Baskın Oran

Verdiğimiz huzursuzluk için özür dileriz

Verdiğimiz huzursuzluk için özür dileriz

Verdiğimiz huzursuzluk için özür dileriz

Evet, birçoğunuzu huzursuz ettik, özür dileriz. Çünkü bayramın hemen ardından internette imzaya açılacak olan şu metni hazırladık: ‘1915’de Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum’.

Gelen hakaret ve/veya tehdit mesajlarıyla bayramdan sonra mahkemelerimiz ilgilenecek. Bu meselenin Ermenilik veya Türklük değil, İnsanlık meselesi olduğunu anlamayanlar da ilgim dışı. “Fwd” tuşuna basıp yollanan maket mesaj şöyle diyor: ‘Gerçekten bir ‘Türk’ olarak atalarımıza, vatandaşlarımıza yapılan bu katliamları görmezden gelen vicdanlarınız rahat mı?’ Bir başkası aynen: ‘[Öldürülen Türklerle] bir kan bağınız olduğunu da unutmayınız’. Bu zihniyetin kısa vadede onması mümkün değil.

Onun için bendeniz bu yazıyı temelde bir vicdan taşıyan insanların duyduğu huzursuzlukla ilgili olarak yazdım sadece: ‘Kabul ediyorum, 1915’te üzücü olaylar yaşanmıştır ama bu tek taraflı değildir. Soykırım hiç değildir. Eğer karşılıklı özür dilenecek ise ben varım’.

Bir diğeri: ‘Soykırım demekten vazgeçsinler, elin şusu busu meseleden elini çeksin, ben o zaman zorunlu tehcir için Ermeni kardeşlerimden her platformda özür dilerim. Ermeni olayları bir ‘genocide’ değildir, üzüntü verecek katliamlardır. Olmadı mı, oldu. Ama bize de oldu’.

Ermeniler de Müslümanları öldürdü

Temelde doğru. Ben bunu Taşnak yayınlarına (Armenian Weekly, Asbarez, vd.) Temmuz 2008’de verdiğim röportajda söyledim (ayrıca bkz. Radikal, 17-20 Ağ. 2008). Tabii, ne ölçüde “karşılıklı” olduğu biraz tartışmalı. Bu tartışmaya önce “toplu öldürme” kavramını tahlille başlayalım. Dünya yüzünde bu üç temel biçimde olmuştur:

Durum I: Bir devlet içindeki farklı gruplar/halklar birbirini öldürür. Üzücü olmakla birlikte bu durum izah edilebilir bir durumdur.

Durum II: Bir devletin halkı yabancı bir devlet tarafından öldürülür. Bu da izah edilebilir bir durumdur ve normalde “savaş” adı altında vuku bulur.

Durum III: Bir devlet kendi azınlık grubunu/halkını bizzat öldürür veya öldürülmesine göz yumar. İşte bunun izah edilebilecek tarafı olamaz. Çünkü Devlet denilen kurumun tek bir varlık nedeni vardır: Vatandaşını ölümden korumak.

Şimdi devam edelim. Azınlık Ermenilerin de çoğunluk Müslümanları/Türkleri öldürdüğü görüldü. Üç farklı dönemde:

1) 19. yüzyılın son çeyreğinde. Şöyle: 1806-1847 arası isyan eden Kürt beylikleri dağıtılınca muazzam bir otorite boşluğu doğdu. Kabak, doğrudan Doğu Anadolu Ermenilerinin başına patladı: O zamana kadar her yıl altın yumurta (haraç) toplamakla yetinen beyler yok olunca Kürtler tavuğu kestiler yani bölge ekonomisinin yegâne direği Ermenileri yağmalamaya ve öldürmeye başladılar. 93 Harbi’nin azdırdığı “Gâvur’un malı helâldir” ortamında, bu yağmaya bir de Şeyh Şamil’in 1859’da Rusya’ya yenilmesinin ardından Anadolu’ya perperişan gelen Kafkas mültecileri katılacaktır.

Devlet oralı olmadı çünkü zaten 1839 Tanzimat’ın gayrimüslimleri eşit ilan etmesinin büyük tepki yarattığı bir ortamda Müslüman’a karşı gayrimüslimin haklarını savunacak değildi. Tuzu kuru İstanbul Ermenileri ve Patrikhane de kulaklarını tıkadı.

Sonunda, D. Anadolu Ermenileri canlarının çaresine silahlanarak baktılar. İlk Müslüman öldürmesi budur. Yani, Durum I. Tabii, devlet baskısı altındaki bir gayrimüslim azınlık, Halife’nin yönettiği Devlet desteğindeki Müslüman çoğunluk’u ne kadar öldürebilirse, o kadar. Bunun ne kadar “mukatele”, yani “karşılıklı” olduğunun takdiri size ait. Ama en hafif yorum herhalde şu: Millet-i Sadıka durup dururken patlamadı.

Dahası, Devlet bu çatışmayı engellemediği oranda, Emperyalizm enfes bir müdahale olanağı yakaladı. Olay bundan sonra Durum I’den derhal Durum III’e dönüşecektir, çünkü kendi sebep olduğu Batı müdahalesinden ürken Abdülhamit, Kürtleri Hamidiye Alayları adıyla Doğu Ermeni köyleri üzerine gönderecektir. Aynen, 5 Numaralı Diyarbakır Askerî Cezaevi’nin yarattığı PKK’ya karşı devreye sokulan Hizbullah ve Köy Korucuları gibi.

2) Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda. 1915 yapılıp bitirilmiş, Anadolu Ermenilerden “temizlenmiş”tir. Ermenistan Ermenileri intikama girişirler: Durum II. Kazım Karabekir Paşa hemen müdahale edecektir.

3) 1973-1985. ASALA 43 Türk diplomatını katleder. Amacı, unutulmuş 1915’e dikkatleri çekmektir. Çeker de. Türkiye başta, herkes 1915’i ilk defa öğrenir.

Gelelim 1915’e

1915 ise tam tamına bir Durum III. Bu nedenle de rezaletin son perdesi. ‘Ruslara yardım etmemeleri, orduyu arkadan vurmamaları için cepheyi temizledik’ diye kendimizi aldatmayalım hiç. Kastamonu ve Bursa da mı Rus cephesiydi? Ya Tekirdağ ve Edirne? İttihat Terakki’nin Derin Devlet’i olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın katilleri Ermeni vatandaşlarını Trakya’dan bile kaldırıp Suriye çöllerine, yani savaş cephesine sürdü.

Kadın ve çocuklar da mı orduyu arkadan vuruyordu? Birkaç bin komitacıyı vurmak yerine Anadolu’nun 1,5 milyon Ermenisi etnik-dinsel temizliğe uğratıldı. Bırakın öldürüldüler mi yoksa yolda soğuktan mı öldüler’i. Tek şeye bakın: Anadolu’nun bu otokton (yerli) insanları elli beş bin kişi kaldı bugün. Gerisi Almanya’ya çalışmaya mı gitti? Bütün dünya biliyor bunları, bir tek biz duymak istemiyoruz.

Geçen gün Ankara’daki diplomatik çevrelerde laf arasında duydum: “Yargıçlarınızı AB hukuk uygulamasını incelemek için davet ettik, pasaportları olmadığını öğrendik”. Çoğu hiç yurtdışına çıkmamış. Özellikle merak ediyorum e-postayla bana siyaset bilimi öğreten “gençler” acaba hiç yurtdışına gittiler mi. Orada hiç Ermenilerle konuştular mı. Yoksa her şeyi Türkiye’de “tahsil” alarak öğrenme sonucu mu “biliyor”lar. Hey gidi, “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” diyen Sakallı Celal.

Ermenilerle konuşsalar; dedeleri nereden sürülmüşse oranın köylü Türkçe’sini kullandıkları gerçeği dışında, bu insanlarda iki şey onları şoke edecektir: 1) Türk devletinin İNKÂRI onların ulusal kimliğinin tek belkemiğidir; 2) Sırf bu İNKÂR yüzünden “Soykırım” kelimesi onların tek tatmin biçimidir.

Onun içindir ki şimdi diasporanın şahin olanları bizim bu “Özür” işinden pek hoşnut değil. Hatta, bir biçimde sabote etmek isteyenleri de çıkabilir. Çünkü bir kere, Türkiye insanına “Senin deden Nazi’ydi!”den başka hiçbir şey söylemeyen “soykırım”ı kullanmıyoruz, bu kelimenin büyük PR (halkla ilişkiler) kolaylığı sağladığını keşfetme öncesinde Ermenilerin kullandığı “Metz Yeğern”i (Büyük Felaket) kullanıyoruz. İkincisi, 1915 rezaleti inkâr edilmeyince Ermenilerin tahrik edilme katsayısı düşüyor. Fakat bizim derdimiz değil bütün bunlar. Bunları söyleyişimin tek sebebi, bizdeki “tahsil” almışların ne yapmakta olduklarını kendilerine göstermek.

Bizim derdimiz, sabah kalkınca aynaya bakabilmek. 85 yıl geç kalmış bir işi artık başlatmak. Devlet’in Ermenistan’la nihayet normal ilişkiye geçme sürecine paralel olarak Ulus’un 85 yıllık “tahsil” yüzünden düştüğü bu vaziyeti sona erdirmek. Geçmişimizle nihayet yüzleşerek özgürleşmek.

Çünkü kendi geçmişimle yüzleşmeden ben başkalarına hesap soramam. Ancak bundan sonra sorabilirim diasporanın şahinlerine: “Niçin Ermeni komitacıların D. Anadolu’da yaptıklarını kendi halkınızdan sakladınız?” Çünkü benim o röportaj çıkınca mektuplar geldi: ‘[Yüzyılın son çeyreğinde] Ermenilerin Türkleri öldürdüğüne dair hiçbir örnek hatırlayamıyorum. Bu vaatler ve sözlerle dolu bir dönemdi. En başta, birilerini öldürebilmeleri için silahlanmaları lazımdı ve silah falan taşımıyorlardı’. (Radikal, 19.08.08). Ulusalcı kardeşlerim, gördünüz mü milliyetçinin “bilmesi” nasıl bir şey? Gördünüz mü “tahsil”i? Gördünüz mü kendinizi Ermeni aynasında?

Özür Kültürü’nü yerleştirmek zordur

İşimiz çok zor. Çünkü “Müslüman mahallesinde salyangoz” satıyoruz. Öyle bir mahalle ki, her şeyden önce “Özür Dileme Kültürü” yok; sadece “Otomatik Savunmaya Geçme Kültürü” var. Sen otururken gelir ayağını ezer, bırakın özür dilemeyi, hayretle baktın diye bir de suratına dik dik bakar. Asansöre girer, bırakın günaydın demeyi, yüzünüze bakmaz ve çıkacağı kata kadar da mecburen havaları seyreder.

Böyle bir mahallede “Özür Diliyoruz”. Ankara’ya kaçan 1915’in Muhacirin Umum Müdürü Şükrü Kaya’yı dahiliye vekili, Tehcir’in ünlü Bitlis ve Halep valisi Abdülhalik Renda’yı TBMM reisi yapmış bir ülkede. Talat Paşa’nın adını en geniş bulvarlara vermiş ülkede. “Anadolu sermayesi”nin Ermeni mallarına konarak oluştuğu bir ülkede. Kurtuluş Savaşı’na bu malları geri vermemek için katılan aşiretlerin ülkesinde. Millet-i Hakime zihniyetinin gayrimüslimleri hâlâ ikinci sınıf hatta tehlikeli saydığı ve hâlâ öldürdüğü bir ülkede. Nihayet, ASALA cinayetlerine kadar bütün bunlardan tek kelime duymamış ülke burası. Aynen, PKK saldırılarının 1984’te başlamasına kadar Kürt sorununu duymadığı gibi.

Oysa, farkında mısınız, Özür Dileme Çağı geldi: İspanya’da savcı, Franco dönemini soruşturmaya başladı (Bianet, 17.10.08). ABD Kongresi, 1908’de kazandığı ağırsıklet şampiyonluğu ırk yasaları yüzünden geri alınan siyah boksör Jack Johnson’dan özür dileme tasarısı hazırladı (Taraf, 29.09.08). İngiliz Kilisesi Darwin’den özür diledi (Radikal, 16.09.08). İtalya, 1911-47 arasındaki sömürgecilik için Libya’dan özür diledi (Radikal, 31.08.08). Kanada, 1990’lara kadar süren asimilasyon politikası için yerlilerden özür diledi (Radikal, 13.06.08). Avustralya’da yeni hükümet Aborijinlerden özür diledi (Radikal, 14.02.08). Hatta İsrail Cumhurbaşkanı Peres, 1956’da katliam yapılan Arap köyü Kfar Kasem’e kurban bayramında giderek özür diledi (Milliyet, 23.12.07). Yahu, bizde bile Adalet Bakanı Şahin, Engin Çeber’in ailesinden devlet adına özür diledi (Radikal, 15.10.08).

18 Kasım’da Fransa’da Millet Meclisi Başkanı B. Accoyer tarihe karışmamak gerektiğini ilan etti. Le Monde’da “Tarihe Özgürlük” isteyen Blois Çağrısı 43 ülkeden 900 imzayla tam sayfa yayınlandı (28.11.08). Bu çağrıyı imzalayarak Fransa ve İsviçre gibi devletlerin 1915 konusunda resmî ahkâm kesmesini protesto ettim. Yabancıların ne yaptığına karıştıktan sonra, müsaade edin de kendi ülkemde yapılmış etnik-dinsel temizliğin 85 yıllık inkârının farkına bu kadar geç varmaktan dolayı olsun kendi payıma bir ÖZÜR dileyeyim vatandaşlarımın torunlarından. Şu sayede ki, benim bazıları kadar “tahsil”im yok, bin şükür.

Osmanlı’nın alfabesini bile reddeden bu ülke, Osmanlı’nın bu en büyük günahına sahip çıkmasın artık. Yetti.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı