Herkes, bilinçli yada bilinçsiz, önemli bişeyler olduğunun farkında. Zaten, herkes bu yüzden ciyaklıyor:
Türkiye Cumhuriyetindeki Kürt sorununda bir kilometretaşıyla daha karşı karşıyayız. 4. dönem nihayet başlıyor.
1.dönemi 1925-38 arası Kürt ayaklanmaları ve bastırılmaları oluşturdu. Karşılıklı silahların konuştuğu dönemdir.
Sonra, yirmi yılı aşan bir “dipfriz” aşamasının ardından, 1961 Anayasasının getirdiği özgürlüklerle 2. dönem başladı. Kürtlerin fikirlerini konuşturmaya başladığı dönemdir.
12 Eylül mezaliminin sonucu PKK’nin 1984’te ortaya çıkması 3. dönemi başlattı. Karşılıklı silahların konuşmasının tekrar başladığı dönemdir.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin (TOBB) Prof. Doğu Ergil’e hazırlattığı rapor, adı ne kadar ürkek olursa olsun (“Doğu Raporu”), artık Türklerin, daha doğrusu Türkiyelilerin fikirlerini konuşturmaya başlaması anlamına gelen bir 4. dönemin başlangıcıdır.
Ağustos 1988’de, tamamen rastlantı bir olay, K. Irak’tan Kürt sığınmacı akını sonucu Türkiye’de nihayet Kürt’e Kürt denmeye başlanmıştı ve bir daha o eski ilkelliğe (“Kürt yoktur”, “Kürtler Dağ Türkleridir”, vb.) geri dönülememişti. Bugün A. Türkeş üstad bile “Kürt” demektedir.
Ağustos 1995’te, bu sefer bilinçli bir olay, geri dönülmez bir sürecin daha habercisi olmuştur.
Türkiye’nin yaklaşık üçte birinin “ticaret yapılabilir” olmaktan fiilen çıktığını görüp de bu kalitede bir politikacılar güruhunun çözüm üretemeyeceğini (geç de olsa) anlayan TOBB, yani Türkiye kapitalizminin en büyük kuruluşu, nihayet “sırf askerî çözüm” dışında (yani, siyasî) bir çözüm sürecini başlatmıştır.
Bütün ülkelerde ilericiliğin bayrağını taşıyan, ama Türkiye koşullarında tam tersi yönde davranan burjuvazi, “globalleşen” dünyadaki sınıfdaşlarına (canı yanınca da olsa, pek geç de olsa) yakışır bir davranış içine girmiştir. Darısı, bundan sonra “din” sorunu karşısında alacağı tavrın başınadır.
Bundan sonra artık bütün kuruluşlar rapor yazımına girişeceklerdir ve bunların varacakları sonuçlar ne olursa olsun, ne Kürtler ne de Türkler ama Türkiyeliler bu sorunun çözümü için kollarını sıvamış olacaklardır.
Türkiye’nin çözüm üretmedeki kabızlığı sona erecektir.
Türkiye, Ağustos 1988 ve Ağustos 1995’le birlikte, gastro-enterologların “buşon” (tıkaç) dediği şeyden kurtulmuştur.
Bunun sonucu, psikologların “blok mantal” (düşünce engeli) dediği şeyden de kurtulacaktır.
Gerisi boştur.
Gerçi, raporu ısmarlayan TOBB’un başkanı Yalım Erez’in, “Sıkıyı görünce arazi olma”sı ve istihdam ettiği kişiyi yalnız bırakması biraz “üzücü” bir davranıştır ama, bir bardak sudaki fırtına geçince, Erez gelecek ve yaptığı önemli hizmeti bu sefer iftiharla sahiplenecektir.
Gerçi, “Denek sayısı az”, “Araştırma yetersiz”, “Temsilî değil”, “OHAL valisinden izin de almamış!” diyenler herhalde başka bir planette yaşamaktadırlar.
Gerçi, “Federasyon’un ne demek olduğunu Kürtler ne bilir?” diyenler ve bu kelimeden tüyleri diken diken olanlar vardır ama, Kürtler için “Federasyon” sözcüğünün “Kürtçe konuşabilmek, yazabilmek, yayın yapabilmek, Kürtçe ders alabilmek, Kürt olmaktan (utanç yerine) gurur duyabilmek”, yani kültürel özerklik anlamına geldiğini anlamaları için aradan biraz zaman geçmesi gerekecektir. (Bunlar verilirse, Kürtlerin sonra da “Bağımsızlık” isteyeceğini söyleyenlere, Y. Kemal’in 1000 kere yazdığım ünlü sözünü 1001. defa anımsatayım: “Verilmezse, istemeyecekler mi?”)
Gerçi, daha da aşağılara inip, rapor yazarını “PKK’nin liderliğine oynamak”la suçlayanlar (S. Avundukoğlu), “Rapor Bekaa’da yazılmış” diyenler (İ. Aykut), “PKK ağzıyla yazılmış” diye yakıştıranlar (Emniyet Gn.Md.lüğü), “Bu adam Allah birdir dese inanmam” diye yazanlar (E. Çölaşan), “Rapor yazarı, CİA’ci Fuller’ın konferansında en önde oturuyordu” diye keşif yaptırtanlar (M. Yılmaz) bile vardır. Bunların, rapor yazarının adından kalkarak, kendisinin Kürt kökenli olduğunu keşfetmeleri bile yakındır.
Bütün bunlar hoştur ve boştur.
Raporun vardığı sonuçlar, (aralarında benim de bulunduğum) sürüyle bağımsız araştırmacının yıllardır yazdığı bulguların aynısıdır. Bundan sonra yapılacak daha iyi araştırmalarda insanlar “Dönüp dönüp bina okumaktan” kurtulacak, “Türkiyeli” kimliğinin ne olması gerektiğini, yani bu ülkede nasıl birarada yaşanacağı tartışacaklardır.
Not:
1) Tanker Uçaklarımız Geliyor başlıklı yazımda bir başlık daha olacaktı: Sadık Ahmet. Metin içinde kaynamış, gitmiş.
2) Sabah gazetesinde Hıncal Uluç, geçen gün Mülkiyeli kardeşinin yine bir yazısını alıntılamış. Şairin dediği gibi, “Param yok ki karım olsun / Her gece şeytan giriyor rüyama / Sağolsun!”. Hıncal Abem, sağolasın.