Baskın Oran

Leylekian ile Leylekgillere dair

Leylekian ile Leylekgillere dair
Leylekian ile Leylekgillere dair

Laurent Leylekian.

Yazımın iki amacı var. Bir: Türk ulusalcılarının yüzüne ayna tutmak. İki: Özür Kampanyası sırasında bizlere “vatan haini” diyenlerin kimlerle aynı çanaktan yediklerini göstermek.   Avignon yakınlarında bir Ermeni festivaline Özür Kampanyası’nı anlatmak için davetliyim. Gerçekten çok hoş insanların arasındayız. Etkinliklerden biri de açıkoturum. Konusu: “Türkiye’de İnkarcılık ve Sivil Toplum”. Benden sonra Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Laurent Leylekian konuştu. (tamamı)

Konuşmanın başlığı, içeriğini yansıtan cinsten: “Türkiye’de Sivil Toplum ve Aydınlar Devlet İnkarcılığının Hizmetinde”. Önce özetleyeceğim, düşüncelerimi parantez içinde italik harflerle ekleyeceğim, sonra tahlile girişeceğim.

Leylekian’ın özeti

2000’lerde bazı Türkler Ermenileri konuşmaya başladılar. Bunlar Batı kalıplarını yakından bilen ve özümsemiş, Türkiye’de genelde ulusalcılığı ve devleti eleştiren kişiler. Bu nedenle, liberal-sosyalist Avrupa oydaşması bunları hemen benimsedi. Şimdi biz Ermeniler de bunları, Ermeni Soykırımı’nı ve onun bütün sonuçlarını gerçekten tanıyan ve tanıtmak isteyen kişilerle aynı sanıyoruz.

Oysa gerçek çok farklı. Bir yanda Türk devlet sistemine karşı çıkanlar var, diğer yanda bu sisteme daha kozmetik bir şekil verip imajını düzeltmeye çalışanlar var (burada bu sistem makyajcılarına örnek olarak benim ve Ahmet İnsel’in adı veriliyor).

Bu ikincileri, Türkiye’nin AB’ye girmesini destekleyen Türk medyası da Avrupa siyasal güçleri de yüceltiyor. Bunların öncelikleri AB’ye girmek, bununla tencere-kapak olacak reformlar yapmak, insan ve azınlık haklarına saygı istemek. Mesela meşhur Azınlık Raporu burada devreye giriyor (yine benim adım veriliyor).

Bu aydınlar bir yandan devleti eleştiriyorlar, bir yandan da AB’ye girmek ve ayrıca başa dert olmuş sorunlardan kurtulmak biçimindeki Türk amaçlarına hizmet ediyorlar. Bunların arasında en yüceltilenlerin (burada yine bizi anıyor: A. İnsel, B. Oran, O. Pamuk, C. Aktar), Ankara’nın işine en çok yarayan kişiler olması rastlantı değil. Bunlar soykırım konusunu uluslararası toplum tarafından cezalandırılır olmaktan çıkarıp Türklere acı vermeyecek hale sokmaya çalışıyorlar. Yöntemleri şunlar:

1) Aşağılanmış gibi davranmak. Aman, Avrupa Türkiye’yi aşağılamasın; zaten O. Pamuk’un böyle bir demeci de var. Aman sözlerini tutsun. Oysa, sözlerini tutmayan Türkiye. Mesela soykırımın tanınması işin başında müzakerelerin açılması için bir önkoşuldu, sonradan kalktı (Konuşmacı fütursuzca yanlış/yalan söylüyor; soykırımı tanımak TC-AB sürecinde asla hiçbir dönemde önkoşul olmadı). Tabii, Ermenilere “lobi” ve “diaspora” gibi terimler atfetmek serbest.

2) Tartışmanın çerçevesini daraltmak. Tarih Komisyonu isteyerek. Aslında bu aydınlar, bu işi memnuniyetle devlete ihale etmiş vaziyetteler.

3) “Hepimiz acı çektik” söylemi. Soykırım yerine “Büyük Felaket” deyip acıları paylaştırarak Ermenilerin çektiklerini hafif göstermek.. “Aynı Sudan İçtik” gibi hoşluklar. (Burada, ünlü yönetmen Serge Avedikian’a şey atıyor). Ana fikir: Bir şeyler olmuş ama kimin yaptığı belli değil. En uç noktada da, başlatıcılarından biri şu anda aramızda oturmakta olan, meşhur Özür Kampanyası. Siyasal ve hukuksal sonuç verecek tek terim olan soykırımdan dikkatle kaçınan kampanya. (Tam tersine, bu terimin asla hiçbir hukuksal sonuç taşımadığını, Radikal’e hazırlamayı düşündüğüm yazı dizisinde anlatacağım. Konuşmacının bu sözleri A’dan Z’ye ‘wishful thinking/temenni’).

4) Aşırıların her iki tarafta da olduğunu söylemek. (Burada Leylekian’ı tam alıntılamam lazım:) “Sayın Oran bu işin büyük uzmanı. Diasporanın Şahinleri’nden, ASALA’dan, 1917’de intikam için birkaç yüz kişi öldürmüş olan Komitacılar’dan bahsediyor sürekli. Sayın Oran, tekrar sizden alıntı yapmak zorundayım, “Ermeniler için Soykırım 1915 demektir, Türkler içinse 1933-45 demektir. Bu, Türklere Deden Nazi İdi demek anlamına geliyor” dediniz. Evet Sayın Oran, dedeleriniz Nazi idi. Kolay değil ama, kabul edin artık. Ne kadar geciktirirseniz o kadar acılı olacaktır.”

5) Ermenileri tartışmadan dışlamak. Türkiye tartışıyor: Kim ne demiş, kim nereye kadar gidebilirmiş, kim karşıymış, kim değilmiş… “1915 olayları”na nasıl yaklaşmak gerektiğine karar verecekler. Ama bütün dünya ve Ermeniler bu tartışmaların dışında. Bu strateji meyvelerini vermeye başladı bile; Liberation’da makaleleri çıkmaya başladı. Soykırım konusunda konuşmak bir tek Ermenilere yasak.

Özellikle bu son üç taktiğin derdi bizim konumuzda bizim için karar vermek, bizi özneden nesneye çevirmek. Türk aydınlarının amacını özetleyeyim: a) Bizi adaletten yoksun bırakmak. Atalarımıza yapılanların tanınmasını istediğimiz için biz şimdi tehlikeli aşırılar oluyoruz. b) Bizi kelâmımızdan yoksun bırakmak. “1915 olayları” üzerine tekel kurarak Millet-i Hakime’nin Millet-i Mahkûme üzerindeki çocuklaştırıcı tutumunu sürdürüyorlar.

(Bundan sonra Leylekian’ın bildirisi “Türk aydınlarına nasıl davranmalıyız?” başlığı altında devam ediyor:)

“Türk aydınlarının bu iki amacı insanlık haysiyetine doğrudan saldırıdır. Bu insanlar işte böyle bir projenin bilinçli aletleridir. Bu koşullarda bu aydınlarla sürdürülecek kontrolsüz her diyalog meşruiyetimizi elimizden alacak, bizi felakete götürmüş olan hakimiyet biçimini yeniden üretecektir. Bunlar özünde uğursuz girişimlerden ibarettir”.

Ve şöyle son buluyor: “Biz artık bu kişilerle diyaloga önkoşullar getirmeliyiz. Bir: soykırımı tanıyacaklar. Öyle felaket, trajedi falan değil; tek kelimeyle soykırım. İki: Soykırımı yapmış devletin halefi olarak Türkiye’nin siyasal, hukuksal ve manevi sorumluluğunu kabul edecekler. Bu arada, muhataplarımızı en berbatlar arasından seçmek zorunda olmadığımızı da bilelim”.

Gelelim kıssadan hisseye

O kadar insanı ürperten cinsten kin ve nefret dolu (ve tartışma âdâbı dışına rahatlıkla kayıveren) bir konuşma ki, bir an düşündüm. Yahu, ben bu adamı daha önce tanımış ve kavga etmiş olabilir miyim, diye. Yok. İlk defa karşılaşıyoruz.

Bilmem siz de benim kadar saf mısınız. Sonra ayıldım: Bizzat kendisi sistemin tipik ürünü olan Leylekian’ın ben ve arkadaşlarımdan söz ederken “sistem tarafından yüceltiliyorlar” demesi. Bunu yaparken de düpedüz “nefret söylemi” sergilemesi. (Özetlemediğim paragraflardan birinde Türkler için “vampirleşme” tabirini kullanıyordu). Üstüne bir de, bizde domuz gribi varmış gibi (ve, daha önemlisi, Ermeniler aldatılmaya hazır gerizekalılarmış gibi) “Sakın bu adamlarla temasta bulunmayın” diye herkesi uyarması. Hepsi de fevkalade tutarlı.

Çünkü, Türkiye şu andaki gerizekalı inkarcılığını yumuşatıverir, hatta düzeliverir diye ödü kopuyor Leylekian’ın; şu andaki durum tam dişine göre. Bu tür Taşnakların bütün yakıtı bu gerizekalı inkarcılıktan gelmekte.

Çünkü Türk devletinin bugüne kadar izlediği (ve, bittabii, bize “hain” diye bildiri yayınlamayı becermiş emekli diplomatlarımızın uyguladığı) zavallı inkar politikamız sayesinde lök gibi yerleşmiş bir “soykırım” terimine birdenbire alternatifler çıktı. ABD başkanı bile Özür Kampanyamızdaki terimi aynen kullandı. Bu gelişmeler panik yaratıcı.

Çünkü, 1915’in devlet katliamı olduğunu tartışmaya yeltenecekse tabii ki fevkalade saçma olur ama, Tarih Komisyonu 1915’e kadar adım adım tırmanan merdiveni tespit edecek. Yahudi olayı ile Ermeni olayının farkları ortaya çıkacak. Bu arada Türkler 1915’te atalarının ne korkunçluklar yaptıklarını görecekler. Leylekian bunların farkında.

Ama Leylekgiller hiçbir şeyin farkında değil. Ömürleri aynı lâklâkayla geçiyor. Okur-yazarları “hain” diyor, yazması olan ama okuması olmayanları ise “Kendi hesabıma özür dilerim” diyen insanlardan “Bizim adımıza nasıl özür dilersin?” diye hesap soruyor. Tek kelimeyle, fan-tas-tik.

Paniğin tıbbi izahı

Fransa’da kliniği olan hekim dostum Dilaver de festivalde. Mırıldanıyor yanımda:
“TSK’nın PKK’ya, İsrail’in Filistinlilere, Taşnakların da Türk inkarcılığına ihtiyacı var. Üçü de bizim tıpta ‘pre-objektal’ yani ‘nesne-öncesi’ dediğimiz evrede”.

Anlamayıp soruyorum. Açıyor:

“Emmeye yeni başlamış bebek için obje/nesne yoktur. Kendisi bile yoktur; çünkü annesine kaynamış haldedir, onun bir parçasından ibarettir. Bu evrede annenin görsel alandan yitmesi bebek tarafından bizzat kendinin yitmesi, mahvı olarak algılanır. Tam bir paniktir”.

Tamamlıyor: “Sonradan, ağzıyla dokunup bir bir keşfederek, yani oral evreye geçerek tanır objeleri ve panik duygusu yavaş yavaş kalkar”.

Tabii ki Ermenilerin acıları ve dolayısıyla gerilimleri mukayese kabul etmeyecek kadar daha fazla; birkaç bin komitacı isyan etti de Avrupa devletlerine koz verdi diye Anadolu’daki o muazzam Ermeni uygarlığını ortadan kaldırmışız, daha ne olsun. Ama bu böyle sürdükçe her iki taraf da sürekli acı çekiyor. Türklerin ve Ermenilerin artık oral evreye geçmeye, konuşmaya başlaması lazım.

Ve bunu yaşıyoruz, farkındaysanız. Birinciler dünyada inkar, ikinciler de soykırım kelimesinden başka şeyler olduğunu keşfetmeye başlıyorlar. Ağızlarıyla birbirine dokunup.

İki taraftan da, bu iki kelimenin görsel alandan yitmekte olduğunu fark edip panikleyenler var; hepsi bu. Kervan ise yürüyor.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı