Ya ben iyice yaşlandım, yada solcu üniversite gençlerinden bazıları ciddi bir fikir karmaşası içinde. Örnek çok; bir tanesini vereyim.
Ankara’daki bir üniversitede yaptığım konuşmada öğrencilerin söylediklerini italik puntoyla, hemen arkasından da kendi yanıtlarımı düz puntoyla yansıtacağım. Gelecek hafta güncel bir sorun çıkmazsa, konferans metnimi de yansıtırım.
***
“Yanlış şeyler söylüyorsunuz. Sömürgecilikle emperyalizmi bile ayrı ayrı iki şey gibi anlattınız”. Tabii ki ayrı şeyler. Ben size baştan söyledim: Birlikte hiç ders yapmadık, aynı terminolojiyi kullanmamak sorun çıkartabilir dedim, siz “Terminoloji evrenseldir” deyip çıktınız. Emperyalizm bir Batı yayılması türüdür ama, her Batı yayılması emperyalizm değildir.
“ABD emperyalizmini AB emperyalizmiyle mi dengeleyeceğiz?” Emperyalizmin dört klasik ihtiyaçtan oluştuğunu biliriz: Hammadde ihracı, pazar arayışı, sermaye ihracı, nüfus ihracı. Ama, bunları ancak askerî işgal yoluyla çözmeye kalkışırsanız emperyalizm oluşur. Biz gençliğimizde “kültür emperyalizmi” gibi terimlerle çok hata yaptık; siz yapmayın. ABD tekelini neyle dengelemeyi öneriyorsunuz? (Rusya, Avrasya sesleri) Avrasya diye güçlü bir dengeleyici mi var? Gündelik nafaka için hammadde ve silah satan Rusya’yı mı söylüyorsunuz? Şanghay Beşlisi diye bir alternatif mi var benim bilmediğim? Tabii, AB’yi emperyalist sayarsanız, böyle çıkmazlara saplanırsınız.
“Emperyalizm konusunda bizim bildiklerimizden çok farklı ve yanlış şeyler söylüyorsunuz”. Madem yukarıda söylediğim dört koşul olunca emperyalizm oluşuveriyor, şu soruya cevap bulun: TPAO Kazakistan’da petrol arıyor, Anadolu Kaplanları Romanya’ya anahtar teslimi fırın satıyor, Sabancı Arjantin’de şirket kuruyor, durmadan göç veriyoruz. Bu durumda, Türkiye emperyalist mi? Ne haddine?
“Kapitalizmle demokrasi birarada olmaz”. Peki, demokrasi hangi rejimle birarada olur? (“Sefaletin olduğu yerde demokrasi olmaz! cevabı). Peki, demokrasinin olmadığı yerde emekçiler nasıl hak talep edip alacak? (Mücadele ederek! sesleri). Bakınız, biz şu anda burada mücadeleden başka bir şey yapmıyoruz. Eğer demokrasi yoksa elbette sokağa çıkılır. Ama ifade özgürlüğü varsa, sert mücadele sizin aleyhinizedir. Camı-çerçevesi inen size beddua eder, dua değil.
“Siz burjuva demokrasisinden bahsediyorsunuz”. Demek bir de “proletarya demokrasisi” var? (Tabii var ya! sesleri). Vardı da, Duvar ve SSCB insanlar özgür olduğu için mi bir üfürükte yıkıldı? (bir miktar gülüşler, bir miktar olumsuz mırıldanmalar).
“12 yaşındaki çocuğa 13 kurşun sıkıldı”. Doğru. Fakat birkaç yıl önce olsaydı, iki nedenle sen bu cümleyi söyleyemeyecektin: 1) Çıkışta götürülmekten çekinecektin; 2) Bu olaydan haberin bile olmayacaktı (burada alkış). Demokrasi yokluğu ile demokrasi sakatlığı farklı şeylerdir.
“Azınlıklar yaratılıyor. Ülke parçalanmaya gidiyor”. Azınlık yaratılmaz; varsa vardır yoksa yoktur. Eğer birlikte ders yapmış olsaydık azınlığın varlığı-hukuki statüsü farkını, ayrıca alt-üst kimlik, objektif-sübjektif kimlik, bireysel-grupsal kimlikleri bilecektin ve bu hatayı yapmayacaktın.
“Egemenliğimiz devrediliyor”. Egemenliğimiz bizden çıkıp başka bir ülkeninkine eklenmeyecek ki. Veto sahibi olacağımız bir kolektif kimliğin parçası olacak. Her uluslararası antlaşma yaptığınızda, egemenliğinizin bir kısmından vazgeçersiniz. 1987’de bireysel başvuruyu kabul ettik ve bugün Strasbourg’daki mahkeme Ankara’daki Yargıtay’ın üstünde. Bu bal gibi egemenlik devriydi; ama devletin bok yedirdikleri ancak o sayede tazminat alabildi. Önemli olan şudur: 1) Egemenliğini kendi iradenle mi devrediyorsun yoksa zorla mı alıyorlar; 2) Devrettikten sonra tamamen edilgenleşiyor musun?
“İddianızın aksine, demokrasi ithal edilemez”. Türkiye 15. yüzyıldan beri sırayla: Rönesansı, merkantilizmi, aydınlanmayı, sanayi devrimini, demokrasiyi ıskaladı. Şimdi ithale çalışıyor. Dışarıda olanı ıskala, ithal de edilemez de, nedir bu durumda alternatifiniz? Alternatif söylemeden yapacağınız her eleştiri sizin ciddiye alınmanızı engeller.
***
Biz de yirmi yaşındayken söylediklerimizden bu kadar emindik. Ama karşımızdaki hocanın baştan aşağıya her şeyi yanlış bildiğinden hiç emin değildik. Çünkü çok okuyorduk. Bu gençler okumayı tamamlamış, konuşmacılardan bişey öğrenmek yerine onlara öğretmeye gelmiş gibiydiler.
Veya, başka (veya, ek) bir olasılık var: Bir kısmı, galiba, beni duymuşlardı ve mars etmeye gelmişlerdi. Bu, çok anlaşılabilir ve genç insanlar için doğal bir durum. Ama, anti-emperyalizm yapıyoruz sanıp, Sevr Paranoyası yüzünden yabancı düşmanlığı yaptıklarının farkında değillerdi. İşte bu, vahimdi.
Yine de ben öğrenciden umudumu asla kesmem. Kesemem. Çünkü sadece hocayım. Nitekim, iki veya üç çocuk kalkıp: “Ben istemezükçü solcu değilim, Baskın hocaya kendimi daha yakın hissediyorum” dedi ki, o ortamda farklı şey söylemek medeni cesaret ister. Bitince yanıma gelenler ise sırf öğrenmek amacıyla o kadar çok sordular ki, yarım saat da ayakta cevapladıktan sonra ayrılmak zorunda kaldım. 2005, bu Sevr Paranoyasından çoook çekeceğimiz bir yıl olacak, ama ben sonuçtan çok umutluyum.