Baskın Oran

Üç

Şu sıralar, benim adım geçince cemicümlenin ağzı bir karış açık kalıyormuş. Benim için bikısmı “Yine mi ulan?” diye soruyormuş, bikısmı da “Helâl olsun be! Ne cesaret varmış çocukta!” diyormuş.

Sırf zevzeklik. Siz onlara aldırmayın lütfen.

Bikere, Allah’ın kavlinin üç olduğunu bile bilmeyen adamlardan hayır gelmez.

Saniyen, elli bir yıl yarım asırdan fazla etmektedir ve yarım asırda üç kere, siz söyleyin, çok mudur?

Salisen (ki işin burası ciddidir), insanların hiç mutluluk ile huzuru birarada yaşama fırsatı bulup bulmadıkları da başlıbaşına önemli bir sorudur.

Neyse. Fazla ciddileşmeyelim beyler. Üç gün için dahi olsa, Bodrum zamanıdır.

Önce, bir müjde: Kanalizasyon tamamlanmış. Evler teker teker bağlanıyor. Bodrum şu anda esas insan yükünü tutmaktan henüz çok uzak olduğundan mıdır bilmem ama, şehrin içindeki deniz tertemiz. Yalnız, bunun sonucu olsa gerek, sokaklar köstebek yuvası, onu da söyleyeyim.

Halikarnas’a doğru uzanan çarşıiçinde faaliyet binbeşyüz. Demirler kesiliyor, karolar döşeniyor, boyalar yapılıyor, dükkanlar bölünüyor yada birleştiriliyor, belediyenin standardına uymayan levhalar değiştiriliyor. Esnaf kısmısı bişeylere bozulmadan duramaz ya, belediye bütün tentelerin aynı biçim ve aynı renkte olmasına karar vermiş, ona bozuluyorlar; “Şindi yeni tente mi yaptırcez?” diye soruyorlar birbirlerine, anlamamış gibi.

Burası kaç avuçluk yer? Küçük yerin motoru, dedikodu. Sezon açılana kadar Bodrum iki dedikoduyla idare edeceğe benziyor: Feyhan’ın buranın yerlisi olduğu tüyosunu verirsem, birinci dedikodu konusunu tahmin etmeniz mümkün olabilir. “Gördünüz müü? Neye benziyomuuş? Sakallı mıymıış?”

İkincisine gelince, o da Kasetçi İsmail’in hazırlıklarını sürdürdüğü yeni kasetçi dükkanına saydığı para üzerine: 12 milyar Türk Lirası. Bundan sonra kendileri faaliyetlerini eski Lodos Bar’ın bulunduğu yerde sürdürecekler. Esnafın derdi, tabii, İsmail’in bu parayı nasıl çıkarabileceği konusu. Bu mevsim paranın tümünü, en iyi ihtimalle de 8 milyarını ödemesi gerekiyormuş. “Canım, dükkanın arka kısmına gençler otursun diye ayrıca sandalye atcekmiş!” diyen iyimserler mi ararsın, “Ulen, bu parayı bangaya goyeydi, uğraşmadan ikiye katlıcekti!” diyen kötümserler mi.

Bodrum’un eniştesi olmak boru değil ya, İsmail kardeşimle de tanıştırdılar. “İşte, bu dükkâna 12 milyar sayıveren İsmail bu!” dediklerinde, enfes bir tatlılıkla boynunu büküyor, “İşte o salak benim” diyor. “Estafurullah” diyorsunuz hemen.

Diyorsunuz da, yılda 4 milyardan üç yıllık 12 milyar peşin kirayı bir sezonda kasetten çıkartıp nasıl kâra geçeceğini de düşünmeden edemiyorsunuz.

Evet efendim, doğru okudunuz: Kirayı.

Malsahibi, söylendiğine göre bir de tutmuş, denize doğru uzanan dükkanın kıyı tarafını ayrıca Çin Lokantasına kiralamış (abi, ne mallar, ne malsahipleri var be!). Esnafın bir diğer derdi de, İsmail bu tarafta 24/24 saat yeni kasetlerin “promosyonunu” bangır bangır yaparken, Çin Lokantasında oturanların yediklerini nerelerine yiyecekleri hususu. Bodrumlu deyip geçmeyin, bu kadar incesini düşünüyorlar. Ayrıca, kaset ve CD hırsızlığını önlemek için İsmail’in “öten özel kapılar” yaptırmakta olduğu, verilen detayların yalnızca bir tanesi.

Efendim, yazarınız sizin için yaptığı tetkikleri yalnızca kentin içiyle sınırlı tutmuş değildir. Mandalina bahçelerini de gezmiştir. Yalnız, ne görmüştür, mandalina bahçeleri yer yer kurumaktadır. Şöminelik odun gibi özel surette kurutulmaktadır, daha doğrusu. Çünkü mandalina bahçesi “tarım alanı” statüsüne girmektedir ve inşaat alanı yalnızca yüzde 10’dur, kuruyunca tarım alanı olmaktan çıkacaktır ve rant da ona göre fırlayacaktır.

Ve devlet, Bodrum’da buna karşı hiç-bir-şey yapmamaktadır.

Diyeceksiniz ki, ne yapsın. Tabii ki “Bunu yapan iki kişiyi sallandırırsın, hallolur” diyen yok.

Ama bu devlet, arazisini mandalina bahçesi olarak bu devirde hâlâ inatla korumak isteyene, kooperatifçilere satmayı hâlâ inatla reddederek yeşili koruyan yerlilere “aptal” diye bakıyor. Yetkili ağızdan şöyle diyerek: “Bahçeye bakmak güç geliyorsa, bikaç dönümünü satın, gerisine harcayın”. Şaka söylemiyorum, kendi öz kulağımla duydum.

Oysa, ben Urla’dan bilirim, Ziraatçilere bir haber uçurursun, anında resmî araçla gelip bahçende (öyle 22 dönüm koca mandalina bahçesi falan değil, evinin etrafındaki iki yüz metrekarelik özel bahçende) ne hastalık var, ne ilaç atmak lazım, anında her türlü teknik yardımı yaparlar. Bodrum’da gördüğüm kadarıyla devlet şöyle bir “politika” güdüyor: “Mandalina bahçeni önce kurutup sonra kooperatifçi yapsatçıya okut, mandalinayı İsrail’den ithal ederiz, ayrıca yeşilliğe değil de beyaz duvara bakarız, olur biter”.

Yine, anasını satayım, fazla ciddileştik.

Oysa yaş elli bir’dir ve böyle şey’ler yarım yüzyıldabir bile yakalanmayabilir.

Bu durumda, gerçi Hadigari ve civarında millet eşşeğini sünnet ettirmektedir ve buna senin kulak zarının dayanabilmesi sözkonusu değildir ama, limana doğru azıcık yürüyüp sağa yönelmen halinde Seyfi Bar’a dalmak ve kütükler parlayan şöminenin bir köşesinde barınmak (“bar” sözcüğünün “barınmak”tan geldiğini biliyor muydunuz?) diye de bişey vardır.

Üç rakamının hikmeti, Anadolu’nun binlerce yıllık kültüründen menkuldür ve Bodrum’daki üç günle müsbitdir.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı