Baskın Oran

Acı benzerlik

Tarih okuyunca taşlar insanın kafasında nasıl da yerine oturuveriyor. 2007’deki dertlerimiz, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat fermanları döneminde reformcuların yaşadığı temel sorunların pek benzeri. Onların temel 2 sorunu (ve çelişkisi) vardı:

1) Şer’i zihniyet ile çağdaş yasalar çatışması:

Tanzimatçılar, din ayrımına dayanan Millet Sistemi’ni yani Müslüman-gayrimüslim (GM) eşitsizliğini kaldırıp bütün tebaayı “Osmanlı” adı altında hukuken eşitlemek istiyorlardı. Bu sayede hem iç gerilimleri (parçalanmayı) hem de bunları bahane eden Avrupa devletlerinin baskısını (dışa bağımlılığı) azaltacaklardı.

Bunun çaresi, şer’i hukuktan kurtulup çağdaş yasalar kabul etmekti. Nitekim, Tanzimatçılar Ferman’da bunu şöyle ifade ettiler: “…yüce devletimizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli görüldü.”

Fakat işleri zordu çünkü hem 1454’te kurulmuş Millet Sistemi’nin Müslümanların göğsüne takmış olduğu kırmızı kurdeleyi (“Millet-i Hakime”) çıkarttırmak büyük tepki yaratacaktı, hem de bu ayrıcalıkçı zihniyet mevcut şer’i hukuk’tan kuvvet alıyordu. Nitekim, yukarıdakini söyleyen Tanzimatçılar şunu da demek zorunda kalacaklardır: “(…) Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tebaasının refah ve mutluluğu en yüksek noktaya çıkmıştı. Ancak, (…) şeriata ve yüce yasalara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüştü.” Halk arasındaki “Din elden gidiyor”un Ferman’daki yansımasıydı bu.

2) Ayrıcalık ezberlerini bozamama sorunu:

Bırakın bu muazzam çelişkiyi, olay özellikle 1856’yla daha da katmerlendi. Çünkü Ferman’la GM tebaanın cemaat ayrıcalıkları teyit ediliyordu. Üstelik, Müslüman ile GM tebaa ve yabancı ile GM tebaa arasındaki ticaret ve ceza davaları karma mahkemelere havale ediliyordu. Dahası, iki GM tebaa arasındaki davalara talep halinde patrikhaneleri bakabilecekti. Buna bir de konsolosluk mahkemelerini, kapitülasyon ayrıcalıklarını, berat alıp kapitülasyonlardan yararlanan gayrimüslim tebaanın ayrıcalıklarını ekleyiniz, çıldırırsınız. Osmanlı İmparatorluğu da çıldırdı zaten. Çünkü gerek Millet-i Hakime, gerek yabancılar, gerekse gayrimüslim cemaatleri kendi ayrıcalıklarına japon yapıştırıcısıyla yapışmışlardı.

Bu Gordion Düğümü’nü 1920 ve 30’larda ancak Kemalizm’in kılıcı çözecektir. M.Kemal toplumun çürümüş genlerini değiştirecek yukarıdan devrim’i yapacak yani şer’i yasaları bir kalemde kaldırıp Batılı yasaları egemen kılarak tek hukukluluğu getirecektir.

Çelişkinin modern biçimi

Kılıçla her şey yapılırmış, ama üzerine oturulmazmış. En azından, uzun süre. Nitekim, o dönemde Türkiye’yi dönüştürerek kurtaran Kemalizm zaman içinde kendini dönüştüremediği için sonunda bambaşka düğümler yarattı. Çünkü çok hukukluluğu teke indirirken her şeyi de tek’e indirmişti. Sınıfsal açıdan “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” idik. Dinsel açıdan, Müslüman’dan boşalttığımız Millet-i Hakime tahtına onca laikliğimize rağmen “Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk”ü (LAHASÜMÜT) oturttuk. Etnik açıdan Kürt yoktu, Dağ Türkleri vardı. Ermeni Katliamı diye bir şey toplumsal bellekten sıfırlanmıştı. Sonuçta bugün hem iç gerilimler (Türk-Kürt, Dinci-Laikçi) ve dış çatışmalar (Türk-Ermeni) roketlemiş, hem de çok hukukluluk bambaşka biçimlerde geri dönmüş durumda:

Bir defa, on yıllar boyu özellikle Doğu’da “normal TC hukuku” ile “sıkıyönetim hukuku/OHAL hukuku” yan yana yaşayageldi. Kardeş oldular. Şu anda bile bütün Güneydoğu “Geçici Güvenlik Bölgesi”yle (Radikal, 07.06.2007) devamda.

İkincisi ve daha önemlisi, yasalar kimi toplumsal gruplara uygulanıp kimilerine uygulanmıyor. 1991 öncesi “düşman” hanemizde Komünizm yazarken, “bir sosyal sınıfın başka bir sosyal sınıf üzerinde tahakküm kurması”nı cezalandıran maddeler (eski TCK md.141-142) yalnızca bu tahakkümü eleştirenlere (sosyalistlere) karşı uygulanıyordu. Şimdi düşman hanemizde dinciler ve bölücüler yazıyor ve “etnik, dinsel, mezhepsel farklara dayanarak halkın bir bölümünü diğerine karşı kışkırtma, halk arasında kin ve nefret yayma” (TCK md. 216) yalnızca bu kin ve nefreti eleştirenlere karşı uygulanıyor. Lahavle.

Örnek lazımsa, bizim Azınlık Raporu’nun 216’dan yargılandığı bu ülkede Kuvayı Milliye Derneği Başkanı E. Albay M.F.Karadağ “Bu uğurda ölmek var, öldürülmek var, öldürmek var” deyip üyeleri bayrak, Kur’an, tabanca üzerine yemin ettiriyor: “Türk anadan, Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türk oğlu Türküm ben” diyor (Milliyet, 10.02.07) ve 216’ya girmiyor . Girmeyince, bir de üyelere “Kuvva Nikahı” sırasında tekrar ettiriyorlar yemini (Milliyet, 03.08.07). 216 yine tıss. “Güneydoğu’da iki bomba attırdım” deyip “zamanaşımı”na giren E.Korgeneral Altay Tokat’ın ülkesindeyiz.

Bu durumda yargımızın durumu vahim. Savcılarımız pek kimseleri çete’ye sokmaya yanaşamıyor (“Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi organize değil” -Milliyet, 26.07.07), “Atabeyler Grubu çete değilmiş” -Radikal, 31.05.07). Alimallah, Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Adana Savcısı Sacit Kayasu’nun ve Genelkurmay Başkanının adını Şemdinli iddianamesinde geçiren Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın meslekten atılmalarına varan kimi durumlar oluşabilir (“Şemdinli Heyeti Dağıtıldı” -Radikal, 29.06.07, “Küre savcısına düz görev” –Milliyet, 26.07.07), “Şemdinli’de askerî mahkeme kesinleşti” -Radikal, 02.06.07). Daha sayayım mı?

Cemaatler yalnızca dinsel değil

Tabii, bu iki acayip durum en azından 2 ciddi çelişki yarattı:

1) 1920-30 modeli ile çağdaş yasalar çatışması:

Bu “sürekli düşman yaratma” zihniyeti, görevi vatandaş’ı koruma olan devleti vatandaş’tan korumaya başladı; 82 Anayasamız bunun doruk noktasıdır. “(…) Ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli” ama, “Kemalizm Elden Gidiyor” paranoyası varken çağdaş yasalar yapmak biraz zor.

2) Ayrıcalık ezberleri sorunu:

Çocuk gördüğünü yaparmış. Devlet böyle öğretince, bütün toplumsal öğeler şimdi “cemaat ezberi” okuyorlar. Öne arkaya sallana sallana. Kemalist cemaatinki 27 Nisan 2007 e-muhtırasında tazelendi: “Atatürk’ün Ne Mutlu Türküm diyene anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır”. Kimi Kürt cemaatleri “Adaylar ya Kürt olsun ya Kürtçü” dedi. Kimi küçük sosyalist cemaatler “Küçük olsun, benim olsun; işçi hakları yanında eşcinsel hakları neymiş?” demiyor mu? Eh, dinsel cemaatlere herhalde örnek gerekmez.

Bu Gordion Düğümü 1923’dekinden daha basit değil. Çünkü 1923’te şer’i hukuku savunmak için Vahdettin’den kuvvet alamazdın, şimdiki “istemezük”çüler Atatürk’ün adını kullanıyorlar. Büyük adamın anısına ağız dolusu hakarettir.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı