Baskın Oran

Suriye olayında geçici bilanço

Önce, mecburen bir tutam teori.

Tıpkı bireyler için olduğu gibi, devletlerin de kimi durumlarda dışa tepki göstermesi normal, hatta zorunludur.

“Dış Politikada Tepki” temelde iki şey için yapılır: Karşı tarafı bişey yapmaktan caydırmak, bişey yapmaya zorlamak. İkincisi daha zor olanıdır.

Bu tepki, emekli büyükelçi Ercüment Yavuzalp’in de “Dış Politikada Oyunun Kuralları”nda (Ankara, Bilgi Y., 1998) yazdığı gibi, birdenbire sinirlenen bireylerin hesapsız tepkisine benzemez. Hesaplı ve kitaplıdır. Bu “hesap-kitap” kısaca şöyle özetlenebilir:

1) Tepkini gösterirken asla iç politikanın değil, sadece dış politikanın gereklerini akılda tutacaksın.

2) Senin güç kullanma irade ve olanağına sahip olduğuna karşı tarafı ciddi biçimde inandıracaksın. Bunun için de, tepkiye hafiften başlayıp dozu sürekli ve kararlı biçimde yükselteceksin. Karşı tarafa algılama zamanı tanıyacaksın.

“Ezer geçerim”den başlarsan, ya ezip geçmek (yani savaş çıkarmak) gerekir, ya da geri basmak (yani fos çıkmak). Her ikisi de tepkinin başarısız olması demektir.

3) Tepki hem senin kendi halkına, hem karşı tarafa, hem de dünya aleme mantıklı, hatta “meşru” gözükmek zorunda. Yoksa, etkili olamaz.

Bunun için de, karşı tarafın artık fazla ileri gittiğine ve durumun iyice vahimleştiğine herkesin inandığı bir ânı seçmek zorundasın.

***

Şimdi, Suriye olayına geçelim. Yukarıda söylediklerimden ortaya çıkan tablo şudur:

1) Tepki, bitakım nedenlerle malûldür.

Bir kere, zamanlaması iyi değildir.

  1. a) Bunalımın niye çıktığını ilk başta (uluslararası ilişkiler hocası olan bendeniz dahil) kimsecikler anlamamıştır.

İşin asıl ilginç tarafı, “anlatıldıktan” sonra da anlamamıştır. Hem kimseler Türk-Suriye ilişkilerinde bir tırmanma görememiştir, hem de İtalyan parlamentosundaki Kürt toplantısı ve K. Irak’taki Amerikan girişimi gibi Türkiye’yi kızdıran gelişmelerin nasıl gelip de Suriye’nin başına patladığı arasında kolay ve doğrudan bir bağ kurmak zor olmuştur.

  1. b) O sırada iç politikada bol miktarda kapışma olduğundan, sanki bunalım gündem değiştirmek için çıkarılmış havası belirmiştir.
  2. c) Suriye’yle bunalım süreci 15 yıldır kronikleştiğinden, Türkiye’nin bu “birdenbire” harekete geçmesi İsrail’le yeni yapılan askerî anlaşmadan aldığı cesarete yorulmuştur. Bu, Arap ülkeleriyle ilişkiler açısından büyük sakıncadır.
  3. d) Türkiye’nin Ortadoğu Barış Süreciyle meşgul iki müttefiki ABD ve İsrail, olayı görmezlikten gelmişlerdir.

İkincisi, tepki gösterme süreci iyi ayarlanmamıştır.

  1. Başlangıçta sergilenen “Ezer geçeriz” havası karşı tarafa tepkinin ciddiyetini algılayacak zamanı bırakmamıştır.
  1. b) Daha önemlisi, Gn. Kur. Bşk. Kıvrıkoğlu’nun durumu “ilan edilmemiş savaş” saymasına kadar giden böylesine “hızlı” bir başlangıçtan sonra, masaya oturmak bir geri adım izlenimi yaratmıştır. O kadar güç kullanma tehdidinden sonra doğal gelişim bu değil, Suriye’deki PKK üslerini K. Irak’ta olduğu gibi havadan vurmak, sonra da “Sıcak Takip” anlaşması yapmak olurdu.

2) Tepki, amacına ulaşsa bile, durum Türkiye’nin aleyhine dönebilecek niteliktedir.

  1. a) Tehdidin iki amacı olduğu ilan edilmiştir: Apo’nun geri verilmesi, bu yapılamazsa PKK’nin Suriye’den kovulması.

Apo geri verilirse, bu Türkiye için saatli bomba demektir. Defalarca yazdım, yine yazmam gerekiyor. Apo gelince asacak mısın, besleyecek misin? İkisi de birbirinden belalı seçeneklerdir.

PKK’nin kovulması ise, geçenlerde Cengiz de (Çandar) yazdı, bu örgütün silahı bırakıp siyasal saldırıya başlaması demektir ki, Türkiye’de “eko-kültürel çözüm” (yani, bir yandan Doğu’ya masif ekonomik paket, bir yandan da Kürt kökenlilere kültürel haklar; ikisi aynı anda) uygulanmaya başlamadan PKK’nin bunu yapması Türkiye için cehennem anlamındadır.

Çünkü bu gerçekleşirse, Batı açısından, PKK’yle masaya oturmamak için hiçbir neden kalmamış olacaktır.

  1. b) Bunalım, Türkiye’nin arabuluculuk için Mısır ve İran’a muhtaç kaldığı izlenimini yaratmıştır.
  2. c) Bu türden tepkilerin sivil otorite ve tercihen Dışişleri tarafından gösterilmesi ve askerlerin işin en sonunda devreye girmesi gerekir. Olayı başlatan demeci Suriye sınırında bir general vermiştir. Dışişleri’nin de durumu düzeltmek üzere sonradan devreye girdiği izlenimi doğmuştur.

Bu, Türkiye’yi askerlerin yönettiği kanısını güçlendirmiştir ve uluslararası alanda, hele AB açısından, pek de iyi bişey değildir.

***

Aslında, durum Türkiye için hiç de fena değildi.

15 yıl boyunca Suriye’yi diplomatik olarak uyarmıştı. Üstelik 1987 ve 92’deki iki anlaşmayla bu ülkeyi “500 metreküp su/saniye” ile yatıştırmaya uğraşmıştı. Arkasından, İsrail’le anlaşarak caydırmayı denemişti. Suriye yine de Türkiye’yi meşru savunma durumuna sokan politikasında ısrar etmişti.

Ama “Dış Politikada Tepki” kuralları iyi uygulanamayınca bu avantajlar zayıfladı. Şimdi Suriye yaptığı vaatleri “sallarsa”, yapılan anlaşmanın garantisi nedir?

Kırmızı telefon ve büyükelçiliklere atanacak “iki kişi” midir?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı