Hani, ağanın biri ile yanında çalışan köylüsü at arabasıyla tren istasyonundan köye gidiyorlarmış. Şımarık ağanın canı sıkılmış, “Eğer yoldaki şu sığır tersini yersen bu araba senin olur” demiş. Köylü fakir; öneri çekici gelmiş. İnip yemiş. Bunun üzerine ağa dizginleri ona vermek zorunda kalmış. Yola devam etmişler, ama köylü rahatsız; kendini aşağılıyor. Bir taneye daha rastlayınca, ağaya dönmüş: “Ağam, ye şunu, arabayı geri veririm” demiş. Ağa bin pişman, hemen inip yemiş, arabanın dizginlerini de geri almış. Biraz gittikten sonra birbirlerine bakmışlar, ikisi de aynı anda şöyle demiş: “Biz bu bokları niye yedik?!”
* * *
Güldünüzse, ciddileşelim ve konumuza gelelim.
Ermeniler Anadolu’nun otokton (eskiden beri yaşayan) halkı olduğuna göre, Türk-Ermeni ilişkileri, Türkmenlerin 10. Yüzyıldan itibaren Anadolu’ya gelmeleriyle başladı. İki halk çok iyi geçindiler. Dahası, Türk devleti, İstanbul’u alıp imparatorlaşma sürecine girince, Ermenilerin ticari ve sanatsal/zanaatsal becerilerine büyük ihtiyaç duydu. Onları İstanbul’a göç ettirerek bir Patriklik etrafında topladı (1461). Bu göçte, aynen Yahudilerin 1493’te İspanya’dan getirtilmeleri gibi, İstanbul’un başat gayrimüslim azınlığı Rumları dengeleme amacını da açıkça görmek mümkündür.
1821’de Yunan ayaklanması/bağımsızlık savaşı başlayınca Ermeniler “Millet-i Sadıka” diye anılacak kadar önem kazandı. İstanbul’dakiler hariciyede Fenerli Rumların yerini aldılar. Anadolu Ermenileri ise eskiden beri bölgedeki Çerkez ve özellikle Kürt aşiretlerine haraç ödemek suretiyle yaşayıp giderlerdi.
- yüzyıl sonuna doğru, İstanbul Ermenilerinin durumu değişmemekle birlikte, çok çeşitli etmenler sonucu (Osmanlı’da toprak düzeninin bozulması ve iltizamın başlaması, Batı’nın ucuz ve kaliteli malları yüzünden el tezgahlarının kapanması, 1877-78 Rus savaşının bölgeyi perişan etmesi, vs.), Doğu Anadolu’da aşiret haraç ve baskısı dayanılmayacak ölçüde arttı. Bu sırada, bir yandan Rusya’nın diğer yandan Fransız devriminin etkisi Ermeni diasporasına ve oradan da Osmanlı Ermeni aydınlarına ulaşmış, Ermeni ayaklanmalarına ve ardından da Ermeni partilerinin (Taşnak, Hınçak, vs.) kurulmasına yol açmıştı. Buna tepki gösteren Osmanlı yönetimi kimi Kürt aşiretlerini Hamidiye Alayları biçiminde örgütleyerek bu milliyetçi hareketleri bastırmaya yöneldi. İttihat ve Terakki de aynı politikaya devam ederek, sonunda Anadolu’nun bile kaybedilebileceği paniğinin yaşandığı bir kaos ortamında, işleri 1915 katliamına dek vardırdı.
Perde tekrar açıldığında Birinci Dünya Savaşı bitmişti. Tehcir’in ertesi yılı imzalandığı halde Sykes-Picot gizli antlaşmasında (1916) Ermenistan’a bir yer vermeyi aklına bile getirmemiş olan İngiltere, 1917’de patlayan komünist devrim üzerine alarma geçerek, Karadeniz’e de açılan geniş bir alanda Ermenistan Cumhuriyetini Sevr’de (10 Ağustos 1920) tampon olarak kurdurdu.
Ermenistan’ın kurulması, Ankara’nın başlattığı bağımsızlık savaşı üzerinde çok önemli bir diyalektik etki yapacaktır: Başkan Wilson’un Kasım 1920’de çizdiği Büyük Ermenistan artık kuzeybatıda Giresun’a, daha güneyde Erzincan’a, oradan Muş’a, oradan Van Gölünün güneyine kadar uzanmaktadır. Yani, bir yandan Lazların ve özellikle de Kürtlerin yaşadığı topraklarla çakışmaktadır. Bu durum özellikle Kürtlerin Ankara etrafında kenetlenmesini, yani Kurtuluş Savaşını güçlendirecektir. Üstelik, arkada kalan Ermeni mallarının üzerine oturan Kürt aşiret beylerinin bunları geri vermek istememeleri de doğaldır. Nitekim, uygulanamayan Sevr’in 88. maddesi Ermenistan’ı tanımakta, 89. madde onun sınırlarını kabaca saptamakta, 144. madde de Ermeni mallarının geri verilmesini düzenlemektedir.
Ankara ve Erivan hemen savaşa tutuştular. Ankara, ilk askerî ve diplomatik başarısını da burada kazandı. Gümrü 02 Aralık 1920’de imzalandı. Aynı gün, Kızıl Ordu Erivan’a girecek, Gümrü’yü geçersiz kılarak ülkeyi Sovyetlere katacaktır.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin birinci perdesi Birinci Dünya Savaşının bitmesi üzerine açılmıştı, ikinci perdesi de Soğuk Savaş’ın bitmesi üzerine açıldı. Ama arada çok şey oldu. 1973’te Ermeni diasporasının ASALA örgütü Türk diplomatlarını öldürmeye başladı. Bu terör 1983’te Orly olayıyla sona erdikten sonra diaspora 1915’in intikamını almak ve Türkiye’ye jenosit söylemini kabul ettirmek için yeni bir strateji izlemeye koyuldu. Çeşitli ülkelerin parlamentoları ile çeşitli uluslararası örgütlere verilen Ermeni Tasarıları Türkiye’yi ciddi biçimde sarstı.
Bu tasarılar, Ermeni diasporası açısından maliyeti olmayan ve büyük kâr getiren dahiyane bir buluştu. Çünkü hem diaspora bulunduğu üçüncü ülkeler içindeki siyasal etkisini artırıyor, hem böyle bir milli dava onun o ülke içinde asimile olup gitmesine önlüyor, hem de Türkiye büyük sıkıntılara sokuluyordu.
Diasporanın yaşadığı üçüncü ülkeler için de durumun getirisi büyüktü. Çünkü politikacılar el kaldırıp bir tasarıyı oyladıkları zaman hem belli bir seçmen desteğini garanti etmiş oluyor, hem de Türkiye’ye karşı kullanılacak önemli bir siyasal hatta ekonomik koz elde ediyorlardı: Bu tasarıları o yıl geçirmemeye çaba harcamak, Türkiye’den ihale alacak şirketler için çok yararlı bir bonservisti.
1991 sonuna kadar böyle gelindi. O tarihte çok önemli bir olay oldu: SSCB dağıldı ve ikinci Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu. Bu olay, diaspora ve onun yaşadığı ülkelerden oluşan ikilinin yanına bir de bu devletin eklenmesi demekti. Fakat, Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan burada çok farklı bir tavır sergiledi. Ama bundan sonrasını gelecek haftaya bırakalım.