Baskın Oran

“Savcıya bak, savcıya!”

16 Temmuz ve sonrası gazetelerinden aktarıyorum:

Van’daki 100. Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın’ın lojmanı, kendisi ve eşi Bakü’deyken, polis tarafından basıldı. “25 milyon dolarlık tıbbi cihaz yolsuzluğunun belgesini bulmak için” 13 saat arandı. Yolsuzluk iddiası, bugün hayatta olmayan eski rektör zamanına, 1998’e aitti ve bu konuda hiçbir belge bulunamadı. Ama polisler lojmanı terk ederken elleri boş çıkmadılar. Rektörün açtıkları çelik kasasındaki özel evrak, ruhsatlı iki silah, bir de “çok sayıda kaçak tarihî eser”le çıktılar.

Bir de İstiklal Madalyası. Vanlı eski milletvekili eroin kaçakçılığıyla suçlanır ve oğlu da kayıplara karışırken baskın yapmayan polis, 13 saat sonra çıkarken, rektörün dedesine ait İstiklal Madalyasına da el koymuş, savcılık emanetine götürüyordu.

***

Akrabam olduğu için Prof. Aşkın’ın ne hasta koleksiyoncu olduğunu ve eserleri hemen müzeye kaydettirdiğini bizzat bilenlerdenim; zaten bu kadar üzerine gidilen biri için başka şey düşünmek abes. Van’a her geleni tutar, iftiharla gösterir. Çoluğu-çocuğu yoktur; bütün maaşını bunlara harcar. Geçen yıl tümünü Yapı-Kredi Bankasının Beyoğlu’ndaki galerisinde sergilemişti. Son aldıklarını da Bakü’ye gitmeden müzeye bildirmiş, müze yetkilileri ise döndükten sonra gelir kaydederiz, demişlerdi. Üstelik, baskın mahalline müze yetkilileri de celbedilmişti.

Polisin “Bilmemkaç parça kayıtsız çıktı” iddiasına gelince, orası ilginç: 1928’de kabul ettiğimiz Latin harfleriyle yazılmamış ne varsa evin içinde, bu arada rektörün babasının mührünü ve dedesinin madalyasını, antika sanıp herbirini ayrı kalemlere kaydedip götürmüşler…

***

Said-i Nursi’nin Medresetüz-Zehra’yı kurmak istediği Van’da şeriatçı örgütlenmeye izin vermeyen bir rektöre İslamcıların tahammül edemedikleri ve Prof. Aşkın’ın başında uzun zamandır bişeylerin dolaştığı çoktandır biliniyordu. Vakit gibi bir gazetenin diline doladığını söylemek yeter.

Gazeteciler hemen üniversitenin eski doçenti, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e koştular. Çelik: “Bu olayla hiçbir ilgim yoktur. Ben de gazetelerden okudum” dedi. Sonra, geçen yıl yerel seçimler öncesi Van’da verdiği demeci verdiler: “Ben buraya geliyorum, Yüzüncü Yıl Üniversitesine yatırım yapacağım, ama rektör bey hep yurtdışında oluyor, karşılamaya gelmiyor”. Ama belki de bu demeç, Başbakan Erdoğan’ın karşılamayı yasaklayan genelgesinden önceydi…

***

Üniversite cihetinden farklı tepkiler geldi. Bir hoca bir eposta grubunda yazdı: “Son yıllarda demokratik, laik ve Atatürkçü Cumhuriyet çizgisinden ayrılmayan, baskılara boyun eğmeyen Prof. Dr. Yücel Aşkın için sanki gizli bir düğmeye basılmıştır”. Bir cevap: “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. 100. Yıl Üniversitesi’nin sayın rektörü ile ilgili bir yanlışlık varsa, adalet bunu mutlaka düzeltecektir”.

Ama hiç kimse de kalkıp şunu demedi: “Yahu, burada en önce kınanacak konu, olayın kendisidir. Eğer bu arkadaşımız “İslamcı” denilen taifeden olsaydı, yapılanı tasvip edecek miydiniz? Görevli giden rektör yokken konutu basılır mı? Bireysel veya örgütsel terörden devlete sığınırsın; devlet teröründen nereye sığınırsın? Bu, bir rektöre yapılandır. Bir de sıradan vatandaşa neler oluyor, onu düşünün!”

***

19 Temmuz tarihli gazetelerde, YÖK’ün “Rektöre yapılan dehşet verici” diye açıklaması çıktı.

Kimse çıkıp da, “Yahu, sen YÖK olarak, koskoca Boğaziçi Üniversitesindeki bir sempozyumun, resmî ağızlardan alev gibi çıkan tehditlerle engellenmesini kalktın destekledin de, devletin savcısının yasal izinle yaptırdığı bir aramayı kalktın niye kınıyorsun?” demedi…

***

Bir kişi hariç. 20 Temmuz tarihli gazetelerde çıkan yazılı açıklamasında Van Başsavcısı Kemal Kaçan, YÖK’ün açıklaması hakkında inceleme başlatılacağını duyurdu; YÖK, rektörü şimdiden suçsuz ilan ederek suç işlemişti.

İyi de, Sayın Başsavcı yazılı açıklamasında, “Evde şunu bulduk, bunu bulduk, bunlar suçtur” diyerek yargıcın kararını şimdiden verivermişti. Bu yargısız infaz, Radikal’in manşetine şöyle yansıdı: “Savcıya Bak, Savcıya!”.

“Türkiyeli” teriminin devlet için ne büyük nimet olduğunu henüz algılayamayan Genelkurmay İkinci Başkanının “Kürt aydını ne demek? Toplumu bölecek miyiz?” dediği bir Türkiye’de savcı da böyle yapar tabii. Biz de eeeele yaşayıp gideriz işte…

Kimse de kalkıp demez: “Sevgili paşam, Kürtçe kurslarının öğrencisizlikten kapanması, ‘Kürt aydını’ diyebilmenin sayesinde oldu!”, diye…

NOT: Çok büyük bilimadamıydı, İstanbullu Stefanos Yerasimos öldü. Türkiye biliminin başı sağolsun.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı