Bu küçük referandum, birlikte göreceğiz, boyundan büyük sonuçlara yol açacak. Toplumsal aktörlerin ders almalarına ve almamalarına göre, ama büyük. Kimlere ne dersler çıktı, sırayla gidelim.
Hayır cephesine dersler
CHP’ye ve askere: Artık “ulusalcılık” dediğimiz 1930’lar milliyetçiliği kendini tüketti. İttihat ve Terakki’nin 1913’te başlamış diktatörlüğünden bu yana ezici ve dışlayıcı sivil/asker memurların ve “okumuş” küçük burjuvazinin raf ömrü doldu. Darbelerin fatihası okundu. Ezilmiş ve dışlanmışların (E ve D) haklarını tanıma zamanınız geldi. Tabii, hiç olmazsa mevcut prestijinizi muhafaza etmek istiyorsanız.
MHP’ye: Kürtleri, solu ve gayrimüslimleri ezen Türk milliyetçiliğinin ateşçiliğini yapmak size bugüne kadar oy getirdi. Bu referandumda Türk-Kürt kavgasına oynayıp oylarınızı AKP’ye kaptırdınız. Artık, kendinizi “neye karşı olarak” tanımlamak gibi aşağılayıcı bir durumdan kurtarıp “ne olarak” tanımlamanın zamanı geldi. Bakın, BBP modernleşmek için çırpınıyor. Bakın, Saadet Partisi 21. yüzyıla atlıyor. Eriyorsunuz; acele edin.
Yüksek Yargı’ya: Askeri vesayetin fatihası Ergenekon’la okunmadan bile önce, bu vesayete sahip çıktınız. Bir yandan Yürütme’nin, bir yandan Yasama’nın yerine geçtiniz, kuvvetler dengesi bırakmadınız. Birbiri ardına üç askeri darbenin “kooptasyon” adıyla kurduğu “seç beni, seçeyim seni” düzeni artık değişiyor. Yasaları, anayasayı ve uluslararası antlaşmaları yargıçların ideolojik tutumuna göre yorumlama dönemi adım adım sona erecek. Artık “bağımsız ama taraflı” yargı gidecek, “bağımsız ve tarafsız” yargı gelecek.
Boykotçulara dersler
BDP ’ye: Ama ikna, ama tehdit, ama dokuz PKK ’lının öldürülmesi, ama başka şey; hiç fark etmez. Boykotunuz doğuda çok başarılı oldu. Kürtlerin haklı talepleri karşılanmadan Türkiye ’de dirlik-düzenlik olamayacağını bir daha gösterdiniz.
Ama çok dikkat: Kürt toplumu büyük hızla çeşitleniyor. Çok yakında bu kadar hakim olamayacaksınız; hele bir de bu devlet aklını başına biraz toplarsa. Kürtlerin tamamını temsil etmek saatten saate zorlaşıyor. Kürt sivil toplumunun o şiddet ortamında o kadar bildiriyi yayınlayabilmesi sizi biraz düşündürmeli. Kuvvetliyken değişin. Nasıl İslamcılar artık burjuvalaşarak modernleşiyorsa, Kürtler de milimi milimine aynen öyle.
Şimdiye kadar (Türk devletinin feci tutumunun büyük katkısıyla) yaptığınız hataları artık tekrarlamayın. Öcalan’ın durumunun değişmesi toplumsal barışın önkoşulu filan olmayacak; sonucu olacak. “İntikam” türünden pankart açanları uyarın. Haklı taleplerinizin üslubuna ve zamanlamasına dikkat edin. Edin ki, vicdanlı Türkler destek versin; onsuz olmaz. Bunu yapmak zor değil. Bir kere, “Şiddet çözüm değildir” deyin, bitsin; “her iki taraf için de” diye ilave bile gerekmez. İkincisi, çok söylendi, Kürt partisi olmaktan Türkiye partisi olmaya terfi edin. Bunun yöntemi de basit: Sadece Kürtlerin değil, tüm E ve D’lerin savunucusu olun. İstediklerinizi bütün Türkiyeliler için isteyin ve bunu herkesin anlayacağı biçimde anlatın.
İçinizde Hrant Dink’e benzeyen tek kişi var, o da doğal olarak Sur Belediyesi’nin dışına taşamıyor. Siz taşırın. Onun yaptığını genelleştirmeye, partinin temel politikası yapmaya bakın. Kürtlerin ve Türklerin birlikte kurtuluşu başka hiçbir yerde değil.
“Sol”a: Sol ilk defa bu kadar bölündü. Ama bölünmek iyidir, netleşmedir. Hayır veya boykot diyenler iki cins: 1) 1930’larda kalanlar. Bunlar açıkça ulusalcı; tedavileri zor. 2) 1960’larda kalanlar. Bunlar E ve D olarak sadece işçiyi ezberlemişler. Olsa olsa, “Marksist terminoloji kullanan Kemalist” olur kalırlar. Eğer bu referandum bunlar için öğretici olmuş ise, kendi onurlarını koruyarak marjinallikten kurtulmalarının çaresi yine mevcut ve basit: “Evet” diyen solcular gibi, E ve D’nin tüm kategorilerini yani gayrimüslimleri, işçileri, kadınları, Alevileri, eşcinselleri, Romanları, türbanlıları, sakatları, Kürtleri vb. birlikte kucaklamak.
AKP’ye dersler
Türkiye’de İslamcıların oyu belliyken, Anadolu sermayesinin modernleşmesi sayesinde yükseldiniz, insanların umut oyuyla (ve e-muhtıranın da katkısıyla) 2007’de yüzde 47 oldunuz. Kampanyayı bu kadar karşıtlık yaratıcı ve sinir bozucu bir hale getirdikten sonra, bu 58 sizin değildir. Tamamen yeni ve demokratik bir anayasa umudunundur. Aradaki farkı oluşturanlar AKP’li oldukları için paralamadılar kendilerini. Hayale kapılmayın. Başarınızın esas olarak şu anda alternatifsiz oluşunuzdan kaynaklandığını bilin. 2003-2004’te çıkardığınız AB Uyum Paketlerine derhal tekrar başlayın.
Tarih partinize çok özel bir konjonktürde çok özel bir görev tanıdı, bunu heba edip Türkiye’yi harcamayın. “Yetmez ama evet”çiler gibi küçük ama çok etkili demokrat/sol grupların desteği olmadan etrafınız boşalıverir. Kurda kuşa yem olursunuz. Derhal yepyeni ve tam demokratik bir anayasa hazırlayın. Karşı çıkacakların pestili çıkacaktır.
Gelelim en önemli konuya
Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanı olmak istiyor. Orgenerallerin cumgeneral oluverişlerini anımsatırcasına. Referandumu harcamasın. Bu hayalden vazgeçsin. Geçmeyecekse, yeni anayasada çok ciddi bir yerel özerklik düzeni kurulsun da öyle düşünsün. Çünkü:
1) Kuramsal: Başkanlık sistemi sadece ciddi bir yerel özerklik bulunan ülkelerde olur. Çünkü birçok yetki yerel yönetimlere verildiği için, bunları ulusal olarak derleyip toparlayacak bir Başkan’a ihtiyaç vardır. Yerel özerklik olmayan yerde Başkan diktatör olur, diktatör olamazsa da gülünç olur. Yarı-başkanlık sistemine sahip Fransa’da başkancılık oynamaya soyunan Sarkozy ne hallere düşüyor. Türkiye zaten tarihsel olarak diktatörlüklerin harman yeri: Padişah, Atatürk , İnönü, üç askeri darbe… Ülkenin bugünkü uygarlık düzeyi diktaya izin vermeyeceği için de dengeler çöker. İnsanlar, önce asker sonra yargı vesayetinden kurtulmak için bunca yırtındı. Yürütme vesayetine kimse izin vermez. Türkiye o düzeyi çoktan aştı.
2) Kişisel: Cumhurbaşkanlığı makamı çok barıştırıcı bir şahsiyet ister. Bu açıdan Başbakan Erdoğan’ın sinir sistemi pek ideal değil; insan da belli bir yaştan sonra zor değişir. Unutmamak gerek: 2007 seçimlerinin ertesi günü de çok kucaklayıcı bir konuşma yapmıştı.
3) Toplumsal: Türkiye, Kürtleri entegre edemeden imkanı yok huzura kavuşamaz. Bunun da yöntemi kolay ve basit: Türkiye’nin 1988’de imzaladığı ve Nisan 93’te yürürlüğe soktuğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı nihayet uygulamaya koyarak işe başlamak. Yeni anayasa geniş bir yerel özerklik getirmeli, 1923’ten beri ülkenin canına okuyan bu sorunu artık sona erdirmelidir. Eğer Erdoğan’ın başkanlık sistemi getirmek istemesi bu hayırlı sonuca yol açacaksa, tartışmaya açılmalıdır. Yoksa, boşuna hırpalanmayalım.