Baskın Oran

Türkler ırkçı olabilir mi?

Türkler ırkçı olabilir mi
Türkler ırkçı olabilir mi

Türkiye’de eğitim gören yabancı öğrenciler, her zaman böyle şanslı ve mutlu olmuyor…

Genç mektup arkadaşlarımdan Recep (Korkut) 21 Eylül tarihli Radikal İki’de sığınmacı Javeed’in öyküsünü yazdı, okudunuz mu? Şöyle diyenler olmuştur: “Biz bu ülkede kendimize ekmek bulamıyoruz, bir de bu davetsizleri mi doyuracağız!”

Ya davet ettiklerimiz?

Pek güzel de, ya bizzat davet ettiğimiz Üçüncü Dünya çocuklarına yaptıklarımız? Çaresiz kalan ve “çare” olarak bana yazan Afrikalı bir Mülkiyeli öğrencimin çektiklerini mektubundan özetleyeyim, sonra da yaşadıklarını kendi kaleminden dinleteyim size.

Ülkemiz en azından 1970’lerin ortasından beri azgelişmiş ülke öğrencilerine burs verir. Bu öğrenciler önce 12 aylığına TÖMER dil kurslarına giderler, Türkçe öğrenince de kazandıkları fakültelere kaydolurlar. Emniyet bu öğrencilere 1 yıllık ikamet tezkeresi verir. Mektuptan öğreniyoruz ki, ‘Son yıllarda uygulamada çok garip ve komik durumlar[l]a karşı karşıyayız: “Efendim, dil kursu[nu] 9 ayda bitirdiniz, 3 ay kaçak kaldınız’ diyorlar. Kazanılmış bir hak kaybedilir mi hocam?”

Çocuk haklı, çünkü biz ona Mülkiye birinci sınıfta Hukukun Temel Kavramları dersinde “müktesep hak ihlal edilmez” diye öğretmişiz. Diğer yandan, ikamet tezkeresinin bitiş tarihi ne olursa olsun, fakülteyi bitirince öğrencinin Türkiye’yi hemen terk etmesi isteniyor. Yoksa yüklü bir para cezası daha. Çocuk mektubunda diyor ki:

“ (…) yine kazanılmış hakkımız ihlal ediliyor. Üstelik kamu üniversiteler[i] diplomalarımız[ı] hemen vermiyor, diploma hazırlama süresi 3 aydır. (…) Aslında biz bu konuyu çözmek için milli eğitim bakanıyla bir toplantı yapmıştık ve o toplantıya bu konu ile ilgili söz sahibi olan tüm bakanlıkların temsilcileri katılmıştı. 2 yıl geçti, hiç bir çözüm bulunamadı. Türkiye’ye okumaya gelen öğrenciler sistem yüzünden çok büyük bir nefretle ayrılmak zorunda kalıyorlar, hayatları mahvoluyor ve hiç kimse sesini çıkaramıyor. Kaçak mıyız, öğrenci miyiz belli değildir. Devlet daireler[in]e gittiğimiz zaman sadece yasak, yapabileceğimiz bir şey yok, olmaz, burası Türkiye, yasalar öyle, bedava paramızı yiyorsunuz gibi laflar.”

Öğrencim şimdi bana soruyor, şuralara şuralara şikayet dilekçesi yazsam fayda olur mu, diyor. “Bir tek sokaklara inmediğimiz kaldı” diye umutsuzlanıyor. Şöyle bitiriyor: ‘Sizi de meşgul ettim Hocam, kusuruma bakmayın. Gramer Hatalarım için de beni bağışlayın’. Aslında, imlası Türkiyeli çocukların ortalamasının çok üzerinde!

“Maymun!”

Bu öğrencimi çok iyi hatırlıyorum. İlk sene her derse gelirdi ama boylu-poslu yakışıklı bir çocuk olmasına rağmen çok sessiz, hatta ürkek dururdu. Benim dersten borçlu kaldı. İkinci (veya, tam hatırlamıyorum, üçüncü) yılında geçti. Ama her yıl dersleri tek bir saat bile kaçırmadan izledi. Son yılında da birkaç kere söz alıp konuştu. Hatta, bir seferinde Afrika’daki devletlerden birinin yine adı değiştirilmiş, onu düzeltti. Nasıl mutlu olmuştum, anlatamam.

Mektubuna hemen cevap verdim. Biraz Türkiye’deki hayatından bahsetmesini de istedim:

“(…) Eğitim Türkçe olduğu için 1. ve 2. sene çok büyük adaptasyon sorunu yaşadım. Sınıf arkadaşlarımın yardımıyla dil sorunu[nu] aşabildim. Adaptasyon sorunu sadece dil ile ilgili değildi, daha çok okul dışından kaynaklanan bir sorundu. Aslında en rahat olduğum yer okuldu.Asıl sorun dışarı[ı]da sürekli laf atmalar (her gün): Zenci, Arap, bu ne, Maymun, Nouma, Okocha (futbolcu)… Her ne kadar diğer hocalarım ve arkadaşlarım bu laflar[ın] sempatik davranışlar olduğunu söyleseler de, bana hiç inandırıcı gelmedi. Örneğin bir gün benim kadar siyah bir ABD’li arkadaşımla alışveriş yapıyorduk, yolda iki gençle karşılaştık, tartışıyorlardı aralarında. Yanımıza geldiler ve arkadaşım İng[i]lizce konuşuyordu ben ise Türkçe. O iki genç Türkçe konuştuğumu duyunca arkadaşına şöyle dedi: ‘bu İng[i]lizce konuştuğuna göre Amerikalı, bu da Türkçe konuştuğuna göre Zenci (bana hep bir aşağılanma gibi geldi)…’. Ayrıca, bildiğim kadar[ı] ile tek başına atılan laflar genellikle küfür anlamındadır çünkü niye bir insan “zenci” [diye] bağırıp saklanır ki?”

‘On üç buçuuuuk!’

Mektubun burasında kötü oldum. Birden ilkokul yıllarıma, galiba ikinci sınıfa dönüverdim. İkinci Kordon’dan geçerek Gazi İlkokulu’na gidiyorum, karşıdan bir “zenci” geliyor. Hemen arkadaşlarımızla birbirimizi çimdikleyip çığrışmıştık: “On üç buçuuuuuk!”. Farklı olanı dışlamak ve hatta ırkçılık insanın içinde doğuştan vardır. Onun içindir ki bununla mücadele edenleri, örneğin “Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De!”cileri gönlümde ayrı bir yere koyuyorum. Devam edelim:

“Bu tür davranışlar[ı] maalesef resmi dairelerde de hissetmeye başladım. Her gittiğimde yasalarda bir zorlama hissediyorsun: Yasak, böyle bir uygulama yok, yapabileceğim bir şey yok (özellikle Emniyet Yabancı Şube’de). 4 Temmuzda mezun oldum, benim oturma izni 31 Temmuz’a kadar. Emniyet’e 3 aylık süre için uzatmaya gittiğimde adam hemen bana ceza yazdı: 4 temmuzdan başlayarak.

Milli Eğitim Bakanlığında çalışan bir memur bizi çağırıyor ve der ki: ‘Siz paramızı bedava yiyorsunuz, ama çocuklarımız doğuda zor koşullar altında çatışmada ölüyorlar’. Ben de ‘Hocam iyi de, ne alakası var, burası savunma bakanlığı mı?’. O da ‘Yok, sadece haberiniz olsun diye söyledim’”.

Dört ay önce Cebeci Kurtuluş’ta bir muhtar iki farklı Afrikalı yabancı arkadaşına o semtte ev kiraladıklarını gösteren bir belge vermeyi reddediyor, elektriği açtırmak için. İtiraza kalkışıyorlar, muhtar çocuklarıyla birlikte bunları sopayla dövüyor, konu kapanıyor. Öğrencim diyor ki:

‘Şikayet ettiğin zaman kimse seni ciddiye almaz, tek alacağın cevap boşver oğlum, bizim insanlarımız böyle. Fazla detaylara girmeden Türkiye’de 7 yıl bu psikolojiyle geçti. Bu [Böyle] sorunlar yaşayan tek ben değilim, kendi çevremde yaptığım araştırmaya göre Afrikalıların yüzde 90’ı Türkiye’den nefretle ayrılıyor. Farklı olmak=yasak anlamındadır. Bir insan sana önce nerelisin [diye] sorar, ikinci soru da müslüman mısın? (farklı olduğumuz her halimizde[n] belli zaten). Hıristiyan dedin mi, hepimiz kardeşiz der. Sonra seninle hiç ilgilenmez artık’.

“Peki pozitif yönler yok mu? Var tabii, gerçekten iyi niyetli insanlar var. Çok az da olsa, beni burada tutan şeylerden biri de onlar zaten.

Affedersiniz Hocam, öyle şeyler yaşıyoruz ki dökmek için hep fırsat arıyoruz.

İyi geceler.”

Almanya’da ırkçılık var, ama şükür ki bizde yok. Olmaz da zaten; Müslüman olduğumuz için bizde AIDS olmaz, Türk olduğumuz için de ırkçılık olmaz. Geçmiş bayramınız kutlu olsun efendim.

Not: “Türkiye’nin zencileri”nin partisini ne zaman kapatıp rahatlıyoruz?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı