Baskın Oran

Ulus-devlet ve diğer terimler

Türkiye’deki sağırlar diyaloğu artık kulak zarı parçalayacak hale geldi. Bunun bir sebebi ideolojikse, diğeri de, ortalıkta uçuşan terimleri bilmeden kullanmak. Nadir insanlar işin farkında, yazıp soruyor, netlik istiyor. Bu yazıyı onun için yazdım.

Milliyetçilik ve ulusalcılık

Her toplumda, o toplumun güçlü sınıfı/tabakası, toplumu kendi değerleri çerçevesinde birleştirebilmek için bir ‘birlik-beraberlik ideolojisi’ (cohesion ideology) geliştirir. Milliyetçilik de, tarih içinde ortaya atılan bu ideolojilerden biridir. Ama dikkat: “Ben vatanımı milletimi seviyorum, dilimi yazmak istiyorum” diyorsanız, bu ‘vatanseverlik’tir. Oysa, “Türkler millettir, Kürtler ise milliyet” (yani henüz millet olamamıştır) dediniz mi, işte bu ‘milliyetçilik’tir. Yani, kendi milletini yüceltmek için başkalarınınkini aşağılamak.

1990’lardan sonra duyulan ‘ulusalcılık’ ise şu sade formüldür: ‘Milliyetçilik eksi İslam = Ulusalcılık’. Yalnız, çok dikkat: ‘Eksi İslam’ demek, ‘eksi din’ demek değil. Çünkü bizde ulusalcılar da dincidir, çünkü –çağdışı bir emperyalizm mugalatası üzerinden– gayrimüslim düşmanıdır. 2007’deki Cumhuriyet Mitingleri’nde “Elimize bedava İncil tutuşturuyorlar”, “Misyonerler bizi Hıristiyan yapmak istiyor” diyenleri hatırlayın.

Geçen gün, bir tarih profesörümüz TV’de aynen şöyle dedi: “Milliyetçilik ölmeyen bir duygudur; bunu öldüren bir toplum yok tarihte” (A. Güçlü, Milliyet, 08.03.2013). Farkında değil, bir cümleyle iki hata yaptı:

1) Birlik-beraberlik ideolojisi kavramı ile bunlardan bir tanesi olan milliyetçiliği birbirine karıştırdı. Mesela, Ortaçağ’da milliyetçilikten önceki birlik-beraberlik ideolojisi, devrin en güçlü sınıfı ruhbanın formüle ettiği ‘din’ idi. (Tabii, bir inanç olarak din ile bir ideoloji olarak din’i karıştırmayınız. Din, bir birlik-beraberlik ideolojisi olarak, burjuvazinin Aydınlanma Dönemi yaratmasıyla yerini kaybetti, ama inanç biçiminde devam etti ve insanlar yok olana kadar da edecek);

2) Ezeli olmayan hiçbir şey ebedi olmaz. Doğdu demek, ölecek demektir. Milliyetçilik, babası milli burjuvazi olan bir 18. yüzyıl sonu çocuğuydu. Bu baba bir tür cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirdi. 1970’lerden beri, artık bütün dünyayı ekonomik pazar (yani ‘vatan’) olarak gördüğü için ‘milli’ değil, ‘küreselci’. Bu nedenle, milliyetçilik bir gün nasıl doğduysa, birlik-beraberlik ideolojisi olarak öyle ortadan kaybolmakta. Ama tabii ki bu epey zaman alacak ve bu süre içinde de, sönen ateş gibi bol duman salacak, patlamalar yapacak, yapıyor. Bunu daha iyi anlatmak için başka terimlere geçelim.

Ulusal devlet, üniter devlet, ulus-devlet

Ulusal devlet’ (national state), egemenliğin ulus’tan/millet’ten kaynaklandığını söyleyen devlet türüdür. Egemenliğinin Tanrı’dan kaynaklandığını söyleyen Kral’ı düşüren Avrupa burjuvazisi tarafından ortaya atılmıştır ve 1789’a tarihlenir. ‘Üniter devlet’ (unitary state) ise, bununla ilgisizdir; kısaca söylersek, federal olmayan devlet türüdür. Ülkenin çeşitli bölgelerine haklar/ademimerkeziyet getirmek gerektiği zaman, bunları başkentten verir veya geri alır. Demokrasiye aykırı değildir. Aykırı olan, ‘ulus-devlet’tir. Ona gelelim:

Ulus-devlet’ (nation-state), 19. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir. 1789’dan itibaren ulusal devleti kurmuş Avrupa burjuvazisi, artık komşu ulusal burjuvazilerin emperyalist rekabeti karşısında kalmıştır. Mücadele için, bütün halkın bilakaydüşart desteğini hükümetin arkasına alacak biçimde ‘kılçıksız’ bir ulus yaratmak lazımdır. Mesela 1863’te, yani emperyalist yayılmanın arifesinde bile Fransa’da her beş vatandaştan biri tek kelime Fransızca bilmemektedir. Onun için, ulus-devlet sınırlara dikenli tel çeker. Bu telin içinde, feodal dönemden kalma azınlıkları (yani alt kimlikleri) asimile etmeye girişir. Dışta da emperyalizme soyunur. Yani, tanım isterseniz: “Ulus-devlet, kurmak istediği ulus’un tek kimlikli olduğunu iddia eden ve bunu sağlamak için de asimilasyon ve/veya etno-dinsel temizlik yapan devlet türüdür.

Bizde ulus-devlet

Bize ulus-devlet, ulusal devleti ve Aydınlanma’yı atlayan İttihatçılar yani ‘milli küçük burjuvazi’ tarafından, ‘deneme sürümü’ olarak getirildi. Daha Cumhuriyet kurulmadan da ulus inşasına (nation-building) girişti: Gayrimüslimleri etno-dinsel temizliğe uğratmaya, Türk olmayan Müslümanları da asimilasyona başladı. Fakat bu tektipleştirme projesi bunaltıcı baskıya dayandığı için, bir yandan gayrimüslimleri neredeyse tüketirken –ve bu yüzden de ülkenin sanayileşmesini minimum yarım yüzyıl ertelemek gibi bir kurşun sıkarken kendi ayağına–, bir yandan da ödünü koparan bir sonuç yarattı kendi eliyle: ‘Kürtlük bilinci’.

Zurnanın zırt dediği delik şu ki, bizde devlet hâlâ bir gerçeği anlamış değil ve şu andaki ‘Barış Süreci’ de tamamen bu anlayamama üstüne kurulu: “Tektipleştirici başlıca unsur olan ortak ekonomik pazar, alt kimlik bilincinden önce kurulmuşsa, alt kimlikler muhtemelen asimile edilebilir. Ama alt kimlik bilinci önce doğar da ortak ekonomik pazar sonra kurulursa, o bilinci asimile etmenin imkânı yoktur.” Tersine, ‘vurdukça kabarır’. Bizde ekonomik pazar 1980’lerden (Özal’dan) sonra, Kürtlük bilinci ise en azından 1960’ların başında ortaya çıkmıştır.

Bu işler böyledir. Hele de, en azından Ağustos 1915’ten beri kullanılan (buraya başka bir yazıda geliriz), ‘Türkiyeli’ gibi teritoryal olmak yerine, ‘Türk’ gibi etnik olan, bu yüzden de en azından Kürtlerin şiddetle reddettiği bir üst kimlikte ısrar ediliyorsa. (Bu suyunun suyu yazıyı doyurucu bulmadıysanız:. www.baskinoran.com / Dizi Yazılar / Kürt Sorununda Anlatılan Fransa Masalları. Veya, Radikal, 06-11 Eylül 2009).

Önceki Yazı
Sonraki Yazı