğu yorumları yapıldı hemen B.Trakya’da. Başlayan dedikodulara göre, “o yabancı ülke”de resmî dil dışındaki dillerde yayın yapma işinin pek zahmetli gerçekleşmiş olması Yunanistan’a da kötü örnek olursa iş kötüydü. Dendiğine göre; o ülkede “yasak dillerde yayın yapma yasağı” 26.03.2002’de kaldırınca resmî yayın kurulu yasağı başka kanunlarla sürdürmeye devam etmiş, resmî radyo “o dilde” yayın yapamayacağını açıklamış ve gizlice idari mahkemeye başvurmuştu. Hükümet bunu aşmak için 03.08.2002’de bir reform yasası daha çıkarmış, bürokrasi o dilde yayının yalnızca devlet radyosundan yapılabileceği yorumunu getirince 19.06.2003’te bir tane daha çıkararak özel radyoların da o dilde yayınını serbest bırakmıştı. Bunu duyan bürokrasi bu sefer de yayının ancak “yerel olmayan” radyo ve TV’lerden yapılabileceği kuralını getirmiş, programlarda dil öğretmeyi yasaklamış, her programa resmî dilde bire bir altyazı mecburiyeti koymuştu.

Sıkıldıysanız bağlayayım: Nihayet 05.06.2004’te yani iki yıllık bir mücadeleden sonra iş o yabancı ülkede noktalanmıştı. Halkın bir kısmı kendi anadilindeki yayına kavuşmuştu. Tabii, devlet radyosundan olmak şartıyla, sabahın esselâtında (saat 06.10-06.45) ve günde 35 dakikalığına. Yine tabii, resmî yayın kurulu olayı yavaşlatmak için “Ora Valiliğine” bir de “Orada hangi dil konuşuluyor?” diye resmen yazıp sorduktan sonra. (08.06.2004 tarihli, mavi başlıklı bir gazeteden)

Töre hikayesi gibi

Sıkıldınız. Haklısınız. Bunaltıcı. Daha hafif bir şey, mesela “töre”  konusuyla karışık Banka Soyan Casus öyküsü verelim. Ama “töre”yle karışık verelim ki daha heyecanlı olsun. Ama ben de sıkıldığım için müsaadenizle bunu adlı adınca anlatacağım.

Temmuz’da TC Ziraat Bankası ilk Türk bankası olarak Atina ve Gümülcine’de şube izni aldı. Bu arada Yunan Alpha Bank’ın Türkiye’deki Alternatif Bank’ı (Abank) alması söz konusuydu. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin, Abank’ın satış izninin Ziraat’e şube izninin beklendiği için geciktirildiği yorumlarına “Orada bir sorun yok” demişti (Radikal, 21.07.2007).

Dedi, demedi, bomba patladı. Alpha “Bankacılık Yasası’nın 8. maddesindeki koşulları karşılayamadığı için” satış veto yemişti. Asıl gerekçe ise Atina’dan duyuldu: BDDK yazıp MİT’ten sormuş, o da Alpha’nın yönetim kurulunda emekli bir casusun bulunduğunu bildirmişti: Pavlos Apostolidis.

Ayıptır (hatta, tehlikelidir) söylemesi, ben kendisini tanırım ve severim. Ankara’daki büyükelçilikte ikinci adamdı, kitabımı bitirebilmem için 1985’te B.Trakya’ya gitmem gerektiğinde vizeyi ondan almıştım. Annesi Fransız’dı; Yunanlıdan çok Fransız sayardı kendini ve Pavlos değil Paul diye çağrılmayı severdi. Sakin ve yetenekli adamdı; zaten Ankara’dan sonra büyükelçi, ardından da Dışişleri Müsteşarı oldu.

Sonra Paul’ü, Kenya’daki Apo olayında resmen çarşafa dolaşan Yunan MİT’ini, yani EYP’yi adam etsin diye oranın başına ilk sivil başkan olarak getirdiler. Demek ki oradan emekli olunca bankacı olmuş. Aman, hani benzetmek gibi olmasın ama Paul’ün durumu aynen MİT’in başına getirilen Büyükelçi Sönmez Köksal’ı ve MGK’nın başına getirilen Büyükelçi Yiğit Alpogan’ı hatırlatıyor. Umarım onlar da bankacı olmaz büyüyünce.

Bu son ikisi gibi Mülkiyeli olan Özgen Acar abemin anlattığı kadarıyla, meğer “casus”luğa terfi etmiş ne çok büyükelçi geçmiş Ankara’dan (Cumhuriyet, 10.08.07): Yunanlı Y.Korantis, Fransız J.-C. Cousseran, Iraklı R.D.M. El Tıkrıtî, Polonyalı A. Ananicz ve G. Michalski. Özgen abem de ne kadar çok casus tanımış öyle. Yani, şey de atmak istemiyorum elbette.

Madde 8’i okudunuz mu?

Bitirmeden önce, bu adı geçen 8. madde aynasına bakarak kendimizi görelim mi? Madde 8/d “Bankaların kurucu ortaklarının” diye başlıyor ve zimmet’ten sahtecilik’e kadar inanılmaz sayıda suç saydıktan sonra aynen şöyle bitiriyor: “… milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, yabancı devletlerle olan ilişkilere karşı suçlar, vergi kaçakçılığı suçlarından veya bu suçlara iştirakten hükümlü bulunmaması.”

Şimdi söyleyin bana: Bu bizim 8. madde casusların mı bankacı olamayacağını söylüyor, yoksa “… casusluk… veya bu suçlara iştirakten hükümlü bulunanların” mı? Tabii ki ikincisi. O zaman, bizim aslan Paul Yunanistan’da casusluktan hüküm giydi.

Yahut da, bizim aslan ezber yine taş gibi çıktı. Hani, bir fıkra vardır, yahu sen okuduğunu anlamıyorsun demiş, adam da: “Anlasam da izin vermem, anlamasam da; töremiz böyle” demiş. Tam böyle değildi ama, uysa da yazdım, uymasa da yazdım.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı