Baskın Oran

“Al İslamcıyı…” dedirtmeyelim

İçki içme hakkı dine göre mi belirlenecek yoksa hak ve özgürlüklere göre mi?

Dindar okurumla diyalogumuz epey ileti almama sebep oldu. Tümü de “laik” kanattan. Bazısı esip üfürüyor. Çatışmacı olmayanların kimi yerlerini aktarmak istiyorum çünkü konu Kürt meselesinden sonra Türkiye ’nin ikinci önemli konusu. Onun da, yasaklarla değil, suhuletle halledilmesi lazım.

Ateist olan, ama çok çeşitli açılardan hep uzlaşmaya programlanmış bir arkadaşım vardır. Onunla başlayalım: “Bu bey demokrasiye inanıyor ve benim haklarımı tanıyorsa, gerisi ayrıntıdır desek olmaz mı? İçkiyi engellemek istemiyor yazısında. Müslümanların hakları şarta tabi olmasın, diyor. Şimdi, siz vermiyorsunuz da diyemezsin çünkü yüzde konusunu getirmiş tartışmaya; en azından bir kısmımız tanıyor, diyor (…)”.

Yasaklamak genimize işlemiş

Nasıl engellemek istemiyor, tam anlayamadım. Çünkü açıkça yaptığı, kendi hâkim olduğu belediye mekânında içki yasağını haklı bulmak. Başörtülü kızın üniversiteye girmesini yasaklatmaktan ne farkı var bunun? Uzlaşmacı arkadaşım devam ediyor: “Mesela, faiz işinde iki türlü bankanın var olması bir çözüm olabilir. Örneğin, bir Müslüman ülkede sormuştum, interest rate’iniz [faiz oranınız] nedir diye, sempatik genç memur gülümseyerek dedi ki, bizim banka interest vermez, deposit rate [para yatırma oranı] var, onu verir. Ve bu da yandaki Hıristiyan bankanın faizinin aynısıydı”. Güzel de, belediyenin iki tane lokantası yok ve olsa, dindar okurum ikincisinde de yasak isteyecek; bütün olay burada. Suudi’nin aklına geliyor iki farklı banka yapmak, ama benim okurumun aklına gelmiyor salonlardan birinde içilebilsin demek.

Arkadaşım bana da hak veriyor: “Hoparlör sesleri en güçlü argümanın, bence. Zaten o konuya girmemesi de bunu gösteriyor. Tutarlı olması için inandırıcı bir yanıt vermesi gerekirdi”. Fakat hemen devam: “Ama, uyumun sağlanması için herkesin biraz daha tahammüllü olması da gerekir. Hoparlör kullanılmamalı, kilise çanları da pek kocaman olmasın, Ramazan’da içki pek insan gözüne sokmadan içilmeli, vb.” Buna cevaben şöyle dedim: “Kilise çanı sabahın beşinde çalsa, ona da karşı çıkardım. Benim derdim ezan değil. Çalar saat diye bir şey varken, sabah ezanı. Bir de, dört adet minareden dörder adet hoparlörün yarattığı kakofoni, hatta kakafoni.”

Oriantalizmin İslam versiyonu

Galiba dindar okurum, uzlaşmacı dostumun yaklaşımını da sonunda zorluyor ve Müslümanların soykırım yapmadıkları, oysa “demokrasi eşliğinde yürütülen” kötülükler olduğu konusunda, ona şunları yazdırtıyor: “Oriantalizmin tersi[ni yapıyor]. Modernlik ile demokrasi, gelişmişlik ile geri kalmışlık ayrıştırılmıyor. İnsan hakları ile milliyetçilik bir arada ele alınıyor. Geleneksel toplum ile kapitalist toplum da farklı alınmıyor.”

Yazan bir başka arkadaş çok daha eleştirel yaklaşmış: “Nötr olan, isteyen içer istemeyen içmez, ben karışmam, bana da karışılmasını istemem, derdi. (…) Bu kişi başkalarının ne yapacağına karar vermeye kalkıyor. Kendi inançlarını dayatmış, sonra da nötr olduğunu iddia ediyor. İşte bu ikiyüzlülük, laikperestlerin elini güçlendiriyor. Laikler ile dinciler aynı çizgideler. İkisi de demokrat değil, ikisi de nötr değil. Tam tersine, müdahaleci. (…) Benim gibi daha liberal insanlar da, bu iki kamp için, bırak birbirlerini yesinler diye düşünmeye başlıyor. (…) Gerçek sekülarizme işte bu kafası karışık insanlar nedeniyle ihtiyacımız var. (…) Sonunda soru şu: Hak ve özgürlükleri dine göre mi belirleyeceğiz, yoksa devlet tüm dinsizlere ve dindarlara vs. aynı mesafede mi duracak”.

Dine dayanarak yorum

Kur’an, içki içilen yere değil içkiye yaklaşmayın der, demiştim ya, “İslam’ı tefsiri lütfen bize bırakın” denmesine de çatıyor: “Konuyu özellikle din alanına çekerler, sonra da size lütfen dinime karışmayın veya siz din uzmanı mısınız, derler. (…) Oysa Müslüman olmayan biri bile Kuran’ı okuyabilir ve anlayabilir. Zaten dört kitap , okuyan anlasın diye var. (…) Okurunuz kendisini Allah’tan daha mı üstün görüyor ki, Allah’ın dayatmadığını kul olarak dayatıyor?”

Tartışmaya, olgun yaşta bir karı-koca da katıldı. İlginç tarafı, farklı düşünüyorlar. Bir tanesi “Burada esas sorun dinden çok, kentlileşme. Türkiye gerçek anlamda kentlileşmesini tamamladığında çözümlenir. Ama ne yazık ki biz göremeyeceğiz” derken, eşi daha karamsar: “İslamistlerin burjuvalaşmasıyla, demokratikleşme yolunda gelişecekleri görüşüne ben katılamıyorum. Çünkü temelde baskıcı ve yasakçı bir din olan İslamiyet’in demokrasiyle bağdaşacağına inanmıyorum. Eşimle bu konuda anlaşamıyoruz bir türlü” diyor. Daha yaşlı olan bir bilge dostum ise şunları yazmış: “Bu arkadaş farkında değil ki, taksitle buzdolabı alınca faiz ödüyor, peşin alınca da faiz alıyor. Buzdolabı üretiminin her aşamasında faiz var”.

Bugünkü (25.05.11) gazetelerdeki bir haber de, dine dayanarak her şeyi savunmanın (veya yasaklamanın) mümkün olduğunun açık kanıtı: İstanbul belediyelerinde ailelere seminer veren “yaşam koçu” Sibel Üresin “Kur’anda var. 4 eş almak yasal olsun” demiş. Bunu bir kadın söylerse, ne söylenmez dine dayanarak?

Al birini…

Bendeniz bu tartışmaların sonsuz yararına inanan biriyim. Onun için, dindar okuruma teşekkür ediyorum. Söylediklerine pek katılamasam da. Nasıl katılayım ki? Radikal.com.tr’ye yazan bir okur da söylüyor: “(…) inancına duyduğum derin saygıya rağmen belirtmeliyim ki, modern bir toplumda tek tek bireylerin inancı nedeniyle genel için yasaklar oluşturulamaz. (…) Bir şeyin yasak edilmesi, ancak, umum için ciddi bir tehdit oluşturduğu anda gündeme gelebilmelidir. Sigara bunun doğru bir örneği olabilir.”

Dindar okurumun ileri sürdüğü temel argümanların, laikçilerin yasakçılığından zerre farksız olmasını hiç ama hiç anlayamıyorum. 1930’ların Kemalist uygulamalarından acı çeken bir dindar nasıl kalkıp da “Ben de yasaklıyorum!” diye ona kafiye tutturur? Nasıl olur da bunu söylerken işin farkına varmaz ve bu çukura düşer?

Cevap olarak akla iki sebep geliyor ve maalesef ikisi de birbirinden berbat. Birincisi, bu insanların kendilerini artık güçlü taraf olarak görmeleridir. İkincisi, 72 milyon içinde yaklaşık yüzde 10 oluşturdukları için bir azınlık olan İslamcıların, bu cesareti, Müslümanların çoğunluk olmasından almalarıdır. Her iki durumda da ne diyeceğiz o zaman? “Al İslamist’i vur Kemalist’e!” mi diyeceğiz?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı