Baskın Oran

Adam gibi bir adam: Rifat, Refai… veya Raffi

Bodrum’dayken bizim Ahmet demisti ki: “Adam gibi bir adam tanimak istiyorsan, benim Ermeni dostum Rifat’i bulacaksin”.

O beni buldu. Melbourne’de karsiladi, konferansima geldi, bin kere otele ugradi, yemege götürdü, ugurladi. Daha havaalanindayken sordum, senin asil adin ne yahu, dedim, “Rafael, hocam; Raffi de derler” dedi. Gençlerbirligi üyelik kartina gözüm takildi, adi soyadi olarak “Refai Demircan” yaziyor.

* * *

Raffi, Ankara Keçiören 1948 dogumlu. “Ismim Rafael. Yaninda kolonyaci çiragi olarak ise baslarken kinkayrim [vaftiz babasi]: ‘Rafael zor ve sakincali. Rifat diyelim’ dedi, Rifat oldum”.

Raffi sonra askere gidiyor ama, bu askerlik konusunu es geçiyor ilk konusmamizda. “1968’de Cevdet Sunay’in genel sekreteri Cihat Alpan’in torpillisi olarak yaptim” diyor, birakiyor. Sonunda aliyorum: “Iner inmez kogusçu onbasi Antepli Yasar sordu: “Ismin ne?” “Rafael”. Tekrar, ismin ne, Rafael deyince, bi tane destekli geçirdi. Yerden kalktim, agzimi oynatamiyorum. Meger çenemiz kirilmis. Ondan sonra geç de olsa torpilim isledi, Ankara’ya gönderildim. Hava degisimi alip bitirdim”.

Sonra, Ankara Cebeci’de Lolita’yi açiyor Raffi. “1972’de Cumhuriyet firininin karsisinda, tuhafiye. Çoluk çocuktan generallere kadar çok sevenim var, çok iyi kazaniyorum. Git, beni Ankara’da Gençlerbirligi camiasindan, Cumhuriyet firinindan, Keçiören’deki Mecidiye duragindan bi sor, herkes Baba Rifat der baska bisey demez. Bu arada, Ermeni oldugumu bilen iki kere seviyor, bunun farkindayim; ama güzel hocam, senin Agos’ta yazdigin travma yillari geldi çatti. Asalasi bitiyor pekakasi basliyor. Bir kisinin ettigi küfrü hakareti yüz kisi temizleyemiyor. 82’de isim bozuldu. Ben kaderime, ismime, bana o nüfus kagidina Ermeni yazana küfür yetistiremiyorum. Cebeci’nin Baba Rifat’i en ufak hatasinda Müsü Rafael yapiliyor. Bunu yasamayan bilmez. Piskin, kalender, yirtik olmama ragmen dayanamadim ve çocuklarim ne olacaklar diye çok geceler düsündüm ve onlar için buraya geldim”.

Raffi 1988’de 40 yasindayken esi Asgik’i (32), ogullari Aret’le (16) Arev’i (15) ve kizi Selin’i (10) aliyor, arkasinda “binlerce akraba, arkadas, hatira birakarak aglaya zirlaya” Avustralya’ya geliyor. On bes gün sonra issizlik sigortasindan haftada bes yüz dolar baglaniyor:

“Güzel hocam, hepimiz çok memnunuz. Ben cumartesi pazar firsat buldukça at yarisina gidiyorum; benim için iyi kafa sporu oluyor, çünkü ben alisamadim buraya. Gözüm arkada. Bir Keçiören görüyorum, bir Cebeci. Türkiye’ye ara sira gidip gelirsem burada oturabilirim, diyorum”.

Fakat Asgik midesinden rahatsizlaniyor: “Röntgen ultrason derken midede kanser çikti. Geleli on sekiz ay olmus. Dünyalar basima yikildi. Dil yok, yol bilmem. Dayan Raffi; Allah’in kollamadigini peygamber sopayla kovalarmis dedik, kollari sivadik”. Asgik’i hemen hastaneye yatiriyorlar. Alti saatlik ameliyat sonunda midesinin beste dördünü aliyorlar:

“Iyi geçti dediler. Günde sekiz kere yemek yedir, mide olusacak yeniden diyorlar. Istahi yok. Iteleye kakaliya günde sekiz defa azar azar yediriyorum. Kemoterapi basladi.  Devlet arkamizda. A’dan Z’ye her seyimize bakiyorlar. Esimi hastalik nedeniyle malulen emekli yaptilar. Hastane doktor ilaç bedava. Bizim alisik olmadigimiz ilgi cabasi. Bes-alti ay sonra kadin toparlandi. Kilo aliyor. Çocuklarin her bir islerini eksiksiz yapiyorum. Derken, geldigimizde müracaat ettigimiz devlet evinin sirasi geldi. Asgik çok sevindi. Hep ev sahiplerinden korkar. Okula kirk kilometre ama, bos ver hocam, bizim hanim çok iyi. Diyorken, kontrole gitmisiz, doktor bizim hanimin karnina elini bastirdi, adamin surati burustu. Simdi yandik. On kiloluk uru aldilar, eve çikardik, ama aklini kaybetti. Kimseyi tanimaz. Yemek yemez, su içmez,  teskin edici ilaçlar fayda etmez. Sabah çocuklari okula götürürken beni birakmayin diye aglar. Evden çikaramam. Çocuklarin yemegi, çamasiri, bulasigi; bende uyku kalmadi, titriyorum. Çocuklar da baslar aglamaya. Geleni gideni tanimaz. Büyük oglan okuldan sogudu. Liseyi bitirince kuyumcu çiragi oldu. Bu arada Asgik’in gözleri disari firladi. Üçüncü ameliyatta belinden su alip tüp taktilar, biraz rahatladi. Biraz yürüyor, yiyor. Ümitleniyoruz. Ama acemi doktor belinden su alayim derken takilan tüpü delmis, bizim hanim iyice kötülesti. Dördüncü ameliyatta doktor tüpü gördü, delirdi. Kim yapti, gidin mahkemeye verin diye bagiriyor. Neyse, yeni tüp takti ve is bitti derken hocam, esime felç geldi. Altini tutamaz oldu”.

Bir aksam, bu sefer Raffi sancilaniyor. Eve gelen doktor Asgik’i görüyor, çikip gidiyor: “Sabahina ambülans, iki doktor, dört hemsire bizim hanimi aldiklari gibi hastaneye götürdüler. Doktorun biri demis ki, hasta gitmis kalanlara bakalim demis. Beni de kontrole aldilar. Bir uyandim, geçmis olsun kalin bagirsagindan polip aldik, dediler. Bu sirada hanim hastaneyi birbirine katiyor, evim de evim. Olmaz, ölür diyorlar. Evde ölsün kardesim. Eve getirdik hocam, eve hastane kurdu devlet. Ben yanindan bes dakika ayrilsam beni birakma diye aglar. Morfine bagladilar. Devamli yatiyor. Bir gün morfini ayarlayan doktor geldi, ben kasikla su verirken Asgik’in yüzüne bakti, morfini falan birakip firladi. Anamiz bir öksürük, bir daha öksürük derken 22 Aralik 1992 öglen saat 1’de hayata gözlerini yumdu. Biz basinda aglarken kapi çalindi, hemsireler geldi. Doktor anlamis haber vermis. Iki gün sonra topraga verdik. Ben isyan ediyorum. Burada papazliktan kovulma Türkiyeli bir papaz var, bütün paralarini yarista yemis, boynuma sarildi, Raffi dedi, Asgik’in bu dünyada isi bitmis o artik Allah’a lazim dedi. Asil bana lazimdi, bize lazimdi be, dedim. Öyle degil mi güzel hocam?”

Çocuklar büyümeye basliyor. Isleri azaliyor. Raffi’ye yemek, bulasik, çamasir isleri hafif geliyor artik. Ama mesguliyet azalinca baska sey basliyor:

“O zaman hocam, ben tozuttum. Mümkün degil duramayacagim. Türkiye’yi arkadaslari aradim, ben geliyorum dedim. Oglanlar biz Selin’e bakariz, git dediler. 93’ün altinci ayinda Türkiye’ye indim. Sivas olaylariyla ayni gün. Her gün telefon açiyorum çocuklara. Bir gün iyiyiz, ikinci gün iyiyiz, üçüncü gün Selin agliyor dediler. Çocuklarim havaalaninda karsiladilar ki, yüzleri gözümün önünden hiç gitmez. Allahtan, küçük oglan da abisinin yanina girdi, o da kuyumcu çiragi oldu. Derken güzel hocam, beni devlet doktoruna çagirdilar. Doktor kadin ‘Seni emekli yapmak istiyoruz, ister misin?’ dedi. Ben daha hiç çalismaya baslamamisim. Isterim, dedim. Kadin bana 100’de 95 çalisamaz raporu verdi kale gibi; her yerde geçerli. Ama, kursa gitmemi sart kosuyorlar. Bir tane kadin ögretmen, bes tane orta yasli kadin talebe, bir de ben. Baktim, haremagasi gibiyim, gitmedim. Folklor ekibine de gitmedim. Ama sosyal görevliler pesimde”.

Raffi bakiyor olmayacak, kendini toparliyor. Cumartesi pazar yarislara basliyor, çocuklara güzel yemekler hazirliyor: “Benim oglanlara tav olan kiz çok!. Bazen benim evde parti veriyorlar, hiç sikmiyorum. Ama gözüm hep üstlerinde, çünkü burasi gençler için çok tehlikeli; içki-esrar bol. Kizlarin babalari da çok seviyor bizimkileri. Selin ise yanimdan ayirmiyorum; biz Anadoluluyuz hocam! Bu arada oglanlari çektim kenara, baba dediler su su kizlar Ermeni, babalari analari da Türkiyeli. Dogru gittim, adamlar sasirdilar ve zipladilar. Dedim bu is burada biter, formaliteler geriden gelir, merak etmeyin bundan sonra, bunlar sizin de oglunuz, nisan falan sonra konusuruz dedim ve çiktim. Güzel hocam, bizler kendi namusuna nasil düskünsek karsimizdaki insanlar da namusuna onuruna öyle düskün. 10.6.96’da küçük oglan Arev’in, 15.7.96’da da büyük oglan Aret’in nisanlarini yaptik. Ben iyice rahatladim”.

Ama, kolay is degil. Bunca sikintinin bir noktada patlak vermesi kaçinilmaz. Zaten Raffi gençliginde de “delikanli” ve “gözünü budaktan esirgemez” biri, üç-dört kere “hadise” çikartiyor, yaris oynanan isyerlerini “dagitiyor”. Ama polisler götürmüyor. Hem taniniyor ve seviliyor, hem de “kale gibi raporu” var. Bu arada akli Selin’de:

“Bir aksamüstü Selin’i almaya okula gittim, bir baktim kucaginda kocaman bir buket kirmizi gül, yaninda oyuncak bir beyaz ayi. Bu ne kizim dedim, abilerim aksama söyleyecek baba, dedi. Aksam oglanlar dediler baba Albert var ya, eee var, iste dediler o Selin’e arkadaslik teklif ediyor senden izin istiyor. Ulan Selin daha 17 yasinda yok be. Ben arkadas falan tanimam! Neyse, Albert geldi, bizim simdiki damat, Kayserili. Gel lan, ne is yaparsin? Dis doktoru abimin yaninda dis teknisyeniyim. Iyi, zaten benim ön disler takma, sallaniyorlar. Anan baban biliyorlar mi, gördüler mi, gördüler. Nerede gördüler? Orada burada plajda. Güzel hocam, adamlar Kayserili; kizimi yari çiplak görüp öyle karar vermisler. Albert’e git lan babani gönder dedim. Babasi önce bir naz yapti, oglana hemen bi siktir çektim, uçtu gitti, hemen sözünü kestik 97’nin dördüncü günü. Arkasindan büyük oglanin dügününü 24.5.97’de, küçügünkini 8.6.97’de yaptik. Dügünler çok güzel oldu. Herhalde millet çok içmisti, salya sümük aglayip bizi de aglattilar. Selin’im de liseyi bitirince 10.5.98’de onu da nisanladim. Arkasindan dügününü yaptik. Millet herhalde bu sefer daha çok içmisti, ben de ilk defa bu kadar sarhos olmusum, hep beraber beni ortaya aldilar, çocuklarimla birlikte yerlere yatirdilar. Bu arada 8 Ocak 2000’de iste bu ilk torunum Cesinta dogdu. Göbek adi da Ermenice galiba. Aret’le Arev’e de bir altin zincir atölyesi açtik hiç sermayesiz, biraz da borçla. Hiç ummadigimiz kadar is oldu, çok sevindik tabii. Benim yine Türkiyem geldi, ama göndermiyorlar. Aman baba, hele dur. Burada onlarin çok isine yariyorum ve keyifleniyorum. Bir de ikinci torunum oldu 15 Aralik 2000’de, Olivia. Onun da göbek adi Ermenice galiba. Güzel hocam, Allah’tan bir sey isterdim: Ben konusamadim, çocuklarim konusamadi, bari torunlarim Ermenice konussun dedim. Vallahi Ingilizce, Ermenice, Türkçe üç dil konusuyorlar”.

Raffi’nin bir mektubu geldi dün. El yazisiyla yazip faksla yollamis:

“Güzel hocam, canim hocam, bugün Selin’in evinin tadilati bitti. Önce beni yerlestir diye bir senedir Türkiye’ye göndermiyordu. Ben gidecem derken siz geldiniz. Sizin gibi bir insanin dünyanin bir ucunda benim gibi unutulmus bir insana gösterdigi yakinlik benim hayatimin bombasi oldu. Hiçbir sey beni bu kadar sevindiremezdi. Hocam ben simdi kendime geliyorum. Allah sizleri ve sizin gibileri insanligin basindan eksik etmesin. Selamlar, sevgiler, hürmetler, güzel hocam”.

Asil bizden sana selamlar, sevgiler, hürmetler be, güzel insan Raffi! Bizim Ahmet hakliymis. Adam gibi adam Raffi…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı