Baskın Oran

Son Vaşington sefer-i şâhânem! R. T. Erdoğan’ın Yazılmamış Anıları – Fasıl 37

Bizde bir tabir vardır: Azimli sıçan taşı delermiş. Ben bir sıçan değilim, bir erkek aslanım. Dolayısıyla, taşı delişim, yani şu Obama’dan randevuyu çatır çatır koparışım çok normaldir. Tam 50 dakika, dile kolay! Baş başa diz dize görüşme! Bu, ilk seçimlerimizde bir milyon oy demek!

Yalnız, son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim ki, bizim Türkiye gibi cennet diyar yok. Buralarda yaşanmaz! Bi yandan anasının ipini pazarda satmış gazeteler, bi yandan şımarık kamuoyu, bi yandan aklına geleni okuyan Yargı, bi yandan her halta maydanoz Kongre. Böyle anarşik bir toplumda kukla gibi başkanlık yapmak zorunda kalan Obama’ya resmen acımak lazım. Üstelik elinin altında bilumum suçları ihale edecek ne Paralelleri var ne de teröristleri! Zavallı!

***

Kolay olmadı. Daha ben cennet vatanımızdayken başladı alçaklar. Biz bu Tivitır’ı boşuna kapatmadık. AK Partili trollerimizin “Erdoğan’ı seviyoruz” diye benim için açtığı bir hesap vardı, nasıl “Van minüt” dediysem bunun da İngilizcesini söyleyeyim, “Vi lav Erdoğan”, hani adına heşteg diyorlar ya, ondan. Onu kapattı bu alçak Tivitır şirketi. Neymiş efendim, robotlar mesaj yollayıp şişiriyorlarmış. Resmen intikam alıyor hainler.

Ama biz de ne yaptık, Cumhurbaşkanlığı’nın ibadullah örtülü ödeneği var, üzerinde ışıkla “Vi lav Erdoğan” yazan arabalar tutup Nevyork sokaklarında tur attırdık sünnet alayı gibi. Çatlasın alçaklar.

***

Ardından, Nevyork Taymis gazetesi sabotaja girişti. Neymiş efendim, bizim diktatörlüğe dönüşmemize Amerika sessiz kalıyormuş. Diktatörlük olsaydı bunu yazabilir miydin hain! Avrupa için mülteciler meselesi, ABD için de DAEŞ durdukça sizin eliniz mahkum benim karşımda hazırol çekmeye be!

Ardından, varacağım gün, bu memlekette ne kadar Paralelci muhibbi ve terörist yandaşı varsa hepsi imzalamışlar, alçakça bi mektup yayınlandı. Yok efendim, gazete bastırıp, gazeteci dövdürtüyormuşuz, içeri atıyormuşuz. Kardeşim, onların gazetecilikle ilgisi yok, kaç kere söyliycez! Brukins’deki konuşmamda da anlattım, “Türkiye’de cezaevlerinde anayasayla teminat altına alınan basın hürriyeti kapsamında hükümlü ve tutuklu hiçbir gazeteci yoktur” dedim. Daha ne iftiralar.

***

Bitmedi, Karneci kurumu beni konuşturmak istemedi. Neyse ki hallettik, hem de 1 taşla 2 kuş misali! Şu bi zamanlar gazeteleriyle bana posta atmaya kalkan, ama şimdi yelkenleri tamamen suya indiren gafilin kızını soktuk araya, isterse girmesin, Brukins’i ayarlattık. Aslında, bu Brukins daha bile iyiymiş diyorlar Karneci’den; hiç olmazsa ismi buranın dilinden.

***

12 saat uçmuşuz ama, malum, helalinden tam 185 milyon dolar bastırdığımız uçağımızda yok yok, dipçik gibiyim maşallah Vaşington’a inerken. Ama bi indik, ne göreyim? Tüysüz bi onbaşı, arkasında dört er; başka protokol yok! Sadece bizim Dışişleri Bakanı Mevlüt ile Vaşington sefirimiz gelmiş karşılamaya. Alacakları olsun bu Amerikalı alçakların! Obama nasıl olsa bigün benim ayağıma gelecek, o zaman onu Kerry’sine karşılatmazsam şerefsizim.

***

Otele vardık, onun önünde küfür-kafir Türk protestocular. Türk demeye dilim varmıyor. Türk olsalar yapmazlar. Tabii ki Paralelciler ve teröristler! Yine de korumalarımız son derece centilmence ve modernce davrandılar. Amerikalılar onların bu çirkin sözlerini işitip biz Türkleri ağzı bozuk sanmasınlar, milli itibarımız zedelenmesin diye, “Aaaaaaoooooooo” biçiminde ses perdesi yaptılar. Hani son teknik olarak şimdi diskoteklerde de uygulanıyormuş dışarı ses gitmemesi için, işte ondan.

Oteldeki ilk toplantı için sefaretimiz düşünce kuruluşlarından ve akademisyenlerden dikkatle seçip dinleyici ayarlamış. Ama bu Obama kendi adamlarını göndermedi. Asistanı dedikleri eski asistan çıktı, falan. İsterse göndersin; biz Amerika seyahatimizi sağlam kazığa bağlamıştık zaten: Yahudi lobisi. Nitekim, buradaki Yahudi kuruluşu ADL yetkilileri dediler ki, “Çok iyi bir toplantı oldu. Farklılıklardan kaynaklanan sorunların çözülmesini umuyoruz inşallah” dediler.

Aslında, bunu da, 2009’da benim Davos’ta bunların Şimon Perezlerine şak diye bi “Van minüt” çekmeme borçluyuz ya, neyse. Eşşeğini kaybettirip buldurmak hikayesi.

***

Brukins toplantısı çok çok başarılı geçti. Sefaretimiz yine gereken her tedbiri almış; davetli seçimi, falan. Ama en önemlisi, ideal bir moderatör ayarlamış: Brukins’de yönetici, ABD’nin İsrail eski büyükelçisi, Yahudi, ayrıca da Türkiye konularında tın tın.

Nitekim, sorularını sordu ve ben ne dediysem he deyip başka soruya geçti. Zaten o ne sorsa benim cevabım standart: “Eleştiri başka, hakaret başka. Her şeyin bir sınırı var”. Peki diyor, geçiyor. Mesela Zarrab’ı soruyor, ben hiç duymuyorum, “unuttunuz” falan demiyor.

Konferansın kapısında yine ufak bir protesto grubu, hainlerden. Benim korumalar baktılar ki bunlar “Aaaaaooooo”dan anlamıyor, azıcık tartakladılar, azgın bi bayan gazeteci var Amberin diye, o dahil. Hemen tabii, alçaklar her şeyi ayyuka çıkardılar. Kadına “PKK kaltağı” dendiği iftirasını attılar.

Eğer Türkiye kendi cumhurbaşkanını bu teröristlerden bu kadar da koruyamayacaksa yuf olsun! Güya, bir gazetecinin karga tulumba tutulup atılması üzerine Brukins başkanı dışarı çıkasıymış da, bizim korumaları tehdit edesiymiş de, derhal durmazsanız programı iptal ederim diyesiymiş. Zor edersin sen! Sen de kim oluyorsun?

Ama asıl gelmek istediğim başka: Türkiye’ye dönünce bu konuyu özellikle işledim. Ne kadar PKK’lı, DHKP-C’li, PYD’li, YPG’li terörist varsa orada bağrıştığını, bunların yanında “ne yazık ki dindar görünen” Paralelcilerin de yer aldığını söyledim. Veee, ardından esas darbeyi vurdum: “Ermeni ASALA da oradaydı!” dedim.

Bu 4 kelime seçimlerde yarım milyon oy demektir…

***

Bi de, Amanpur denen bir bayan gazeteciyle, kadın mıdır kız mıdır, mülakatımız oldu mecburen. Ben buna razı olmazdım ya, maksat korktu demesinler. Sabıkalı biridir; Gezicileri tahrik etmişti 2013’te.

Ben bu bayana Avrupalıların bizi terör karşısında nasıl yalnız bıraktıklarını anlatıyorum, bu bana diyor niye gazetecileri casusluk ithamıyla içeri atıyorsun, niye eleştirilere tahammül edemiyorsun. Ben cevap veriyorum, eleştiri başka hakaret ve iftira başka, her şeyin bir haddi var, halkım beni yüzde 52’yle seçti, hiç anlamak istemiyor.

“Niye medyaya savaş açtın?” diyor. Cevabı yapıştırıyorum: “Ne ilgisi var savaş açmanın yav? Casusluk gazetecilik midir? Bizim kanunlarımız var. Niye sadece kendi açınızdan bakıyorsunuz?” Bu sefer kalkıyor, “Yabancı gözlemciler gelsin baksın diyorsunuz, sonra da konsoloslar duruşmalara katılınca söylemediğinizi bırakmıyorsunuz” diyor. “Bunlar bizim yargımıza müdahaledir” diyorum, söyleyecek söz bulamadığı için “Katıldığınız için teşekkür ederiz Sayın Cumhurbaşkanı” deyip bitiriyor!

***

O günün akşamı Beyaz Saray’da Zirve’nin yemeği vardı. Israrlarımız sonucunda, işte o bahsettiğim baş başa görüşme gerçekleşti yemek sonrasında. Tamam da, bu Zenci daha ben Merilend’de camimizi açmaya giderken bi basın toplantısı yapıyor, orada sordurduğu çanak soruya da şöyle cevap veriyor:

“Gerçek olan bir şey var ve bunu doğrudan da söyledim: Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğum bir sır değil. Basına yönelik sergilemekte oldukları yaklaşımın Türkiye’yi çok rahatsız edici bir yola sokabileceğini düşünüyorum ve biz onlara önerilerde bulunmayı sürdüreceğiz.”

Arkamdan konuşuyor alçak. Sıkıydıysa yüzüme söyleseydin ya, ağzının payını vereydim oracıkta? Bana Paris’te söylediğini niye Vaşington’da söylemiş gibi yapıyorsun?

***

Ben bu işi bırakır mıyım öyle? Sefaretimizde gazetecilerimize konuştum, aynı şeyleri Türkiye’ye döner dönmez de tekrarladım, “Gıyabımda o tür bir açıklama yapıldığını duyunca üzüldüm. Sayın Obama’yla görüşmemizde o konular gündeme gelmedi” dedim ve sonra lafı getirip şöyle bağladım:

“Hakaret ve tehdide Batı’da da müsaade edilmez. ABD’de Sayın Obama’ya hakaretten biri 3 yıla mahkum oldu. Almanya’da biri Merkel’e hakaretten 2 yıla mahkum oldu. Hakaret ve tehdit, basın özgürlüğü ya da eleştiri diye değerlendirilemez” dedim.

Tabii, Türkiye’de hainler derhal ayağa kalktılar. Neymiş efendim, ben “hakaret” ile “tehdit”i aynı kefeye koymak suretiyle insanları uyutmak istemişim çünkü bu ülkelerde hakarete ceza yokmuş, tehdide varmış.

Sonra, yok efendim, ben şahsen binlerce dava açarken bu iki olayda ne Obama şikayetçi olmuş ne de Merkel; davaları savcılar açmış. Ne var? Ben de öyle açtırırdım isteseydim.

***

Son gün, buraya çok yakın Merilend eyaleti var, orada yaptırdığımız camiyi küşada gittim. Obama gelmeyi reddetmişti, yardımcısı Baydın gelecekti, ama onun da son anda basket maçı çıkmış. 50 kadar zirve katılanının hiçbiri de gelmedi. Müslümanlar dahil. Bu bana koydu.

Bu Merilend Cami-i Şerifimiz, anavatanımızın bile imreneceği bir harika. Tam 100 milyon dolara çıktı. Nevyork’da BM binasının tam karşısında yaptırdığımız ve içine bütün temsilciliklerimizi koyacağımız 32 katlı Türk Evi bittiğinde 75 milyon dolara çıkacak…

Amerika seyahati konusunda fazla bile yazdım, burada kapatmak istiyorum. Herkes dayanamazdı…

***

Yurda döndüm, mücadelenin göbeğine. Hoşuma giden-gitmeyen şeyler var. Hepsine bir bir müdahale ediyorum.

Evvela, bizim Sadrazam Ahmet. Diyarbakır dönüşünde, “PKK Mayıs 2013’e dönerse, tüm silahlı unsurları Türkiye dışına çıkarırsa her şey konuşulabilir” demek gafletinde bulunmuştu.

Ben de gelir gelmez dedim ki, “Ortada müzakere edilecek de görüşülecek de bir konu yoktur. Terörle mücadeleye, ülkemize ve milletimize yöneltilmiş son silahlar susturuluncaya kadar, son terörist imha edilene kadar devam edeceğiz!”

Ne yaptı, hemen partimiz grup toplantısına koştu, “Bizden kimse elinde silah ve kan olan terör örgütünü muhatap alacağımızı beklemesin” dedi. Be adam, artık öğrensene!

Eyy Türkiye, sen de artık anlasana bu parlamenter sistem nasıl çift başlılık yaratıyor!

***

Üstelik bu Sadrazam, ben yokken, “Akademisyenlerin tutuklu yargılanmalarına ilkesel olarak karşıyım. Sonunda beraat olsun, özgürlüklerin kısıtlanması geri ödenemeyecek bir haktır” demiş.

Madde bir, bu ifadeyi bizim medya sansürledi. Madde iki, Avukatlar Günü’nde Külliye’de ağzının payını verdim: “Son zamanlarda efendim işte neymiş, akademisyenler tutuksuz yargılansınmış. Suçluysa, yardım ettiyse, tutuklu yargılanacak. Diğerinden onun ne farkı var?”

Şimdi bizim Sadrazam kendini buna göre de ayarlayacaktır bittabi! Ama hainler onu beklemeden ötmeye başladı bile:

‘Herkes, mahkum olana kadar masumiyet karinesinden yararlanır. Sen nereden biliyorsun sanığın suçlu olduğunu da tutuklu yargılansın diyorsun? Hepsini bırak, sen nasıl olur da süren bir davaya müdahale edersin?’ Alçak oğlu alçaklar. Siz mi bileceksiniiiiz, halkın yüzde 52 oyuyla seçilmiş olan ben mi?

Yine Avukatlar Günü’nde bunların vatandaşlıktan atılmaları gerektiğini söyledim:

“Akademisyen görünümlü destekçi, gazeteci kimlikli casus, memur unvanlı milis olarak terör örgütünün evlerine girenlerin, elinde silahı olanlardan hiç farkı yoktur. Kuzu postuna bürünmüş sırtlanlar terör örgütüyle aynı amaca hizmet ediyorlar. Terör örgütü yandaşlarını vatandaşlıktan çıkarmak dahil her önlemi almalıyız. Bunlar bizim vatandaşımız dahi olamaz.”

Atmayıp da besleyecek miyiz bunları? Atalım vatandaşlıktan, nereyi beğeniyorlarsa oraya afedersin şey olup gitsinler!

***

Özel Harekat bizim canımız. Buradan 1.000 polis ayrılmak için dilekçe vermiş. Derhal reddedilmiş tabii ki. Bi de şehit anaları babaları yine başlarlarsa yandık. Geçen sene 1-2 tane ebeveyn tabut başında konuştu, dava açıp zor susturduktu. Birkaç gün önce 8 yaşında bir kız çocuğu, “Babacım, gitme demiştim ben sana, dinlemedin!” diye ağlaştı. Bunun yayılmasına kesinlikle engel olmak lazım.

Bi de, “Şehit olan cennette o kadar mutlu olur ki, on defa şehit olmak ister” ve “Keşke ben de şehit olabilsem”lerle dolu Diyanet çocuk karikatürlerine hız vermek lazım!

***

Suriyelileri Maraş Pazarcık’ta yirmiye yakın Alevi köyünün bulunduğu bölgeye yerleştiriyoruz. Bizim Kalyon İnşaat’a ihale bile ettik, 27.000 kişilik konteyner kenti kuruyoruz.

Bi tane daha 1 taşla 2 kuş: Yakın köylerdeki Alevilerin sayısı 3.000 olduğuna göre kısa zamanda nüfus yapısı değişecek çünkü yarın vatandaşımız olarak bize oy verecek Suriyeli Sünni kardeşlerimiz tam benim istediğim gibi en az 4 çocuk yapıyor.

Fakat bu alçakların Kürtlerden farkı mı var? Başladılar eyleme. Jandarmamız da verdi gazı. Köylere giden her aracı geri yolluyoruz. Ya teslim olacaklar, ya da…

***

Yine ağız tadıyla bitirelim.

Yarınları hazırlıyoruz. Lise tarih ders kitaplarını yeniden yazdırıyoruz. Atatürk dönemindeki beyin yıkamaların “Hıristiyan Batı dünyası tarafından dayatılan Batılı ıslahatlar” olduğunu öğretiyoruz. Osmanlı ilim geleneğini anlatıyoruz. Meşrutiyet denemeleri ile İttihat-Terakki dönemlerini darbe olarak niteliyoruz. Atatürk’ün adı “önemli tarihî şahsiyetler” arasında bile geçmeyecek.

Hiçbir biçimde itiraz edemezler. Çünkü onlar ne yaptıysa, kavramlara yer değiştirterek aynısını yapıyoruz!

***

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanımız Ahmet İyimaya güzel ve çok anlamlı şeyler söylemiş: “1982 Anayasası yürürlükten kalkacaktır. Beş yıl, iki yıl, üç yıl anayasasız kalabiliriz.” İyidir, iyidir, kafaları karışsın azıcık daha. Karışsın da neye niçin itiraz edeceklerini şaşırsınlar. Aslında ne gerek var anayasaya? Anayasaya bakıp mı yönetiyoruz bu memleketi? Ben anayasada geçen AYM’yi bile tanımadığımı ilan ettim de ne oldu?

***

Her zaman söylüyorum: Milli ve yerli’yi tercih edeceğiz. Bu şiarı, Orman ve Su İşleri Bakanımız Veysel Eroğlu birkaç gün önce değişik biçimde tekrarladı: “Bizim teknolojimiz NASA’dan ileri. NASA da kim oluyor? Onların uyduları varsa, bizim de Göktürk’ümüz var.”

Öyle ya, taa Amerikalardan nasıl tespit edecek Türkiye’de kuraklık olacağını? Ayrıca, her şey bir yana “Göktürk’ümüz var” demesi, İslam-Türk birlik ve beraberliğine çok ihtiyacımız olan şu anda ne kadar kuvvet verici bir söz! Kendisini tebrik ediyorum.

Ayrıca, bana o kadar hainliği reva gören Obama’nın memleketi Amerika’nın değil mi bu NASA?

***

TV’de de gördük, Urfa’da yakalanan alkollü bir sürücü polislere “Yalan söylüyorsunuz. Hepiniz paralelsiniz, burada paralel kumpas var, sizi AK Parti’ye şikayet edeceğim” dedi. Daha önce de yazdım, tekerlek ile ateşten sonra en büyük icat olan “Paralelci” ithamının halkımız arasında ne denli yerleşmiş olduğunu daha iyi anlatan bir durum olabilir mi?

***

Avukatın biri, Cüppeli Ahmet hocamız hakkında suç duyurusunda bulunmuş. Neymiş efendim, hocamız “Her Bir Uzuv İçin Okunması Münasip Olan Şifa Ayetleri” isimli son eserinde hem halkı kin ve düşmanlığa tahrik ediyormuş, hem de İslam’a hakaret!

Bunun İslam’a hakaretle ne ilgisi var yav? Burada hainlerin amacı belli: Nasıl Ensar Vakfı’nı göçertmek için, afedersin, oğlanların ırzına geçilmesini bahane ediyorlarsa, burada da aynı durum var.

Eyy zındıklar, bir kere, hocanın söyledikleri uzva zarar verecek şeyler değil. Ne diyor, “Üstüne su serpip dua okuyun” diyor.

Ayrıca, belki de yarar sağlar, ne biliyorsunuz? Denediniz mi?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı