Ergenekon sanıklarının PKK’lılarla aynı torbaya konulup affını önerenler çıktı. Dava başlayana kadar önüne gelene ölüm mektubu yollayanlar, şimdi de buna asılıp dirilmeye çalışıyor. Nisan-Mayıs’ta Akiller olarak Ege’de bize yöneltilen, soru kılığındaki tepkilerden en tipik ikisini hatırladım: “35.000 şehidin hesabını kim verecek?” ve “PKK’nın başına taş mı düştü ki, şimdi silâh bırakıyor?” Ergenekonculara gelmeden önce, bunlara göz atalım.
Onlar “ölü”, biz “şehit”
Evvela, terim meselesi: “Şehit”in kullanım biçimi tedirgin edici. En az dört sebeple:
Bir kere, terim dinsel. “Gaza”yla, yani din ve Allah için savaşırken ölmekle ilgili; nitekim, sağ kalana “gazi” diyoruz. Sonradan; vatan ve ülkü için, hatta görev sırasında ölenlere genişletildi. Devlet-Kürt çatışmasıyla da şirazesinden çıkarıldı. Mesela Afyon’da şehit ailesi temsilcileriyle görüşüyoruz, içlerinden biri diğerlerinden çok farklı olarak, şaşırtıcı ölçüde saldırgan. Sonradan internete baktım, astsubay oğlunu kaybetmiş: Trafik kazasında. (Merak ettim, biraz daha baktım, Büyük Birlik Partisi eski yöneticisi ve milletvekili adayı imiş)
İkincisi, Türk tarafının kayıplarına “şehit” denirken, Kürt tarafının kayıplarına “ölü ele geçirilen terörist” deniyor. Bir kardeş kavgasında, hele de barışmaya uğraştığın tarafa bu kadarı yapılmaz.
Üçüncüsü, bu muameleyi yaptığımız Kürtler durup dururken isyan etmediler. Cumhuriyetin farklı kimlikleri imha politikasının 12 Eylül 1980 cuntasıyla birlikte azgınlaşmasına patladılar. Siz bir Türk’sünüz; bir yandan “Türk değil ulan, Kürt’sün!” diyorlar ve Kürt Milli Marşı’nın 10 kıtasını (41 dize) ceza niyetine ezberletiyorlar, bir yandan da gaita yediriyor ve cezaevinde bu iş için özel yetiştirilmiş kurt köpekleri hayalarınıza saldırtıyorlar. Serbest kalınca ne yapar idiyseniz, Kürtler işte onu yaptılar. Uşak’taki toplantımızda bir sağlık görevlisinin söylediğini unutamıyorum: “Kendi yarattığımız düşmanla barış yapmaya çalışıyoruz”. Bir de, aynı yerde bir sanayicinin söylediğini: “Niye dağa çıkıyorlar değil, niye dağa çıkartıyoruz demek lazım”.
Dördüncüsü, Kürtlerin maddi ve manevi kayıpları Türklerinkiyle mukayese edilemeyecek kadar korkunç. Buyurun görelim.
“35.000 şehit” ve “taş mı düştü?”
Evvela, sözü edilen “35.000 şehit” (hatta daha fazlası) Kürtlerin öldürdükleri falan değil, Kürtlerin ölüleri. Kullanacağım bilgiler, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun, 2011 sonuna kadarki yaklaşık 30 yıllık durumu yansıtan, 13.02.2013 tarihli “Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerini İnceleme Raporu”ndandır, internette de var.
Rapor, “Terör sonucu hayatını kaybedenlerin toplam sayısı”nı 35.576 olarak veriyor. Dökümü şöyle:
“Toplam şehit sayısı” başlığı altında, PKK’nın öldürdüğü devlet görevlileri: 2.375’i TSK mensubu, 5.543’ü de İçişleri (polis, vd.) ve diğer bakanlıklardan olmak üzere, 7.918 kişi.
PKK’nın verdiği ölü sayısı ise: 22.101. Ama, buna eklemeler yapmak lazım. Çünkü:
a) Ölen sivil sayısı: 5.557. PKK’nın Kürtleri de öldürdüğü bilinmekle birlikte, bu sivillerin çoğunun Kürt olduğunu söylemek zor değil;
b) Binlerce “faili meçhul” var. Bunlar, Ergenekoncuların devlet silahlarıyla işlediği siyasi cinayetlerin ürünü. Tabii ki tamamına yakını Kürt. Sayıları hakkında Komisyon bir sonuca varamamış; dinlediği kişiler 2.000 ila 17.000 arası demişler. Oysa, “Türkiye Türklerindir” mottolu Hürriyet’in (09.09.2002) Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’ne dayanarak verdiği, “DGM Davalarının Yüzde 62’si Faili Meçhul” haberine göre, 2001 sonunda bu sayı: 17.165.
c) Türkiye’de Kürt nüfusun oranı yüzde 18 olduğuna göre, toplam 7.918 şehidin asgari 1.425’i Kürt olmalı.
Sonuçta bu dört kalemin yani “Ölü ele geçirilen terörist + faili meçhul + ölen sivil (Kürt) + ölen devlet görevlisi (Kürt)”ün toplamı 46.248 ediyor. 40.000’e geri yuvarlasanız bile yine de Rapor’un verdiği toplam şehit sayısından fazla Kürt kaybı var. Onun için, durmadan “35.000 şehidimizin kanları” diye sadece Türkleri kastederken, biraz durmak lazım.
“PKK’nın başına taş mı düştü de…” tepkisine gelince: Evet, kaya düştü: Çoğu, mezarı bile olmayan 40.000 ana evladı. Türklerin şükür mezarları var, cenazeleri devlet töreniyle kalkıyor, 386.360’sı evleri-köyleri yakıldığı için göç yollarına dökülmediler. Muğla’daki toplantıda duyduğum şu sözler hâlâ kulağımda: “Askerliğimi komando olarak yaptım. Niye Muğla Güneydoğu gibi sevinmiyor? Çünkü köyü yakılan yok, bir çocuğu askerde biri dağda kimse yok. Türkiye’nin en güzel yeri olan Muğla, Kürtleri tabut geldikçe tanıdı”.
Ergenekon’a af ha?
Ergenekon’un da PKK-KCK affından yararlandırılması meselesine gelelim şimdi. Yukarıda, Kürt meselesinin bu rezil durumuna Ergenekoncu vahşetinin nasıl bir katkı yaptığını yeterince anlattım. Üstelik, bu son 30 yılın işi değil. Çünkü Ergenekon bir gizli örgütün adından öte, bir darbe ve cinayet zihniyetinin adı. İttihatçıların Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurmasıyla doğdu. Önce Rumları, batıda Çerkeslere kuzeyde de Lazlara katlettirdi. Doğuda da, Ermeni ve Süryanileri Kürtlere. Sonra “Özel Harp Dairesi” ve “Seferberlik Tetkik Kurulu” gibi takma adlarla Gayrimüslim vatandaşların etno-dinsel temizliğini sürdürdü. 6-7 Eylül pogromunu tezgahlamak için Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba attırdı (1955), Kıbrıs’ta Bayraktar Camii’ni yaktırdı (1964). Kanıt diyorsanız, örgütün kurucularından E. Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun itiraflarına, bu adı veb sitemdeki arama motoruna veya Google’a yazarak bulabilirsiniz
Temizlenecek Gayrimüslim kalmayınca da, 1915’te kullandığı Kürtleri, 12 Mart 1971 cuntasından itibaren “Kontrgerilla”, son olarak da “Ergenekon” adıyla temizlemeye girişti bu gizli örgüt. Kamuoyunu ajite etmek için U. Mumcu, A. İpekçi, A. T. Kışlalı, M. Aksoy, Turan Dursun gibi Türkleri de ihmal etmeden. Unutmayın: Bu ülkede bir cinayetin faili meçhulse, parmaklar devlete döner. Hrant’ı Ogün Samast mı öldürdü?
Şimdi bu Ergenekon, Türk Yargısı’nın dava sırasında yaptığı vahim hukuk hatalarından doğan tepkiyi kurnazca kullanıp, katlettiği insanların oğullarıyla kol kola affa girecek, öyle mi? Yargı’nın hatalarını bir zahmet Yargıtay temizlesin.