6 Şubat saat 04:17. Güneydoğumuzun 11 ilinde, 1939 Erzincan depremiyle (7,9) neredeyse aynı şiddette (7,7) bir felaket vuku buldu ve daha da bitmedi. İkinci günün ortasından:
Her konuda dakika başı konuşan CB Erdoğan (ve İçişleri Bakanı S. Soylu) kayıp. Cezaevindeki S. Demirtaş şöyle özetliyor: “Cumhurbaşkanı, koordinasyon merkezinden bir dakika bile ayrılmamalı, saat başı açıklama yaparak halkı bilgilendirmeli, uyarı ve duyurular yapmalı, halka moral vermeliydi. Nerede olduğunu bilen var mı?“ Oysa bize hep ne denmişti, Tek Adam Rejimi hemen karar alır derhal uygular, önemi de buradadır, denmişti. Tam tersini yaşıyoruz.
ABD’den Tayvan’a, İsrail’den Japonya’ya tüm dünyadan yardım ekiplerinin ulaştığı sırada Devlet de kayıp. TV’den gördüğümüz: Sağ kalanlara ulaşabilmek için yıkıntıları kürekle deşiyor sivil halk. Her zamankinin aksine TSK’nin devasa imkanları devreye nedense sokulmamakta.
Ama olsun, hiç dert değil. Çünkü Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Fizik Bölümünden Prof. Dr. Ali İhsan Göker içimizi rahatlattı: “Deprem veya binalar öldürmez, Allah öldürür. O da eceli geleni. Depremde ölenler aynı anda Mars’ta bile olsalar yine öleceklerdi.” Üstelik, tedbir alınmıyor da değil: Yıkıntıların fotoğrafını çeken Evrensel muhabiri gözaltına alındı, Cumhurbaşkanımız da 3 ay OHAL ilan etti. Şimdi sıra Twitter’ın kapatılmasında ve ulaşım yasaklarında.
Her depremin ardından gündeme gelen ve deprem vergisi olarak bilinen Özel İletişim Vergisi’nin nereye harcandığı tamamen meçhul. Ki, sadece 1999- 2022 sonu arasında 88 milyar 240 milyon TL yani bugünün parasıyla 685 milyar TL toplanmış vatandaştan kesilip. Deprem toplanma alanlarına AVM yapılması ayrı.
Tabii, kağıt gibi yırtılıp lök gibi çöken binaları yapan “mütayit”lerden hiç bahis yok. Niye olsun ki? 6 Şubat tarihli The Economist’in yaklaşık 9 milyon başvuru aldığını bildirdiği “İmar Barışı” hakkında 2 Şubat tarihli yandaş basın şöyle demiş: “İmar affı ile ilgili aramalar iyice yoğunlaşmış durumda. Yurdumuzun dört bir yanındaki vatandaşlarımızın gözü kulağı TBMM’den gelecek haberlerde.” Yeni tasarıyı bekliyoruz.
***
Yazının başlığına gelelim. Simgesel olarak bakacak olursak yukarıdakilerden de tatsız bir olgu var: CB Erdoğan depremin vurduğu illerdeki bütün vali ve belediye başkanlarını derhal birbiri ardına telefonla arıyor. CHP’li olan Adana ve Hatay büyükşehir belediye başkanları hariç. Bu “pas geçme” haberinin sitelere düşme saati 10:44.
İki buçuk saat geçiyor, CB Erdoğan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ı da arıyor. Bu haberin sitelere düşme saati 13:16. Bunun da ardından Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ı arıyor. Bunun sitelere düşme saati de 13:34.
İki yorum mümkün: 1) Cumhurbaşkanı vakit bulamadı, bulunca CHP’lileri de aradı; 2) Hâkimlere rahatça hâkim olabilen cumhurbaşkanı kamuoyunun tepkisine hâkim olamadı, sonunda CHP’lileri de aramak zorunda kaldı.
Biz bugüne kadar CB Erdoğan’ı, Putin’in NATO içindeki mümessili olarak icra ettiği Truva Atı rolüyle tanıdık. Yerli ve milli’sini de görmek varmış. Ama şöyle diyebilirsiniz: ‘Yeni bişey yok çünkü Erdoğan ülkeyi zaten hep HDP-Türkiye zıtlığında takdim edegelmişti’. Hakk-ı âliniz var deyip hemen çekilirim. Sadece şunu söylerim: ‘Cumhurbaşkanı böyle bi felakette bile parti ayrımcılığı yaptı; bunun adını siz koyunuz.’
***
Aslında CB Erdoğan sinirlerine hâkim olabilse, böyle kendini/iktidarını zora sokmasına hiç gerek kalmayacak. Çünkü şimdiye kadar Altılı Masa/Millet İttifakı bu Truva Atı rolünü kendi içinde mükemmelen uygulayageldi. Artıgerçek TV’den Bilgehan Uçak’la yaptığımız son video söyleşide (4 Şubat) esas olarak bunu konuştuk.
