Baskın Oran

Yeni yılın ilk gününde Vatan ve “Teferruat”…

Yeni yılın ilk günü, taa 1962’de İngiltere’deki bir gençlik kampında birlikte şerbetçiotu topladığımız Erbil’le Urla İskelesi’nde buluşmuşuz, deniz kıyısında çay içiyoruz. Ama, Bodrum bekliyor. Sohbet pek tatlı olduğu halde mecburen kalkıyoruz. Çay paralarını öderken, çay ocağının yanındaki duvarda, Çanakkale Savaşındaki iki perişan askerimizin posteri. Yazısı şöyle:

“Mesele Vatansa… Gerisi Teferruattan İbarettir”

“Teferruat” dediği, demokrasi ve insan hakları. Teferruata gel.

***

Kemalizm’de “Vatanın bağımsızlığı” ve “Batılılaşma” temalarının yerini ve karşılıklı ilişkisini yeterince anlattım. Bu hazin posterden kalkarak konuşmak istediğim, en temel şiarı “Muasır Medeniyet” olan Kemalizm’in bugün düştüğü haller.

Haller diyorum, çünkü M.Kemal 1920’lerde devrimleri/reformları yaparken hiçbir kompleks duymadan Batı’yı (B.Avrupa’yı) olduğu gibi aldı. Tekrar ediyorum: Olduğu gibi. Şimdiki “Kemalistler” ise M.Kemal’in tam bir antitezi. Sadece iki noktaya değinsem yeter de artar:

1) Amerika ile B.Avrupa arasında hiçbir ayrım yapmadan, açıkça Batı/AB düşmanlığı yapıyorlar. Bu düşmanlık, tabii ki, insan hakları düşmanlığını da mükemmelen peşinden sürüklüyor. Posterdeki gibi.

2) Laikliği açıkça saptırıyorlar.

  1. a) M.Kemal, dumanı henüz tüten devrim döneminde laikliği, eski seçkinlerin (ulema) ve onların temsil ettiği “donmuş” İslam’ın gücünü kırmak olarak anlamış ve uygulamıştı. Bu uygulama, o devrim dönemi için doğaldı.

Bugünün “Kemalistler”i burjuvalaşmaya başlayan, ihracata girişmek sayesinde buzları çözülerek evrilmeye başlayan İslam’ı sürekli dışlayarak bu evrimi zorlaştırıyorlar. Evinde zikir yapana bile Tekke ve Zaviyeler Kanunundan dava açarak İslam’ın oda sıcaklığına gelmesini engelliyorlar. Nitekim, İslam ülkelerinden işadamlarının katıldığı Uluslararası İş Forumunda, bir süredir evrilmeye başlamış olan MÜSİAD Batı karşıtı mesajlara yine başladı (Milliyet, ekonomi, 23.11.06).

  1. b) M.Kemal “Türk”ün tanımından “Müslüman”ı çıkarmaya, yani “milliyet”le “din”i farklılaştırmaya çalışmıştı. Bugünkü “Kemalistler” her yerde bu iki kavramı birbirinden ayrılmaz hale getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Daha önce defalarca yazdım: “fevkalade Kemalist” yargı organlarımız bile böyle (örn. 317 sayılı yazı, ayrıca “Türkiye’de Azınlıklar” kitabımdaki sayısız örnek). Bu durumda bugünkü “Kemalistler” İslam’ı güçlendirmiyorlar da ne yapıyorlar?
  2. c) Bugünkü “Kemalistler”in elinde laiklik ilkesi, bir yandan dindar Müslüman’ı devlete düşman ederken, bir yandan da gayrimüslim yurttaşa karşı ayrımcılık aletine dönüştü. En saygı duyduğum kişilerden A.N.Sezer’e bağlı olan Devlet Denetleme Kurulu, gayrimüslim vakıflarını “Yabancı Vakıflar” başlığı altında ele aldı (322 sayılı yazı). Aman, sayın cumhurbaşkanı buna acaba nasıl izin verdi, dedik. Bir de baktık ki bizzat Sayın Sezer, yeni Vakıflar Yasası çıkınca, gayrimüslim vakıflarına yapılagelmiş hukuksuzlukları bir miktar gideren maddeleri “ulusal güvenlik” gerekçesiyle veto etmiş… (339 sayılı yazı).

***

Bugünkü “Kemalistler”, aynen İslam’ın Muhammet dönemine özenmesine özenircesine, tam bir “Devr-i Saadet” söylemi içindeler: “Ah Atatürk, vah Atatürk. Seni ne kadar özlüyoruz Atatürk. Senin dönemin ne iyiydi Atatürk”.

Donup kalan, kendini katiyen yenilemeyen, bu yüzden de çağdaş koşullara doğru yürümeye tam bir köstek olan bütün ideolojiler gibi sürekli “altın geçmiş” edebiyatı yapan bir “Kemalizm”le karşı karşıyayız. Bugünkü “Kemalistler”in Devr-i Saadet söylemi, aynen İslam’a benzedi. O kadar ki, “hadis”leri bile sahih ve gayrisahih olarak ayrılıyor. İkincilere iki ünlü örnek: “Komünizm Her Görüldüğü Yerde Ezilmelidir” ve “Beni Türk Doktorlarına Emanet Ediniz”. M.Kemal’in yaptığının üzerine tek bir tuğla bile koyamayanlar, evrimi önlemek umuduyla mecburen “Vatan Elden Gidiyor” demek zorundalar. İslam da aynı şeyi söylüyordu: “Din Elden Gidiyor”.

Bu arada da, bu tek tuğla koyamamak, aynen İslam’ın hile-i şeriyeleri gibi, hukuku fena halde bükmeyi göze almaya kadar götürüyor. Her şey aklıma gelirdi de, cumhurbaşkanı seçimi için “toplantı yeter sayısı”nı “karar yeter sayısı”nın bile üzerine çıkaran yorumlar yapmaya tevessül edileceği gelmezdi. Ondan sonra da, “Halk hep yanlış partiye oy veriyor” oluyor. Böyle acayiplikler yapılırsa, RTE’nin saçmalık yapması ne kadar acayip acaba?

Not: Vicdan azabı çekiyorum. İtiraf edeceğim. Erbil’le biz 1962’de İngiltere’ye şerbetçiotu toplamaya gitmemiştik. AB’nin beyin yıkama kampına “özel eğitim” almaya gitmiştik. Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’a kendimi ihbar ediyorum…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı