24 Nisan nedeniyle Euronews’a verilen ayrıntılı demeç (25-04-2019)
Zehra Yildiz
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Temsilciler Meclisi’nden sonra Senato’nun da “Ermeni soykırımı” iddialarını resmen tanıyan bir karar tasarısını kabul etmesi, 1915 olaylarının ‘tehcir’ mi, ‘soykırım’ mı tartışmalarını bir kez daha gündeme taşıdı.
Olayların başlangıç tarihi kabul edilen 24 Nisan’da, Ermeni diasporası dünyanın farklı yerlerinde ‘soykırımı anma’ gösteri ve etkinlikleri düzenlerken, Türkiye ise dönemin koşullarında Osmanlı’nın aldığı zorla göç ettirme (tehcir) kararının soykırım olmadığını savunuyor.
Bir tarafta Türkiye Cumhuriyeti’nin tezleri; diğer tarafta Ermenistan ve Ermeni diasporasının talepleri, uluslararası kuruluşlar ve farklı ülkelerin o tarihte yaşananlarla ilgili kararları…
Tartışmalar ne yaşandığından daha çok, yaşananların nasıl tanımlandığı ve bununla bağlantılı olarak tarafların yükümlülükleri üzerinde düğümleniyor.
Peki nedir soykırım? Uluslararası hukuk çerçevesinde kabulü halinde hangi sorumlulukları getirir?
Soykırım suçunun tanımı nedir?
Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararıyla kabul edildi. 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren anlaşmaya Türkiye, katılma yoluyla taraf oldu.
Soykırım veya jenosit suçu sözleşmede şöyle tanımlanıyor: “Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur;
– Gruba mensup olanların öldürülmesi,
– Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi,
– Grubun bütünüyle ya da kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
– Grup içinde doğumları engellemek amacıyla önlemler almak,
– Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.”
“Hukuken soykırım denemez fakat sözleşmedeki eylemler Ermeni halkına uygulanmıştır”
Faruk Alpkaya
Konuyla ilgili euronews’a konuşan siyaset bilimci ve barış bildirisini imzaladığı için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden KHK ile ihraç edilen akademisyen Faruk Alpkaya, “Hukuk açısından, o tarihte soykırım bir suç olarak tanımlanmadığı ve yasaların geriye yürütülmesi mümkün olmadığı için soykırım denemez. Ancak, sözleşmede sayılan eylemlerin hepsi 1915’te Ermeni halkına yok etmek kastıyla uygulanmıştır. O günden bu yana Ermeni halkının yalnızca insan varlığı değil, mal ve kültür varlığı, geçmişi ve geleceği de yok edilmiştir.” ifadelerine yer verdi.
Alpkaya: “Bugün hepimiz büyük bir yalanı gerçekmiş gibi yaşayan yalancılarız”
Faruk Alpkaya Türkiye’nin ‘soykırım’ gibi bir kavramı yakın gelecekte kullanma ihtimalinin söz konusu olmadığını şöyle anlatıyor; “(Türkiye’nin) Kısa vadede kabul etmesi mümkün görünmüyor. […] Yalnız böyle bir kabul genel olarak Anadolu’da yaşayan Müslümanların, özel olarak da Türklerin ruh sağlığına iyi geleceği ve sağaltıcı bir etki yapacağı aşikar; bugün hepimiz büyük bir yalanı gerçekmiş gibi yaşayan yalancılarız. Öyle ki, tapu ve kadastro kayıtlarımız bile Milli Güvenlik Kurulu kararıyla gizli belge statüsünde…”
Türkiye’nin ‘resmi tezleri’ ne diyor?
Türkiye’deki ‘resmi tezler’, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenileri yok etmeye yönelik devlet politikasına dönüşebilecek bir ‘ırksal nefret’inin bulunmadığını belirtiyor. Zira AB eski bakanı ve Büyükelçi Volkan Bozkır, 1915 olaylarının 100’üncü yılı dolayısıyla euronews’a verdiği röportajında şöyle konuşmuştu; “Büyük acılar yaşanmıştır. Sadece Ermeni kardeşlerimizle ilgili değildir. Bu atmosfer içinde Türkler de acı çekmiştir, Kürtler de. […] Dışişleri Bakanlığı arşivlerimiz olsun bunların ne kadar hassasiyetle incelendiğini ve sonuçlarını yakinen bilen birisiyim. Dolayısıyla biz herhangi bir soykırım talimatına veya bir soykırım niyetine hiçbir yerde rastlamış değiliz. Onun için buna [soykırım ifadesine] karşı çıkıyoruz.”
Diğer yandan Türkiye, Ermeni diasporasının belirttiği gibi “1 buçuk milyon kişinin öldüğü” ifadesini reddediyor ve kayıp sayısının “çok daha az olduğunu” savunuyor. Türkiye ayrıca, “Ermenilerin sürülmesi ve yok edilmesi adına yapılmış sistematik bir kampanya yürütüldüğü” veya “Osmanlı yönetiminden bu yönde bir emir geldiği” gibi tezleri de reddediyor. Dolayısıyla Ankara, 1915 ve 1916 yıllarındaki olayları ‘soykırım’ olarak değil, ‘tehcir’ olarak tanımlıyor.
Türkiye’nin resmi tezlerine göre, ‘soykırım’ terimi ‘siyasi bir araç’ olarak kullanılıyor ve yabancı ülkeler “tarihi gerçekleri esas almak yerine güçlü Ermeni lobilerinin baskısı altında karar veriyor.”
Ermeni diasporası neden ‘soykırım’ kavramının kullanılmasında ısrar ediyor?
Prof. Dr. Baskın Oran, 1915-1916 yıllarında yaşanan olayların ‘soykırım’ olarak adlandırılmasının konunun merkezini oluşturmaması görüşünde: “Soykırımdı değildi önemli değil. 1915 ve 1916’daki Ermeni kayıpları bizzat Kasım 1918 tarihli Osmanlı hükümeti raporuna ve 1928 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay yayınına göre 800.000. Tehcir edilenler Talat Paşa’nın defterine göre 924.158 kişi, üstelik Trakya’dan sürülenler bu sayının dışında. Adı çok mu önemli?”
Baskın Oran, Ermeni diasporasının ‘soykırım’ terimini çok kullanmasının “Türkiye’nin resmî inkarının sürmesi dolayısıyla diasporanın içini soğutamamasından dolayı” olduğunu düşünüyor: “İttihatçıların Şubat 1914 Yeniköy Antlaşması’nın paniğiyle Ermenilere yaptıkları ve şimdiye kadar bunların inkar edilmesi nedeniyle özür dilense, varislere sembolik de olsa tazminat ödeneceği ilan edilse, her şey bambaşka olurdu. Tazminat hiç önemli değil çünkü Türkiye inkarın sürdürülmesi için her yıl Washington DC’deki lobilere milyonlar ödüyor. Üstelik, 1915 için Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuki veya cezai sorumluluğu yok.”
Oran’a göre diasporanın bu terime bu kadar sarılmasının bir diğer sebebi, ‘Hıristiyan ülkelerde Hıristiyan bir azınlık olarak doğal asimilasyona uğrama korkusu’: “[Diaspora] böylesine haklı bir davaya sarılarak bunu önlemeye çalışıyor.”
Prof. Dr. Baskın Oran, ‘jenosit’ kavramını kullanmak istemediğini ise şöyle belirtiyor: “Bu öyle bir terim ki, Türkler duyunca kulaklarını kapatıyorlar, Ermeniler duymayınca kulaklarını kapatıyorlar. Bu terimi kullanınca, benim kendi halkıma o tarihte yapılan rezaletleri anlatmam çok zorlaşıyor; kulaklarını kapatıyorlar çünkü resmi ideoloji onları bir asırdır öyle şartlandıragelmiş.”
Oran şöyle devam ediyor: “1915’te yapılanlar Hitler’inki gibi en baştan, parti daha iktidara gelmeden alınmış bir karar sonucu değil. Adım adım yükselen ve 1914 Yeniköy Antlaşmasının paniğiyle rezalete ulaşan bir sürecin sonucu. Yahudi soykırımıyla benzerlikler var, ama farklar da büyük. Aynı adı kullanmak bilimsel olarak doğru değil.”
‘Ermeni tehciri’ sürecine nasıl gidildi?
Baskın Oran’a göre Osmanlı’yı ‘tehcir’e götüren en önemli 3 nokta şöyle;
– “Yeniköy Antlaşması, Anadolu’nun yaklaşık yarısını büyük devletlerce seçilecek ve Sultan tarafından atanacak Avrupalı iki ‘Umumi Müfettiş’in kesin yönetimine sokuyor.”
– “Bu antlaşma, bir önceki 1878 Berlin Antlaşmasının aksine Ermeni meselesinde Osmanlı’yı Rusya’ya sorumlu hale getiriyor çünkü bu bir Osmanlı-Rus antlaşması. Bu da İttihatçıları korkunç bir paniğe sokuyor.”
– “Yeniköy’e mahkum olmanın tek sebebi, 1839’dan beri Avrupa’nın empoze ettiği reformları sürekli ve kararlı olarak ertelemek.”
1915 olaylarında Türkiye’nin hukuki sorumluluğu var mı?
Prof Dr. Baskın Oran, 1915 için ‘jenosit’ teriminin siyasal veya hukuki kabulünün cezai ve hukuki sorumluluk açısından Türkiye’yi bağlamadığını vurguluyor. Çünkü 1948 sözleşmesinde cezai sorumluluk ‘bireysel’.
Öte yandan İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nürnberg Mahkemelerinde Nazi Almanyası liderlerinin yanı sıra tüzel kişilerin de yargılandığını belirten Oran, ancak bu kişilerin ‘soykırım’ suçundan değil ‘insanlığa karşı suç’tan yargılandıklarının altını çiziyor.
Baskın Oran, hukuki sorumluluğun ise Sözleşme’de gösterilen önlemlerin alınmaması durumunda “süregelen ihlal” kavramı sonucunda devletin tazminat ödemesinin istenebileceğini belirtiyor. Ama bunun için de “makul süre”nin geçmemiş olması lazım ve BM İnsan Hakları Komitesi bu süreyi II. Dünya Savaşı’nın öncesine götürmüyor.
Diğer yandan Oran, bütün bunların hukuki bakış açısıyla ilgili şeyler olduğunu, olaya siyasi açıdan bakıldığında, “özür dilemeyen bir Türkiye’nin sürekli olarak çok zor duruma düşmesinin kaçınılmaz” olduğunu vurguluyor.
Hangi ülkeler 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanıyor?
1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanıyan ülkeler ise şöyle: Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Kıbrıs Rum Yönetimi, Çekya, Ermenistan, Fransa, Yunanistan, İtalya, Libya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Hollanda, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Suriye, Vatikan, Venezuela, Uruguay.
Öte yandan Danimarka hükümeti 2017’de, “1915 ve 1923 yılları arasında Doğu Anadolu’da yaşanan trajik ve kanlı olaylar” tanımlamasının yer aldığı bir kanun çıkardı.
Söz konusu ülkelerin yanı sıra Avrupa’da ilgili tasarıyı bölgesel meclislerinden geçirerek kendi içinde ‘Ermeni soykırımı’nı tanıyan özerk yönetimler ve eyaletler de var. Bunların arasında,
– Büyük Britanya’da İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda,
– İspanya’da Bask Bölgesi, Katalonya, Aragon, Navarre ve Balear Adaları,
– Avustralya’da Yeni Güney Galler ve Güney Avustralya bulunuyor.
‘Ermeni soykırımı’nı tanıyan kuruluşlar ise, BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Dünya Kiliseler Konseyi.
ABD’de 50 eyaletin 49’u 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımlıyor
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 50 eyalet arasında yaşananları soykırım şeklinde nitelendirmeyen tek eyalet Mississippi.
Federal hükümet adına her yıl ABD başkanlarının 24 Nisan konuşmaları ise Türkiye’de merakla takip ediliyor. Başkan Donald Trump 2018’deki konuşmasında ‘Büyük Felaket’ anlamına gelen ‘Meds Yeghern’ ifadesini kullandı. Bir önceki başkan Barack Obama ise Beyaz Saray’da bulunduğu iki dönemde konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda ‘soykırım’ ifadesini kullanmaktan kaçınarak ‘Meds Yeghern’ demişti.