Muhalefetin 240 sayfalık Mutabakat metinde, Türkiye’de en acımasız biçimde susturulan insanlardan tek kelime bahis yok: LGBT’ler. Tek kelimeyle, utanç! Ayrıca, kadınlara bir miktar güvence getiren İstanbul Sözleşmesi’ne geri döneceğiz demek cesareti dahi gösterilememiş. Böyle şeyleri en çok, Saadet Partisi adlı Truva Atı’na borçluyuz. Ama sadece ona yüklemek fazla insafsızlık olur çünkü Parti bu rezil ortamda tabanını Fatih Erbakan’a kaptırma ürpertisi içinde. Bu olayın özü, bütün Millet İttifakı’nın “aman, ne derler sonra, oğlunu bilmemne yapmak istiyo buuu, derler!” kompleksi.
Metinde yuvarlak laflarla pek çok vaat sıralanmış ama somuta gelince “sessizluk!”. Mesela “OHAL KHK’lerinden kaynaklanan mağduriyetlere son vereceğiz” diyor, ama “Sorgusuz sualsiz, savunmasız, yargı kararı olmadan atılan üniversite elemanlarını geri alacağız” bile diyemiyor. Bu zavallılığı da Millet İttifakı adlı Truva Atı ekürisine borçluyuz.
En önemlisi, “beka sorunu” deyince Türkiye’nin bütün sorunlarının toplamından daha önemli olan Kürt meselesi’nin K’si yok. Bunu, hepsinden önce, İYİP Genel Başkanı Meral Akşener isimli Truva Atı’na borçluyuz. “Ben başbakan olacağım!” sloganıyla Altılı Masa’yı çalıştırmamak için ne lazımsa yapıyor. Bu durum, Saadet Partisi olayındaki gibi bağışlanamaz çünkü korkudan değil, tam tersine, MHP’nin yitirdiği oyların kendisine akmaya başlamasından kaynaklanan bir saldırganlık söz konusu.
Zaten Akşener’i, Tansu Çiller’in içişleri bakanı sıfatıyla 27 Mart 1997’de Öcalan için TBMM kürsüsünden telaffuz ettiği, Kürtler ile Ermenilere birlikte küfür etmeyi becermiş 2 kelimeyle hatırlıyoruz: “Ermeni Dölü”.
Ama bunu sadece Akşener’e yüklemek fazla olur; Millet İttifakı’nın buluttan nem kapan ödlekliğinin bir sonucu da bu. Aynen, dış politikada “Mavi Vatan” türünden ulusalcı zırvaları ifşa edememek gibi.
Rezaletler sadece metinde “olmayan”lardan kaynaklanmıyor; bi de üstüne sos gezdiren “muhalif”ler var. Mesela Gelecek Partisi’nin Kurucular Kurulu Üyesi Muhsin Emre Demiröz adlı şahıs, CB Erdoğan’ın Millet İttifakı içine yerleştirdiği Truva Atı olarak ilan ediyor kendisini: “Bizi tiye alan zavallı muhalifler; size don olan bize gömlek olur. Tayyip Erdoğan, tüm çatışmalarımıza rağmen aileden biridir.”
Yani özetle, Erdoğan’ın muhalefete vurmasına hiç gerek yok. Muhalefet kendi kendine mazoşistçe vuruyor.
İnsanlar diyorlar ki, eğer Mutabakat metni bunlardan bahsetseydi o zaman AKP+MHP’ye fırsat çıkardı. Çok doğru. Ama daha doğru olan bişey var:
HDP’yi açıkça dışlayarak kendini zaten büyük tehlikeye sokmuş olan Millet İttifakı, bu kadar ödlek davranmak suretiyle, muazzam bir kitle oluşturan Kararsızlar’ı iflah olmaz biçimde itiyor. Bu insanları çok fena yabancılaştırıyor kendisine. “Bunlardan ne han olur ne hamam” dedirtiyor.
***
Madem ortalığı Truva Atlarının sardığını söylüyoruz, bunların iktidar içindeki mümessilinin kulağını çınlatarak bitirelim.
Bu iktidar oraya buraya para saçıp, Nebati’nin ağzından şu yolları şu köprüleri beş para harcamadan yaptık, enflasyonu da düşürdük türünden gazlar çıkarıp seçime kadar kurtulmayı belki becerebilir, bilemem. Ama Ülkücü Sinan Ateş’in kendi dava arkadaşları tarafından, üstelik para laflarının karıştığı bir biçimde katledilmesi olayından, yani bu ölümcül Aşil Topuğu’ndan kurtulmayı beceremez.
Çünkü bu iğrenç rezaletin araştırılmasını dahi önleyen en cins türünden bir Truva Atı var iktidarın ta bağrında. Şimdi de oradan bağırıyor: “Felaketi istismar etmeye gayret eden utanmazlara müsamaha göstermeyeceğiz.”