Baskın Oran

Yine Ülkü Ocakları…

Akın Birdal vurulduğu zaman dendi ki, bu ya Güneydoğu’da şehit olan birinin yakınıdır (tepki cinayeti girişimi), yada olayları tahrik etmek isteyen birinin işi (siyasî cinayet girişimi).

İkincisi olduğu, bu arada da acemi tetikçi yollandığı ortaya çıktı. Hem dışarıda erkete bırakmadıklarından, hem sabıka kayıtları olmadığından, hem de 13 kurşun sıkıp yarısını boşa atmalarından belli.

Şimdi, olay basitleşmiştir.

Olay, bikaç aydır başlamış olan “Ülkücü” saldırıların devamıdır ve Türkiye’de bir kaos havası üretip, Cumhuriyet gazetesinde bir süredir çok güzel karikatürler yapmakta olan Musa’nın da çizdiği gibi, “Huzur ve Güven Ortamı” yaratmaya yönelik bir darbeyi tahrike yöneliktir.

Bu amaca varabileceklerini sanmıyorum. Çünkü:

1) Siyasal olarak: Egemen tabaka askerlerin o tarakta hiç bezi gözükmüyor.

Çünkü, hem komünizm paranoyasından kurtuldular, hem de yapılabilecek en radikal darbe olan 12 Eylülün tam bir fiyasko olduğunu artık çok iyi gördüler.

“Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” bu yüzdendir ki “Bölücü ve irticai faaliyetler eşit ve birinci derecede önceliklidir” demenin yanısıra “Ülkücü Mafya”dan bahsediyor, “mahallî ve kültürel özelliklerin geliştirilmesi”nden söz ediyor.

Oysa, 1973’te “komünizmi en büyük düşman” ilan eden aynı Silahlı Kuvvetler idi.

2) Ekonomik olarak: Egemen sınıf büyük burjuvazi liberalleşti.

TÜSİAD, askerlerin 28 Şubat 97 tarihli belgesinden iki ay önce, bu ülkenin en sağlam kafalarından Prof. Bülent Tanör’e  yazdırdığı “Türkiye’nin Demokratikleşme Perspektifleri” raporunda bir yandan gerçek bir demokratikleşmeyi (Kürtçe’ye yasakların kalkması, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, memur yargılanmasında değişiklikler, YÖK’ün değişmesi, 8 yıllık eğitim, İ-H liselerinin meslek okulu yapılması, vb.), hem de sivilleşmeyi (DGM’lerin sivilleşmesi ve yargı bağımsızlığı, askerî yargıda sivilleri yargılamaya son, Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, vb.) savundu.

Çünkü büyük burjuvazi (aynen askerler gibi) hem komünizm paranoyasından kurtuldu,  hem de uluslararası kapitalizmin altyapısına eklemlenebilmek için, onun üstyapısını hemen uygulamak gerektiğini fark etti.

Oysa, aynı TÜSİAD, 1970-90 arasında dinsel söylemi ağzından eksik etmeyen faşizmi olanca gücüyle desteklemişti. (Şimdi de, Halit Narin kös kös aynı yolu sürdürüyor ya, sürdüredursun. Bence, kesinlikle MÜSİAD’a girsin).

Bu nedenlerle, darbe falan olacağı yok. Ama, kuramsal olarak böyle bir olasılık yok diye sırtüstü yatamayız. Birileri biyerleri bu kadar durur durur kaşır ise, sonunda yara olabilir.

Ülkü Ocaklarından bahsediyorum. Tekrar bu şiddet yuvalarından bahsediyorum. Bunlar durdukça, devletin içine sızmış bitakım karanlık odaklar onları kullanmayı sürdürecek. Allah’ın emri.

Deniz Baykal, daha Çiller’i halledemeden, Çiller’e yandaş yaratmak ister gibi Mesut Yılmaz’ı Yüce Divan’a göndermeye çabalayacağına, bu şiddet yuvalarını kapatmak için önerge versin.

Yılmaz Yüce Divan’a giderse hükümet düşecek. Sonra?

Gitmezse, güçlenecek.

Deniz Baykal’ın amacı hangisi? Al birini, vur ötekine. Hangi akıl?

Gözünün üstünde kaşı var diye Refah kapatıldı.  Ülkü Ocakları, kapısının önünden geçeni öldürüyor, öldüremezse yaralıyor, bir de cinayet silahını öldürülenindir diye ilan ediyor, kapatan falan yok.

Bu Ülkücüler Türkiye’yle resmen dalga geçiyor. Bakalım, Mesut Yılmaz bu dalga geçmenin kendisinin altını oymakta olduğunu ne zaman görecek.

Başta Baykal, diğer politikacılar kendi altlarının oyulmakta olduğunu ne zaman görecekler.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı