Önce, “Geleceğin Suçlusunu Yetiştirmenin En Basit Kuralları”. ABD Houston Polis Müdürlüğü hazırlayıp ev ve okullara dağıtmış:
* Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi verin! Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.
* Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o, kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.
* Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! 21 yaşına gelince kendi kararlarını kendisi versin diye bekleyin.
* Dağıttığı her şeyi siz toplayın! Böylece bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışır.
* Onun gözünün önünde sık sık kavga edin! Bu sayede, aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmez.
* Ona istediği kadar harçlık verin! Hiçbir zaman kendi parasını kazanmayı öğrenmesin.
* Bütün arzularını yerine getirin! İstediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini anlamasın.
* Herkese karşı daima onun tarafını tutun ki, herkese karşı peşin hüküm geliştirsin.
* Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç işlerse, kendisinden özür dileyin! Ve, onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin!
Babasından Cem’e mektup
Münevver’in katil zanlısı Cem Garipoğlu’na babasından mektup (Hürriyet, 20.09.09):
“Evde herkes seni çok seviyor. Hepimiz üzüldük ama geçmiş geri gelmez… Sen ne yapmış olursan ol. Ben her gördüğüm insana senin ne süper bir insan olduğunu söylüyorum… İstemeden bir kaza oldu. Arabayı duvara vurduk. Önemli değil [üzeri çizilmiş]. Sen sağsın ve iyisin… Ne olursa olsun, ne yaparsan yap, ben seni sadece destekleyeceğim. Senin gibi bir oğlum olduğu için hep şükrettim. Bu mutluluğum, bu gururum, ben yaşadığım sürece hep devam edecek.”
Cem’in ailesi Houston tavsiyelerini elifi elifine tutmuş; ünlem işaretlerini es geçerek, tabii. Şimdi, böyle bir ailesi varken, bu çocuk bu yaptıklarını yapmazdı da ne yapardı? Nitekim, avukatı Aytekin Kaya, savunmasını tam da buraya kuruyor: “Cem’in Münevver’e olan saplantılı aşkı ve yaşam tarzı nedeniyle ne yaptığını bilmeden vahşi cinayete sürüklendiği…” (Milliyet, 22.09.09). Kıskançlığın böyle davalarda klasik kullanımına alışkınız da, tamamen orijinal olan “yaşam tarzı” neyi ifade ediyor dersiniz?
Şimdi bunları devlet katına uygulayalım
Bu ilkeleri bireysel’den toplumsal’a tercüme ettiğimizde çok ilginç dersler çıkabilir. TSK’dan başlayalım çünkü Org. Başbuğ bugünlerde aynen Kürt Açılımını Önleme Partisi Genel Başkanı gibi demeçler veriyor. Siyasi demeç vermeyi yasaklayan 657 s. Devlet Memurları Kanunu md. 125 ve ayrıca 1632 s. Askeri Ceza Kanunu md. 148’i yine açık açık ihlal ederek. Hatta bunu tam da Kürtlerin duygusal olarak Türklerden kopmaya başladığı bir dönemde, sanki tahrik etmek ister gibi yaparak.
TSK komutanlarının daha önce verdiği siyasi demeçlere alkış tutulmasaydı, bunlar adalet önüne götürülseydi, acaba Org. Başbuğ hukuk terminolojisinin “tekrarlanan suç” dediği bu demeçleri böyle en nazik bir zamanda verebilir miydi?
Devam: Adanalı Volkan Kamalak, birliğine teslim olduktan 90 gün sonra eğitim atışı sırasında boğazından vuruluyor. Anası Meliha’ya bir sarı zarf: “Eğitim zayiatı”. “İntihar etti” (Radikal, 11.09.09).
TSK’dan kimbilir kaç bininci anneye gelen kaç bininci haber bu. Acaba bundan önceki benzer olayların üstü komutanlarca örtülmeseydi Meliha Ana’ya bu haber gelir miydi? Acaba acaba, faili meçhuller gizlenmeseydi? Acaba evlatları böyle öldürülen analar susmasaydı? Acaba Karakoçan’da, 17.09.09’da o teğmenin “ceza” olarak ellerine tutuşturduğu el bombasıyla oğulları parçalanan analar hesap sorsaydı? Acaba “Teğmen hakkında davacı olmayacağım. Devlet nasıl olsa cezasını verecek. Devletime milletime güveniyorum” (Milliyet, 04.09.09) diyen babalar olmasaydı? O zaman da Meliha Ana’nın ciğeri yırtılır mıydı? Bundan sonra sırada olan anaların?
Genelkurmay 14 Eylül’de, sınırötesi operasyon izninin uzatılmasını talep etti. Muhalefet de derhal destekledi (Radikal, 19.09.09). Bugüne kadar 40’ın üstünde operasyon yapılmış. Sadece bu sayı bile, olayın ne kadar işe yaramadığının kanıtı. Bunlar bir tek şeye yaradı: K. Iraklı Kürtleri Türkiye’ye düşman etmeye. Acaba bundan önce gelen uzatma talepleri sorgulansaydı, tam da barışa gidildiği böyle bir zamanda TSK böyle bir teklifte bulunmaya kalkışabilir miydi?
Sadece 1 milyar dolarcık
Devam edelim: Obama, Türkiye’ye 7,8 milyar (milyon değil) dolarlık Patriot füzesi satmak için Kongre’den izin istiyor. Genelkurmay açıklama yapıyor: “Sadece 1 milyar dolar”. Hadi, 1 milyarcık olsun. Bu arada dikkat: Basın derhal kafiye tutturup “yastığını yapmaya” girişiyor: “Yunan Füzelerinin Menzili İstanbul!” (Milliyet, 23.09.09). AB üyesi Yunanistan? Üstelik şu anda bir Ege krizi icat edilmeden? Bu seferki çok aceleye gelmiş yahu.
İyi de, Genelkurmay krize mrize bakmadan niye istemesin ki? İstediği paralar Cumhuriyet boyunca TBMM’de tartışılmadan “Orduya selam, bütçeye devam” diye geçmiş. 2004’e kadar bütçesi denetlenmemiş. 2004’te Sayıştay denetimi getirilmiş ama Milli Savunma Bakanı imzalamadığı için gerekli yönetmelik hâlâ çıkmamış. Denetleme hâlâ yok. Acaba siviller bu kadar “emir kulu” olmasaydı, Genelkurmay bu ekonomik vaziyette bu istemde bulunabilir miydi?
Ergenekon’daki albayların hâlâ aktif görevde tutulması, “Son terörcü öldürülmeden durmayacağız” demeçlerinin devamı; yazmakla bitecek gibi değil bunlar; başka kurumlarımıza yer kalmayacak.
Gelelim Yargı’ya. Eğer Azınlık Raporu hakkında “Azınlıklarınızı alın da, gidin Avrupanıza sokun” diyen eski kültür bakanı N. K. Zeybek, Yargıtay tarafından “ifade özgürlüğüdür” diye aklanarak yüreklendirilmeseydi, acaba “Babalarının kim olduğunu analarına sorsunlar” diyen milletvekili Süleyman Sarıbaş çıkabilir miydi?
“Taş Atan Çocuğu Öldüren Askere Ceza Yok” manşetli haberi okuyunuz (22.09.09), sonra 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı 9’u sırtından 4’ü göğsünden 13 kurşunla öldüren polislerin “nefsi müdafaa”dan aklandığını hatırlayınız, arkasından da, asıl bundan sonra kurşunlanacakları düşününüz. Sizin oğlunuza da çıkabilir.
Ya hükümet?
Gelelim Başbakan Erdoğan’a. “D. Karabağ işgali bitmeden sınır açılamaz” lafını, Dışişleri’nin yaptığı iki protokolün başarısı açısından düşününüz. Sanki TSK istese PKK’yı dağda çevreleyip kıpırdayamaz hale getiremez ve karşılıklı ölümleri önleyemezmiş gibi, Başbakan’ın “Terörcüler silah bırakmadan operasyonlar durmaz” lafını düşününüz (Radikal, 14.09.09). Özellikle de, “TSK demokrasinin en büyük teminatıdır” lafını artık nasıl bilirseniz öyle düşününüz (Radikal, 02.08.09).
Veya, düşünmek zor geliyorsa, o hazin anekdotu hatırlayınız. Adamı idam edeceklermiş, son arzu olarak “Annemin kulağına bir şey söyleyeceğim” demiş. Anasını getirmişler, kulağını bir ısırışta kopartmış. Şöyle demiş: “Beni bu sehpaya işte bu anam getirdi. Mektepte kalem çaldım, birşey olmaz dedi. Arkadaş yaraladım, yalan söyledi, o saatte evdeydi, dedi. Evimizde adam öldürdüm, kaza olmuş dedi ve kanları sildi. Kulağını kopartışım azdır bile.”
Bu anekdotu, uymak açısından en az Garipoğlu olayına uyan bir hikâye olarak dinlediniz umarım.
Not: Bu ülke Hülya Avşar’a bile bölücülükten soruşturma açtı ya, vallahi pes!