Baskın Oran

“Yılmaz Çolpan Sokağı”

Bugün benim elim, Türkiye’nin sorunlarına değinen yazı yazmaz!

Neden yazmaz,  yazmamam için durmadan baskılar geliyor da ondan yazmaz..

Dün gece Hasan (Yalçın) telefon etti. Görünürde hal-hatır sormak için ama, bu hafta bayram dolayısıyla bir değil iki yazı istediklerini tebliğ etmek için arıyor. Bu arada, önümüzün bayram olduğunu da hatırlatıyor.

Arkasından, Necat Bey (herkese “Bey” ve “Siz” diye hitap eder, herkes de ona) İstanbul’dan telefon ettiler. Sonra da geldiler, bende iki gün kalıp fakiri sevindirecekler. Bayramı bir de kendileri hatırlattılar ve bendenizin “bir sürü” okuru olduğunu (bu adam insana durmadan iltifat eder, ama bu arada bir de geçirir, o kadar olur!), böyle bir günde onların içini karartmamak gerektiğini, tersine, insanların moralini yükseltecek şeyler yazmakla yükümlü olduğumu ısrarla belirttiler.

(Efendim, Necat Bey’i de tanımıyorsanız sizi bu yaştan sonra kimseler kurtaramaz, Soyadı Aşkın olan Necat Bey kendine rağmen İstanbul Saint Joseph mezunudur -peder bey papazlara zorla yatılı yollamıştır-, arkasından da Mülkiye okumuştur, benden üç sınıf sonradır, müzmin bir muhalif ve kimselere eyvallah etmez bir muterizdir (itirazcı) ama, onu bilen bilir, en önemli niteliği başkadır: Necat Bey, mükellef bir bilgi küpüdür. İnanmanız mümkün değildir; her şeyi, ama her şeyi en ufak ayrıntısına kadar bilmesiyle tanınır. Özellikle de, kim kimin eniştesinin üvey ablasının üst kat komşusudur da Dame de Sion’u ikincilikle bitirmiştir, kim kimin büyük babasının askerlikte bölük komutanı olmuştur, hangi Portekizli 1966 yılında Moda Bilmemne Kulübünde bilmem hangi konferansı verdiğinde kendisine sorulan altıncı soruyu nasıl yanıtlamıştır, bir arkadaşımın fî tarihinde vefat eden gazeteci eşinin kazara oynadığı Türk filmindeki müstear ismi nedir, asıl adı nedir, bu rolü ona kim  ve niçin bulmuştur, eğer şu kadarcık abartıyorsam ne olayım, Necat Bey bunların hepsini, hepsini bilir).

Eh, biri genel yayın yönetmenimdir işten atar, diğeri bu kadar saygıdeğer malumatla mücehhez bir muhteremdir ve kırk yılda bir bişey istemiştir, bu saygıdeğer zevatın hatırını mı kıracağım, bırakayım anasını satayım bu seferlik memleket meselelerini, ben mi kurtaracağım, hoş şeyler yazayım.

Mesela, bizim sokağın adının öyküsünü!

Efendim, 1970’lerin sonlarına doğru, bizim sülalenin çenesini eskiden beri muazzam yoran bir arsa vardı, İzmir’de o satıldı, ben de payıma düşenle Oran Şehrinde bir kooperatife girdim, üstünü Allah razı olsun ablam tamamladı, sonunda evi bitirdik.

O zamanlar, şimdiki gibi apartman ormanı yok, Oran’ın bu taraflarına kışın kurt iniyor. En az beşyüz metre civarda canlı yaşamıyor. Her taraf Oran şirketinin çam fidanlığı. Bizim Onbir Evler etraftaki tek yerleşim yeri. Tabii, sokak adı, ev numarası  falan da nanay. O zamanlar, biraz fazla nostaljik gelecek ama kışlar da felâket geçiyor, bizi ziyarete gelmek cesaretini ihtiyar edenlere evleri bulmaları için bilmem kaç tane kerteriz noktası anlatıyoruz, öyle arayıp tarayıp buluyorlar. Ve bir daha da gelmiyorlar.

Neyse efendim, o zamanlar bizim sokağın adı, numarası falan yok. Evleri biz numaraladık, 1’den 11’e kadar. Benimki 10 numara.

Zaman geçti, bizim Oran Çankaya belediye sınırları içine alındı. Hah, dedik, çöpçü falan gelecek, vasıta artacak, rahat edeceğiz.

Günlerden bigün baktık, bitakım adamlar ellerinde kağıtlar defterler dolaşıyorlar, öyle fazla yabancı geçen biyer olmadığı için dikkatimizi çekti, ilgilendik, sokakları tesbit ediyorlarmış, isim vereceklermiş. İsim falan gelmedi ama, benim evin numarası 85 oldu.

Aradan bikaç yıl geçti, ama artık etraf dolmaya başlamış, bir de baktık, bizim sokağa bir levha asılıyor. Mahalleli üşüştü, adam çıkıp direğe asmadan elinden alıp baktılar sanki beğenmezlerse astırmayacaklar, okuduk, “Yılmaz Çolpan Sokağı” yazıyor. “Kim abi Yılmaz Çolpan?”, bilen yok. Neyse, sonradan biri öğrenmiş, günahı boynuna, Asala’nın şehit ettiği bir Dışişleri mensubuymuş, dediler. Eh, tanımıyoruz ama, olsun. Bu arada benim evin numarası da değişti, 146 oldu.

Artık büyük bir iftiharla, tariften kurtulmuşuz ya, “Yılmaz Çolpan Sokağı şu numara, adresimiz!” diyoruz sorana sormayana. Yurt dışında ve içinde dostlara da mektuplar yazıldı, yeni adres bildirildi. Hiç unutmuyorum, millet  o zamanın parasıyla dünya kadar pul parası verdi. Bizim Onbir Evler’in neredeyse tümü üniversite hocası, yurt dışında dünya kadar tanıdığı var, dünya kadar abone olduğu dergi falan var. Herkes kartvizitler de bastırdı.

Galiba bir 10 yıl kadar sürdü mahallecek bu mutluluğumuz.

Günlerden yine bigün, hep bigün oluyor bu işler, sabah kalktığımızda sokak levhasının yerinde bir “Zekai Apaydın Sokağı” gördük. Aman bre, şehit adı konur ama silinmez, bu nasıl iş? Ne olacak bizim kartvizitler, mektup adresleri, dergi adresleri, ziyaretçiler…?

Yerim azaldı, lafı fazla uzatmayayım, olay neymiş biliyor musunuz?

Nah biliyorsunuz. Bilinecek, tahmin edilecek gibi değil de ondan.

Meğer belediye o zamanlar sokak isimlerini karıştırmışmış, “Yılmaz Çolpan” adını yanlışlıkla bizim oraya asmış, oysa belediyenin defterinde  “Zekai Apaydın” diye yazıyormuş, 10 yıl sonra onu düzeltmişler! (Sonradan öğrendik, bu zat-ı muhterem de eski Moskova sefir-i kebirlerimizdenmiş).

Kardeşim, düşünebiliyor musunuz, 10 yıldır kullanılan sokağın adı “yanlış” diye değiştiriliyor. Adamların aklına gelmiyor ki, defterdekini değiştirmek daha kolaydır! Hayır, rica ederim, Osmanlı ya, işi kitabına uyduracak! Artık sokakta bitek biz değiliz ki, arada sürüyle konut yapılmış, hadii, herkes herkese yeni adresi verecek, kartvizitler değişecek, postalar, bir kıyamet. Ha, bu arada benim ev de 24 numara oldu.

Bitmedi. Bir de baktık, bizim eski tabela bizimkinden yaklaşık sekiz-dokuz sokak yukarıdaki sokağın başında çakılı değil mi! Şimdi elinde bizim eski adres bulunanlar oraya gidecek! Meğer bizim yeni isim de, bizden bilmemkaç sokak aşağıdaki bir sokaktan alınmış buraya getirilip çakılmışmış, o sokaktan biri söyledi.

Kapatıyorum, yoksa yazıişleri de beni kapatacak, geçenlerde oradan geçiyordum, yanyana üç ayrı sokağın adları dikkatimi çekti, sırayla şöyleydi isimler:

“Yılmaz Çolpan Sokağı”, “Yılmaz Çolpan Sokağı-1”, “Yılmaz Çolpan Sokağı-2”. Nasıl, iyi mi?

İyi değil tabii. Size hoş yazı yazıcaz, mübarek bayram günü memleket meselesi yazıp içinizi karartmayacaz dedik, galiba yine olmadı.

Bari, iyi bitireyim.

Şimdiye kadar hiçbir mektubun yerine ulaşmadığı vaki değil. Çünkü postacımız herkesi tek tek tanıyor. Adres ne olursa olsun doğru dağıtıyor.         Allah razı olsun. Yoksa biz fena dağıtacağız…

——————————–

Yazı işlerine not: Fazla uzun kaçtı, lütfen kusura bakmayınız. Bayramlıktır. B.O.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı