Baskın Oran

Türkiye’nin, bugün, demokrasi açısından yeri | Elefterotipia Gazetesi

1. Türkiye’nin, bugün, demokrasi açısından yeri nedir?

Türkiye, AB’ye girmek isteme süreci sırasında, çok büyük bir hızla çoğulcu demokrasiye doğru gidiyor. Burada “çoğulcu” kelimesine dikkat göstermek lazım, çünkü Türkiye 1950’den beri demokrasi. Ama altkimliklere saygı anlamında demokrasinin 20. yy sonu anlamından söz edebilmek için bugünleri beklemek gerekti.

Diğer yandan, Türkiye’nin bu demokrasi anlayışı açısından katetmesi gereken bir hayli yol bulunuyor. Çünkü AB’nin zoruyla çıkarılan yasaların gerektiği gibi uygulanabilmesi, ancak, insanların zihniyetinin değişmesiyle mümkün ve bu zihniyeti değiştirmek yasaları değiştirmek kadar kolay değil.

Unutmamak lazım: Türkiye, B.Avrupa’nın yaklaşık 400-500 yılda katettiği mesafeyi yaklaşık 70-80 yıl içinde aldı. Bunun yarattığı muazzam sorunlar var.

2. Bazı çevreler demokrasiyi ve Atatürkçülüğü kendi çıkarları açısından anlatıyorlar. Bu anlatış olumsuz değerlere ve tarza yönlendiriyor. Bir demokrasi korkusu görülüyor.

Türkiye, AB’nin zoruyla da olsa, yaşamındaki ikinci Yukarıdan Devrim’i yapıyor. Hukukunu değiştirme yoluyla toplumunu ve devletini değiştirmeye çabalıyor. Bu da, doğal olarak, Aşağıdan bir tepkiyle karşılaşıyor. Birinci Yukarıdan Devrimi yaptığı 1920’lerde de karşılaşmıştı.

Tabii, bu tepkiyi verenlerin hepsi korkudan yani samimi olarak vermiyor. Bir kısmı da ayrıcalıklarını yitirmemek için direniyor. Diğer yandan, unutmamak lazım ki, Türkiye 15 yıl boyunca gerçek bir iç savaş yaşadı ve bu biteli daha on yıl olmadı.

3. Bazı cevreler devamlı “Türkiye’nin bölünmesini” istediklerini vurguluyorlar. Hele hele azınlıkların Türkiye’ye karşı çalıştıklarını soyluyorlar. Bu tutumları nerden kaynaklanıyor?

Sevr Paranoyasından. Yukarıda sözünü ettiğimiz korkudan. Unutmamak lazım ki Osmanlı’da azınlıklar 19. yüzyıldan itibaren imparatorluğun önce içişlerine karışmak sonra da parçalanması için Batılı büyük devletler tarafından kullanıldılar.

Tabii, bu kullanma durumunu bizzat imparatorluk tahrik etti, çünkü özellikle Doğudaki Ermeniler konusunda reform yapmayı bir türlü kabul etmedi. Ama sebebi ne olursa olsun, böyle bir kullanma ve müdahale etme durumu vardı. Türkiye’de azınlık deyince hemen bu akla geliyor.

4. Bugün Türkiye’de “azınlık” kelimesi zıtlık getiriyor, olumsuz atmosfer yaratıyor. Neden?

AB’nin azınlık tanımı ile Türkiye’de azınlık deyince anlaşılan tamamen ilgisiz. AB azınlık deyince şunu kastediyor: “Dominant olmamak şartıyla, çoğunluktan farklı olan ve bu farklılığını kimliğinin vazgeçilmez unsuru sayan kişi ve grup”. Çünkü dünyada azınlığın tanımı artık böyle.

Oysa, Türkiye’de azınlık deyince derhal ve sadece gayrimüslimler akla geliyor. Çünkü 1454’ten beri uygulanan ve 1839’da kaldırılmış olmakla birlikte uygulamada henüz unutulmamış olan Millet Sistemi böyle icap ettiriyor. Bu sistemde gayrimüslimler ikinci sınıf vatandaş idi. Ayrıca, yukarıda da söylediğim gibi, gayrimüslimler Batılı büyük devletler tarafından imparatorluğu zayıflatmak için kullanılmışlardı ve dolayısıyla „bölücü“ faktör idiler. Şimdi de azınlık deyince hemen bu iki şey akla geliyor: „İkinci sınıf vatandaş ve bölücü faktör“.

Diğer yandan, AB’nin “Azınlık hakları” dediği zaman anladığı ile Türkiye’de anlaşılan da taban tabana zıt. AB bunu dediği zaman şunu anlıyor: “Dominant olmayanların da, dominant olanlarla tamamen aynı haklara sahip olması“. Oysa Türkiye’de hemen gayrimüslimler ve Lozan akla geldiği için, çoğunluğun sahip olmadığın pozitif haklar akla geliyor ve bu da “Azınlık Statüsü“ demek. Grup hakları demek. Buradan kalkarak da, Batı müdahalesi demek.
Oysa, azınlık kavramı ile azınlık hakları ve statüsü tamamen farklı şeylerdir. Azınlığın olup olmadığı bir ülkeye sorulmaz; farklı insanlar varsa vardır yoksa yoktur. Ama azınlık hakları ve özellikle de statüsü vermek devletin bileceği iştir. Türkiye’de bu anlaşılmıyor.

5. Türk solun bazı kesimleri bile Türkiye’de azınlıkların olmadığını soyluyorlar.

Onu bırak, bizzat Kürtler ve Aleviler kendilerinden azınlık olarak bahsedildiği zaman şiddetli tepki gösteriyorlar. Sebebi, yukarıda izah edilen ikinci sınıf vatandaş ve bölücü faktör anlayışı.

6. Bazı çevreler “Sevr sendromunu” yaşıyorlar. Neden?

Daha önce yazdım.

7. Yazmış olduğunuz azınlık raporu ile Türkiye’de alt üst olunmuş. Halbuki gerçekleri yansıttınız.

Gerçekler her ülkede ve her zaman rahatsız eder. Burada da etti. Üstelik, bu devletin resmî bir kurumunun raporuydu. Diğer yandan, AB İlerleme Raporuyla hiç ilgisi olmadığı halde, o raporla paralellikler gösteriyordu ve 17 Aralık sürecinde yayınlanmıştı.

Dahası, Türkiye’de üstkimliğin değiştirilmesini önermek, Lozan’ın eksik-yanlış uygulandığını söylemek, anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilmesi mümkün olmayan maddelerinin değiştirilmesini teklif etmek gibi şeyler yapıyordu. Tepki alması normaldir. Değil üstkimliğini, yastığını bile değiştirsen iki gün uyuyamazsın.

8. Eğer yazdığınız gerçeklere Ankara birkaç sene evvel duyarlılık gösterseydi bugün Avrupa yolunda belki daha değişik yollar üzerinde yürürdü.

Evet ama, halamın da „sakalları“ olsaydı amcam olurdu.

9. Bu gerçekleri bilmelerine rağmen Ankara’da niye bu yolu takip ediyorlar.

10. Niye bu yolu, halkı korkutarak, eğitim vasıtası ile başka değerler üzerine eğitimi yürüttüler?

11. Niye “üst kimliği” ve “alt kimliği” kulandılar.

12. Yazmış olduğunuz raporda Rum azınlığına karşı yapılan olumsuzlukları yazdınız. Bu bir reform niteliğindedir.

Tabi yazınızdan sonra aşırı milliyetçi kesim, bürokrasi ve genelde “derin devlet” size karşı tavır almış. Neden?
Ben belli bir azınlığın sorunlarını değil, Türkiye’nin sorunlarını yazdım. Bu arada Rum azınlığı da. Azınlıkların durumunun düzeltilmesi Türkiye’nin durumunun düzeltilmesidir.

13. Raporla, bazıları, “milli birlik dinamitleniyor” dediler, bazıları sizleri mahkemeye götürdüler, hükümet ise İnsan Hakları Başkanlığı yerine özerk kurul oluşturuyor. Bu görüşler Türkiye’yi geriye ve Avrupa’nın dışına götürüyor.

Mahkemeye vermediler. Savcılığa „vatan hainliği yapılıyor“ diye suç duyurusunda bulundular. Böyle şeyler her yerde olur. Mesela Yunanistan’da da Batı Trakya azınlığının durumu bir tabudur ve bugün bile bu azınlığın Türk olduğunu söylemek birçok çevrede vatan hainliği suçlamalarının yapılmasına yol açar.
Aydınlar, toplumlarından daima birkaç on yıl öndedir. Dolayısıyla, bu tür suçlamalar normaldir.

14. Rum vakıfları, Patriğin ekümeniklik sıfatı, Rum eğitimi, Heybeliada’nın açılması v.s Rum azınlığın problemleridir. Nasıl çözülebilirler?

Türkiye AB sürecine girince bunlar teker teker ve büyük kolaylıkla çözülecek. Heybeliada’nın açılaması bunların başında gelecek.

Türkiye’deki Sevr Paranoyası hem yükseliyor, hem de kayboluyor. Çünkü Kürtlerin dil kursa açabilmesi, Kürtçe kaset satılması, TV’de yayın yapılması, vs. hep Türkiye’yi parçalayacaktır korkusuyla engellendi. Kürtçe kasetler satılıyor, dil kursları açıldı, TV’de yayınlar yapılıyor, ama Türkiye parçalanmadı. Bütün bunları anlamak zaman alıyor, ama anlaşılıyor. AB sürecine girse, Türkiye’de bu anlama olayı müthiş kolaylaşacak.

15. Ekümeniklik siyasi değil bir tarihi ve dini unvandır. Ankara niye kabul etmiyor? “Boykot genelgesini” nasıl yorumluyorsunuz?

Yine Sevr Paranoyası. Bunun yanı sıra, cehalet: Ortodoks ilahiyatını bilmiyor kimse. Katolikliğin çok tersi bir durum olduğu, merkezileşmenin bulunmadığını bilmiyor. Bir de, tabii, kabul etmek lazım ki burada da tarihsel kötü anılar devreye giriyor: 1918 mütarekesinde Fener Türkiye aleyhine çok ciddi faaliyette bulundu. Bunu unutmak kimileri için zor oluyor.

16. Heybeliada Ruhban Okulunu hangi çevreler ve niye açtırmıyorlar?

Aynı şey.

17. Nasıl olur bir okul koskoca bir devlete karşı tavır alabilir. Sizce okulun açılması Türkiye’nin demokratikleşme yolunda bir adımın atıldığı denilebilir mi?

Tabii ki öyle. Fakat yine kabul etmek lazım ki AKP, imam hatiplerin kapatılması için bastırıldığı bir dönemde Ortodoks okulu açmakta zorlanıyor. Yoksa, bunun için hazırlık yapıldığını biliyoruz.

Aynı şey, Ermenistan’a açılacak sınır kapısı için de söz konusu.

18. Devamlı yeni vakıf kanunları çıkıyor. Bu kanunlarla Rum azınlığından alınan vakıfların geri alacağını bekleniyordu. Yok geri verilsin, bu günlerde Büyükada Yetimhanesi alınmış, Balıklı Rum Hastanesine büyük vergi koyulmuş, Rum kiliselerinden elektrik için eski yıllardan şimdiye kadar olan borçları isteniliyor ve veremedikleri zaman elektriği kesiliyor (bak. Kuruçeşme Ay Dimitri Kilisesi) v.s. Bunlar hepsi VGM’nin Rum cemaatin Vakıflarına müdahalesidir. Bu durumun nasıl yorumluyorsunuz?

Bunun sadece Rumlarla ilgisi yok. Gayrimüslimlerle var. Derin Devlet, Vakıflar Genel Müdürlüğünü kullanarak Türkiye’nin demokrasiye gidişini baltalamaya çalışıyor ve bunları yapıyor. Umuyor ki, bu baskılara Yunanistan da Batı Trakya’da paralel baskılar yapar ve kavga büyür, ayrıca AB büyük gürültü koparır. Umarım Yunanistan ve AB akıllı davranır ve Derin Devletin oyununa gelmez, çünkü bu baskıları Türkiye aydınları önlemek için ortaya atılıyorlar; bu sorun onlar tarafından halledilecek. Üstelik, Hükümet de istemiyor, özellikle Dışişleri de saçını başını yoluyor.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı