Baskın Oran

Utanıyorum

Eskiden, yerli ve milli çapta utanırdım.

Mesela, epey mütevazı bir ailenin çocuğu olarak Dolmabahçe Sarayı’nda altın yaldızlı koltuklara oturup poz vermesinden. Atatürk’ün mirası AOÇ’de 1,5 milyon m2’lik bir alana 1.150 odalı bir ruhsatsız Saray inşa ettirmesinden. Yetmedi, Marmaris’te 640 milyon TL’ye bir “Yazlık Saray” , Ahlat’ta Van Gölü kıyısında 225 milyona bir Saray daha  yaptırmasından.

Mesela, Sayıştay’a göre 2019’daki günlük masrafı 10 milyon TL  olan “esas” Saray’ın iki yanı Duşakabinoğulları mankenleriyle süslenmiş merdivenlerinden yaylana yaylana inmesinden.

Mesela iş bulabilenlerin 3.000 TL asgari ücrete talim ettiği ülkede, her şeyi Saray’dan karşılandığı halde kendi aylığını 100.000 TL’nin üzerine çıkarmış olmasından .

Mesela 8 tanesi resmen kabul edilen 13 adet uçak ve 3 helikopter kullanmasından.

Mesela, ormanlar yandığı sırada Marmaris’e onlarca arabalık konvoyla girerek itfaiye araçlarını yolda dakikalarca bekletmesinden . Orada felaketzedelere çay paketi fırlatmasından.

Ama bunlar yine de “iyi günlerimiz”miş. Çünkü şimdi utanışım üst düzeye atladı. Artık ilave olarak uluslararası çapta utanıyorum.

***

Kamuoyu anketleri AKP-MHP koalisyonu için dibe vurdukça, İslam Yetmedi Milliyetçilik de Verelim ilkesine uygun olarak Irak ve özellikle Suriye topraklarına (CHP’nin son tutumu hariç, ana akım muhalefetimizin de utanmadan katılmasıyla!) tecavüz etmesinden utanıyorum.

Bu tecavüz sonucu, Suriye’nin ürettiği zeytinin ve zeytinyağının Türkiye’ye “taşınmasından” ve üstelik “Made in Turkey” vurularak Avrupa’ya satılmasından ve hem Türkiye’deki zeytinyağı üreticilerinin hem de Avrupalıların bunu tespit ve protesto etmesinden utanıyorum.

Ocak 2020’de bakanlarıyla birlikte gittiği Kremlin’de Putin’in kapısında (Rus devlet tv’sinin kronometre eşliğinde verdiği görüntüye göre) tam 2 dakika bekletilmesinden, daha ne kadar bekletileceğini bilemediği için duvarın dibindeki bir sandalyeye oturmak zorunda kalmasından  utanıyorum.

Suriye yönetimini destekleyen Putin’i yağlayıp ballamak için Rusya’dan bu ekonomik krizde 2,5 milyar dolara S-400 füzeleri almış olmamızdan utanıyorum. Sınırda kime karşı (IŞİD? PKK? Esad? ABD? Rusya?) kullanacağımızı kimselerin anlamadığı bu uzun menzilli füzelerin, ABD çıldırınca depolara kapatılmasından utanıyorum.

Çıldıran ABD’yi yağlayıp ballamak için F-35’ler almak, o da olmazsa F-16’lara fit olmak için büyüğümüzün Biden’la “baş başa” görüşmek uğruna kendini bu kadar paralamasından utanıyorum.

“Yazdığı” kitabın reklamının New York’ta seyyar kamyonlarla ve ayrıca Times meydanındaki (günlük kirası 5.000 ila 50.000 dolar olan) ışıklı panolarla (üstelik, ismi de yanlış yazılarak) yapılmış olmasından utanıyorum. 1,5 milyar dolara yaptırılan Türkevi’nin açılışı için gidip, sayısız lüks araçla şehre canavar düdükleri eşliğinde konvoy halinde girişinden utanıyorum.

Ardından, Ukrayna ve Polonya’ya SİHA satarak Rusya’yı çıldırtmamızdan utanıyorum. Dünyanın iki süper devletinin ikisinin birden Türkiye’ye düşman edilmesi gibi bir dış politika başarısından utanıyorum.

***

Geriye ne kaldı, Batılı ülkeler ve özellikle de Avrupa ülkeleri.

AİHM’nin serbest bırakılması için kesin hüküm verdiği, fakat büyüğümüz kendisine Gezi’den taktı diye bağımsız ve tarafsız yargımız tarafından tam 4 yıldır ceza almadan tutuklu olarak cezaevinde tutulan Osman Kavala var. Türkiye’nin AİHM imzasını hatırlatmak için girişim yapan 10 Batılı büyükelçinin “içişlerimize nasıl karışırlarmış!” diye sınırdışı edilmesi için büyüğümüzün T.C. Dışişleri’ne talimat vermiş olmasından utanıyorum.

En azından 1991’den bu yana insan ve azınlık haklarının “iç işleri” sayılmadığını büyüğümüzün bilmiyor veya (daha kötüsü) buna aldırmıyor olmasından utanıyorum.

Üstelik, çok uzun zamandır devreden çıkartılmış olan T.C. Dışişleri bürokratlarının icat ettiği formülle bu fantastik kriz en azından ertelenmiş iken, Mülkiye mezunu olmasından utandığım Bakan’ın “Geri adım attılar. Bavullarını bile toplayanlar olmuş” diye dedikodu icat edişinden utanıyorum.

Bunun üzerine ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price’ın, 10 büyükelçinin geri adım filan atmadığını, girişimin Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine uygun olduğunu açık seçik söylemek zorunda bırakılmasından utanıyorum.

Ayrıca, yel değirmenlerine yapılan bu taarruzun, içeride gittikçe dibe vuran seçim anketlerini yükseltmek için yapılıyor olmasından utanıyorum. Reis’in “Ben geri adım atmadım, taarruzdayım!”  demiş olmasından utanıyorum.

***

Beyaz Saray’a kabul edilmenin mümkün olmayacağı anlaşılınca Biden’la “baş başa” görüşmenin Roma’daki G-20 zirvesine ertelenmesinden utanıyorum. Büyükelçilerini sınırdışı etmeye soyunduğumuz ülkelerin düzenlediği bir toplantıya hiç bişey yaşanmamış gibi katılmak istemesinden utanıyorum.

Sonunda koparılan 20 dakikalık Roma randevusunun dışişleri bakanlarının da katılması şartıyla (4 kişinin tercüme süresi dahil) 70 dakikaya çıkartılabilmesinin diplomatik zafer ilan edilmesinden utanıyorum.

“[Biden’a] Türkiye’nin Yeşil Kalkınma Devrimi kitabında takdim yazım var. Biliyorsun ben de çevreciyim, dedim” diye açıklama yapmasından  utanıyorum. (Fakat ayrıca bi de ‘Biliyorsun, benim hanım da müelliftir, Afrika hakkında kitap yazdı’ demediği için kendisini kutluyorum.)

Biden’ın “[F-35’ler için] Malum, durum 50-50 ama ben elimden geleni yapacağım’” diyerek lafı açıkça geçiştirmesini  (buna Ege’de “çırak çıkarmak” tabir edilir) büyük başarı olarak sunmasından utanıyorum.

Suriye’ye şu anda yapılmak istenen yeni operasyona ABD’nin “sınır ötesi saldırılar durmak zorunda” diyerek, Rusya’nın da hemen sınırdaki Kamışlı’ya jetler ve helikopterler yollayarak karşı çıktığı, Çin ve İran’ın ise BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’yi Suriye işgalcisi olarak niteledikleri bir konjonktürde yeni bir Suriye macerasına tevessül olasılığından utanıyorum.

Hollanda başbakanının şu sözlerinden utanıyorum: “Hollanda’nın, AİHM kararlarına dikkat çekme hakkını her zaman saklı tuttuğunu Erdoğan’a anlattım. Bunun içişlerine müdahale değil, evrensel değerlerin teyidi olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca bunu gelecekte de yapmaya devam edeceğimizi söyledim. Bu da ikili ilişkilerin bir parçası.”  (Allahtan adam, hiç de diplomatik olmaz diye, ‘gelecekte de söke söke yapmaya devam edeceğiz’ dememiş).

***

Son durum: Roma’da Biden’ı gördükten sonra, “Taleplerimiz yerine getirilmeyince biz de Glasgow’a gitmekten vazgeçtik” diyerek, 120 liderin bulunacağı COP26 iklim zirvesine katılmaksızın Türkiye’ye dönmüş olmasından utanıyorum.

9.000.000 nüfuslu New York’ta sergilediği caddeler boyu araçlar konvoyunu 600.000 nüfuslu İskoçya Glasgow’da tekrarlaması kabul edilmediği için böyle yapmış olmasından utanıyorum.

Ama bu noktada esas şundan utanıyorum: Paris iklim anlaşmasını 5 yıl sonra TBMM’ye getiriyor çünkü teşvik için verilecek 3 milyar 157 milyon dolarlık Yeşil İklim Fonu’ndan bahsediyor danışmanları .

Böyle bi sırada bu kaçırılacak mama değil. Fakat öğreniliyor ki bu fon ancak “gelişme yolundaki ülkeler” için mümkün; oysa Türkiye anlaşmanın “gelişmiş ülkeler” listesinde. Hemen bu ikinci listeden sildiriyoruz adımızı.

Ama bu noktada muazzam bir açmaz çıkıyor ortaya: “Gelişmiş ülkeler” listesinde olmayan bir ülkenin lideri nasıl “Dünya Lideri” olabilir ki?

Haydiii, yine diplomasinin kıvrak koridorlarına dalınıyor, üç ayrı yerden kredi sağlanma imkanı araştırılıyor şimdi.

Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Siz de utangaç mısınızdır?

Not: Ben yazıyı yolladıktan sonra yayınlanan son utanma vesilemi de buraya koyayım: Dışişleri Bakanlığı, görev süresi 2025’te dolacak olan aralarında İsveç, İngiltere, Belçika’nın olduğu 9 ülkenin fahri konsolosuna hiçbir gerekçe göstermeden görevlerine son verdi.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı