YSK’nin adalet kavramını tarumar eden İBB kararı üzerine halkın ürettiği esprileri geçen hafta yazmıştım. Durmak bilmiyor. İki tane daha: 1) “Başakşehir haksız yere mağlup edildi. Maç tekrar edilmelidir!”; 2) Eşi dördüz doğuran koca: “Bunlardan biri benim çocuğum değil!”
Böyle giderse daha da sürer çünkü 6 Mayıs tarihli YSK kararını YSK başkanı değil AKP temsilcisi açıkladı, bu yazı yazıldığında hâlâ açıklanamamış olan “200 küsur sayfalık” gerekçesinin suflörlüğünü de AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptı.
Üstelik YSK insanları bezdiren tek Yargı organı da değil. Yargı yasalar yerine iktidarın ihtiyaçlarına göre karar verdiği için bunun daha Yargıtay’ı var, AYM’si var, Danıştay’ı var. Yani, düğmesiz cüppelerini ilikleyenleri var.
(Sayıştay’ı saymıyorum, çünkü sesini duyurması imkânsız kılınmaya çalışıldığı halde, 16 yılda tam 186 kere değiştirilen İhale Yasası’nın ihlallerini yakalamaya uğraşıyor).
***
Yalnız, Türk Yargısı bir an önce silkinip uyansa, hem adalet kavramı hem de bizzat kendisi için iyi olacağa benzer:
1) Devletin bizzat varlığı tehlikeye girmekte.
“Adalet Mülk’ün [Devlet’in] Temelidir” lafı boşuna edilmemiş.
a) Hiçbir devlet siyasi olarak böylesi bir zorlamalar silsilesi içinde devam edemez. Ülkenin tüm düzeni susturmalar, gözaltına almalar, tutuklamalar, basın açıklaması engellemeler, program durdurmalar, interneti yasaklamalar, dosyalara erişimi engellemeler, kadınlar günü yürüyüşlerine bile gaz atmalar temeline oturtulmuş vaziyette. Şimdi de Halfeti’den işkence haberleri geliyor.
GS şampiyonluğunun Karabük, Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Adana, Marmaris, yani tüm ülkede ve böylesine coşkuyla kutlanması futbolla mı ilgilidir diyorsunuz?
b) Hiçbir devlet, ekonomik olarak bu şekilde devam edemez. Yerli veya yabancı yatırımcı 1 gün sonrasını göremiyor ve hukuk işlemedikçe de göremeyecek: Düşünün ki bütçenin dibine kibrit suyu ekilince iktidar Merkez Bankası’nın “kefen parası”na sulanmak zorunda kaldı. OECD, 2019 için küçülme tahminini %1,8’den %2,6’ya çıkarmış vaziyette. İBB seçiminden sonra yükselmiş olan Tüketici Güven Endeksi, YSK kararından sonra %13 gerilemiş ve son on beş yılın en düşük seviyesine inmiş durumda.
c) Hiçbir devlet psikolojik olarak bu şekilde devam edemez. Bırakın ifade özgürlüğünü, düşünce özgürlüğü bile bitmiş durumda çünkü artık sadece ne söylediğinden değil, ne söylemediğinden de yargılanıp mahkûm ediliyorsun. Artık milletvekilleri bile “Filanca konuşmacıyı dinlerken niye itiraz etmedin de sessiz kaldın!” diye soruşturmaya uğruyor. Akademisyenler, “İmzaladığın bildiride niye PKK’yı açıkça kınamadın!” denilip, “terör örgütü mensubu olmamakla birlikte terör örgütü propagandası”ndan yıllar boyu hapse mahkûm ediliyor. Hem de, içeri atıldığı koğuşta boş ranza olmadığı için, yerde yatırılıyor sevgili eski öğrencim Prof. Füsun Üstel gibi.
***
2) Yargı mensuplarının bizzat kendileri tehlikeye girmekte.
Farkındaysanız, şu sıralarda özellikle yüksek mahkeme savcı ve yargıçları sürekli olarak yargılanmakta ve uzun hapis cezalarına çarptırılmakta.
AYM’nin “yargıç güvencesi” filan dinlemeyerek kendi üyelerini “iltisak” deyip sorgusuz sualsiz görevden atmasından sonra seri yargılamalar yapılıyor. Örnekler ibadullah. Birkaçı:
Yargıtay, kendi eski üyesi ve eski YSK üyesi İbrahim Zengin’i 12 yıla çarptırdı. Eski Yargıtay üyesi Mustafa Tepedelen 10 yıl yatacak. İzmir’de tutuklu yargılanan eski savcı İlker Çetin, eski yargıçlar Serdar Göçer ve Esra Selçuk’a, 6-12 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. Eski savcı Zekeriya Öz’ü başmüfettişliği döneminde akladığı için eski Yargıtay üyesi Halit Kıvrıl 8 yıl 9 aya çarptırıldı.
Bunlar, daha bikaç yıl öncesine kadar iktidarla el bebek gül bebek savcı ve yargıçlar idi. Ergenekon, Balyoz gibi davaları düzenliyor, olmayan kanıtları iktidarın gözü önünde üretiyorlardı. Makbul kişi idiler. Şimdi mahkûm oluyorlar.
***
Devran hızla dönüyor. Büyü bozulunca, baksanıza, futbolda bile döndü. Besleme takım Başakşehir’in CB Erdoğan tarafından üflenen nefesi ancak İBB seçimine kadar yetebildi; sonra un helvası gibi dağıldı. Acaba, diyor insan, şu anda makbul olan savcı ve yargıçlar, AKP+MHP iktidarının korkunç bir hızla irtifa kaybettiği Türkiye’de, yarın öbür gün, yasa ve hukuk dışı kararlar vermek yüzünden Yargı önüne çıkarılabilirler mi?
Çünkü Fethullahçıları 10-12 yıla çarptırmakta olan Yargı mensupları telefonda “Çocuklar ölmesin” diyen öğretmenleri, “Savaş bir hak sağlığı sorunudur” diyen hekimleri, “Bu suça ortak olmayacağız” diyen genç ve emekli akademisyenleri kopyala-yapıştır yöntemiyle üretilmiş, niyet okumaya soyunmuş “teksir” iddianamelerle mahkûm etmekle meşgul şu anda.
***
21 Salı sabahı Ankara’da, 1973’te Diyarbakır Cezaevi’nde işkenceyle öldürülen 1948 doğumlu İbrahim Kaypakkaya’nın 1966 doğumlu kardeşi Ali Ekber Kaypakkaya’nın duruşması vardı.
Suçu: Şimdi 19 Mayıs’ta Samsun’da AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte fotoğraf veren Doğu Perinçek’in o zamanki ekibinden soğuyan abisinin “gerilla savaşı” başlatmak üzere dağa çıktığını, abisinin işkence tezgâhında öldürülme yıldönümünde (ve üstelik, eleştirel bir ifadeyle) anlatmak.
Abisinin kullandığı “gerilla savaşı” terimini tekrar etmek yüzünden “Terör örgütü propagandası yapmak”tan yargılanıyordu Ali Ekber. “Soyadı piyangosu” diye bişey varsa, herhalde ancak bu kadar olur.
***
Ve o sırada AKP’nin kadın hukukçu milletvekili Arzu Aydın, TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun alt komisyon toplantısında konuşuyor ve Yargı’ya aynen şöyle talkın veriyordu:
“Eyvallah; hukuken yönetmelik, tüzük, Anayasa, uluslararası sözleşmeler, bunların biçimsel olarak elbette bir hukukçu olarak farkındayız ama hiçbir uluslararası sözleşme ya da hiçbir kanun toplumsal değerlerin üzerine geçmez. Bir topluluğu millet yapan üzerindeki kıyafetlerdir, geleneğidir, göreneğidir, örfü, âdetidir.”