Son bayrak olayı yığınları sokağa döküvermenin ne kadar basit olduğunu bir daha gösterdi. Bellekleri tazeledi. Ama, iki milliyetçiliğin birbirlerini tahrik sonucu tahrip ettikleri gerçeğini de yineledi.
29.03.05 tarihli Radikal’de Gündüz Aktan, “Milli Dalga” adlı yazısında, Türk milliyetçiliğinin kabaran ayranını eleştirenlerin böyle yazmaya devam etmeleri halinde “bir yıl sonra bugünü de arayabil”eceğimiz uyarısını yapıyor.
Tabii ki bütün Türk milliyetçileri bu kadar rafine yazamıyor. Eğer www.ulkuocaklari.org.tr adresine girerseniz, iki Türk bayrağının arasındaki karede, dalgalanan Türk bayrağını indireyim derken Ağustos 1996’da bir Türk milliyetçi kurşunuyla düşen Kıbrıslı Rum milliyetçi Spiru Solomon Solomu’nun ölüm ânı dalgalanıyor…
Milliyetçiliğin “ezilen ulus milliyetçiliği” ve “ezen ulus milliyetçiliği” gibi cinsleri olmaz. Yahudi milliyetçiliği, İsrail’in kurulduğu 14 Mayıs 1948’den 1 gün önce bunlardan birincisi idi. 1 gün sonra ikincisi oldu. Tabii ki Kürt milliyetçiliği de Türk kardeşine kafiye tutturacak. Bunun son örneği, Öcalan’ın “Kürdistan Demokratik Konfederalizmi” (KDK) projesi (www.ozgurpolitika.org/2005/03/22/)
***
İşin en ilginç tarafı, Öcalan’ın bu projeyi sanki yukarıda söylenenleri kanıtlamak için formüle edişi. Tam bir 1930’lar Kemalizmi.
KDK’nın ilkelerini açıklarken geçen “Zagros eko-sisteminde gerçekleşen tarım devrimi…” nedir diye Google’a baktım, Öcalan’ın “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, AHM Savunmaları Cilt II” eseri çıktı. Şöyle diyor: “Kürtler yaklaşık 10.000 yıl önce Toros-Zagros dağ sistemin[de] neolitik toplumlar halinde…” (s.21).
Tarım devrimi İÖ 9000-7000 arasında Mezopotamya’da gerçekleşti (AnaBritannica, cilt 29, s.235). Yani 10.000 yıl önce. Yani, insanlığın iki büyük devriminden (diğeri, sanayi devrimidir) birincisini Kürtler yaptı. İlkokuldan biliyoruz, tarımı aynı bölgede Sümer Türkleri bulup uygarlığa hediye etmişlerdi. Şimdi, ya bu Türkler Kürt, yada bu Kürtler Türk. Yada, her ikisi de milliyetçi…
***
DEHAP’ın ve Demokratik Toplum Hareketi’nin ciddiye alınıp tartışılmasını istedikleri KDK’ya devam ediyoruz. Öcalan, Mersin’deki olayı kastederek, projenin inşa sürecinin Newroz’da başlatılmasını heyecan verici bir adım olarak görüyor. “İnşa”nın başlangıcı gerçekten de çok heyecan verici oldu ama, proje de ilginç. Anayasa Hukuku konusunda bütün bildiklerimizi yeniden öğrenmek gerekecek.
Çünkü hem KDK “bir devlet sistemi değil, halkın devlet olmayan demokratik sistemi”, hem de politika “konfederasyon yurttaşlığı temelinde” yapılacak. Oysa bize yurttaşlığı “devlet ile birey arasındaki hukuksal bağ” diye bellettilerdi.
Devlet olmayan, ama “yeşil zemin üzerindeki sarı güneş içinde kırmızı yıldızlı” bayrağı olan bu şey’in 3 tane hukuku olacak: AB Hukuku, Üniter Devlet Hukuku, Demokratik Konfederal Hukuk. Kürtlerin yaşadığı dört devlet konfederal hukuku tanırlarsa, Kürt halkı da onlarınkini tanıyacak. Bu çokhukukluluk açısından, Öcalan bizim kimi şeriatçılarla çok iyi anlaşabilir.
***
Bunca irrasyonellik nasıl olabiliyor? Çünkü Öcalan son olarak mantıklı yola girmişti: “demokratik cumhuriyet”. Oradan buraya gelmesini, “tecrit koşullarının getirdiği psikoloji”ye bağlıyorlar kimileri ama, acaba, Kürdistan’ı “sınırları… esas almadan kendi demokrasini kurma” hayali olarak tanımlamak, Irak’ta etiyle-kemiğiyle kurulacak Kürdistan’ı kendi otoritesine rakip saymaktan mı geliyor? Öyleyse, Öcalan bizim devletle de çok iyi anlaşabilir. Benim de kafam karışır. Ama kafamın berrak olduğu hususlar da var:
İnsanların kendi paralarıyla kendi anadillerini öğrenmelerine bile “üniter devleti parçalamak” diyen bir ülkede birilerinin şimdi bu sayede daha da ayran kabartacaklarını, onların ayranının da Kürt yoğurdunu mayalayacağını görüyorum.
Kürtlerin, Türkiye’de analarının ak sütü kadar helal haklarına kavuşmak için, irrasyonelliğin ve zikzakların peşinden gitmeyi artık bırakmalarının yararlı olacağını hissediyorum.
Bu milliyetçiliklerin 1930’larda çok doğal olduğunu, artık acayip olduğunu düşünüyorum…