Baskın Oran

Patrikhane’yi ve Lozan’ı Dr. Rıza Nur’dan dinleyelim

Lozan görüşmelerinde İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin uluslararası hukuki durumu hiç tartışılmadı. Lozan’da tek tartışılan husus, Mübadele’yle ilgili olarak, Patrikhane’nin İstanbul’da kalıp kalmayacağı konusu oldu. Rıza Nur’un kaleminden okuyalım.

Bir parça özgüven eksikliğinden kaynaklanan muazzam bir Sevr paranoyamız var maşallah ama bu sefer fırtına çıkartmayı ancak bir bardak suda başarabildi.

Daha çok yeni olduğu için olayı özetlemek gereksiz. İsviçre’de düzenlenen Ukrayna toplantısına Türkiye’yi temsilen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan katıldı. Dünya (ve Ukrayna) Ortodoksluğunun primus inter pares (eşitler arasında birinci) kabul ettiği dinsel makam olarak da İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesinden Ekümenik Patrik Bartholomeos.

Bizde, belli bi çevreyle sınırlı olsa da, bazıları öfkeden çıldırdı. Temelde ve özetle iki şey söylemeye çalıştılar: 1) “Patrik ekümenik filan değildir, Lozan ihlal edilmiştir. İstanbul’da Vatikan gibi bir devlet kurarak ülkemizi parçalayacaklardır”; 2) “Biz Patrikhaneyi zaten İstanbul’dan atacaktık, Batılılar mani oldular.”

Bu ekümeniklik konusu üzerinde fazla durmak gereksiz. Hem daha önce çok yazdım, hem de Yunanistan ve Rusya dışında bütün ülkeler Fener’i Ortodoks dünyasında ekümenik yani evrensel kabul ediyor. AB’nin hukuki referans organı Venedik Komisyonu ve AİHM (“Affaire Patriarcat Œcuménique/Turquie – no. 14340/05”) de dahil.

Zaten, Ortodoks ilahiyatına karışarak, Patrikhane’nin ekümenik olup olmadığını bizim tartışmamız, Müslümanlıktaki Hilafet ve Halife kavramlarının örneğin İtalya’da tartışılması kadar abes olsa gerek.

***

Lozan görüşmelerinde Patrikhane’nin uluslararası hukuki durumu (ekümenikliği) hiç tartışılmadı. Müttefikler Patrikhane’den söz ederken hep “Ekümenik Patrikhane / Patrik” terimini kullandılar, TBMM Hükümeti temsilcileri de bu terime hiçbir oturumda karşı çıkmadılar ve bir gün öncesinin tutanaklarını ertesi gün okuyup imzalarken, bizzat kendi ifadelerinde “Ekümenik/Evrensel Patriklik” olarak yazılmış yerlere dahi itiraz etmediler. Lozan Barış Antlaşması nihai metninde de Patrikhane tek kelimeyle geçmedi çünkü sadece salt bir din kurumu olarak kalacağı müzakerelerde kabul edilmişti.

Kaldı ki, dünya Ortodokslarının en azından merasim açısından üst makamı olan, hatta dünyanın bazı yerlerindeki Ortodoks ruhanîsi atamalarını onaydan geçiren Fener’in bir Türkiye kurumu olarak yaşamasının ülkemize zarar mı yoksa yarar mı getireceği düşünülse fena olmaz.

Bizim kuşağın çok şey borçlu olduğu canım hocam Prof. Seha L. Meray’ın Mülkiye’de yayınladığı 8 ciltlik Lozan tutanaklarında “ekümenik” kelimesinin geçtiği sayfaları vereyim ki bizzat kontrol edebilesiniz: Takım I, C. I, Kitap 1 (s. 187-188, 213, 322-329, 331, 336-341); Takım I, C. I Kitap 2 (s. 194, 220, 240-241, 270-272).

***

Gelelim ikinci hususa. Lozan’da tek tartışılan husus, o da Mübadele’yle ilgili olarak, Patrikhane’nin İstanbul’da kalıp kalmayacağı ve kalacaksa hangi koşullarla kalacağı oldu.

Tam bir ibret-i alem olduğu için, bu konuyu da ilgili komisyondaki TBMM temsilcisi Dr. R. Nur’un kaleminden okuyalım:

“Gerek ekalliyetler işinde, gerek ahali mübadelesinde mühim ve hayati noktalar var, muallâkta kaldı. Aylardan beri askıntıda duruyor. Bir türlü bizim arzumuzu kabul ettiremiyorum. Düşündüm, bir pazarlık payı lazım. Frenklerin zihniyetini okşamalı yani onlara bir yem göstermeli. O da pek kıymetli bir şey de olmalı ki ağızlarının suyu aksın, bunları yola getirebilsin. Bu da Patrik’i ve Patrikhaneyi İstanbul’dan kovmak. Kovmaktan feragat edince bu müspet veriş değil, menfi veriş olur. Tam münasip. Bütün Hıristiyanlık âlemini çalkalayacak bir şey. Sonra bunu almak için istediğim o muallâktaki şeyleri derhal verirler (…). Patrikhanenin tardı bize hükümetçe verilen talimatnamede yok. Akla gelmiş şey değil. Başka çarem de yok ama. Bu noktayı ben dallanmasın diye bizimkiler ve hiç kimseye söylemiyorum. Birgün Ya Allah! deyip Patrikhanenin İstanbul’dan tardını celsede resmen teklif ettim. (…) Tam manasıyla kıyamet koptu”.

Baştemsilci İsmet Paşa’ya ve Ankara’ya danışmaksızın ve tüm Batı dünyasını TBMM Hükümetine düşman edeceğini düşünmeden yapıyor bunu. Çünkü kendisine göre Türkiye’de Türklerden başka unsur ve özellikle de Gayrimüslim bırakılmaması gerekmekte.

Bunu sağlamanın yöntemi de, Gayrimüslimlerin askerlikleri vergi vererek yapmalarını önlemek. Rıza Nur’a göre, bu insanları bu suretle “otuz yılda safra döker gibi dökmek” mümkün:

“Bu hesabı yapıyorum. Bu sebeple bu nokta üzerinde tutundum durdum. Asla sarsılmadım. Beni yerimden sökemediler ve nihayet muvaffak oldum. Hakikaten sulhten sonraki beş yıllık pratik, askerlik çağına gelen Rum, Ermeni ve Yahudilerin ekseriyetle kaçtıklarını gösterdi. Bir asker kaçağı da tabii ceza korkusuyla bir daha dönemiyor. Bin şükür. Bu muvaffakiyetimden pek memnunum (…) Sonra tarddan vazgeçtiğim vakit Frenkler de hatta bizimkiler de şaştılar.”

Bu tıp doktorunun (cerrah), kendi içinde ne çelişkiler yaşadığını göstermesi açısından, özellikle Patrikhane’nin “def edilmesini” isteyenler için şunları da ekleyeyim:

“Meseleyi iyice düşündüm. Halbuki Patrikhane’nin İstanbul’dan gitmesi bizim zararımızadır. Çünkü bu yılan yuvası pençemiz altında durmalıdır. O vakit deliğinden çıkarmayız. Eğer kovarsak Aynoros’a (Yunanistan’a] yerleşir, istediği gibi zehrini saçar. İyi bir koz, fakat tehlikeli oyun. İyi idare etmek lâzım. İdare edip istediklerimizi alarak tardından vazgeçmeli. Bu onlara tarafımızdan verilmiş milyonlar yerine geçecek, keyiflenecekler. Benim istediklerimi de bana sevine sevine verip müşküllerimi halledecekler. Ancak ya tardına razı olurlarsa… (…) Ben Patrik’i def için şiddetle hücum ediyordum ama bir taraftan da kabul ediverirler diye yüreğim hopluyordu.”

***

Bitirmeden önce, TBMM Hükümetini azınlıklar komisyonunda temsil eden bu kişinin kurulacak Türkiye’yi nasıl hayal ettiğine ilişkin olarak, kendisinden iki alıntı daha yapmak yararlı olabilir:

Vatanımızda başka ırkta, başka dilde, başka dinde adam bırakmamak en esaslı, en adil, en hayati iştir (…) Bunları[Boşnaklar gibi, Türk olmayanları] ve keza Kürtleri devamlı bir temsil [asimilasyon] planı üzere ayrı dil ve ırklıktan tecrid etmelidir.

Ve, kitabının sonunda açıkladığı “Türkiye’nin Yeni Baştan İhyası ve Fırka Programı”dan bikaç satır:

Başvekâlete merbut [bağlı] ‘Irk Müdürlüğü’ teşkil edilecektir. Bu daire (…) mebus, vekil, hariciye memuru ve diğer memurların ırklarını tespit edecek, Türk olmayanları çıkaracak[tır] (…) Bu devlette hiçbir ecnebi unsuru yüksek tahsile kabul etmemelidir. Bunlar ilk tahsilden başka bir şey görmemeli[dir] (…) Bu mühim noktaya nitekim İngiltere ve Fransa müstemlekelerinde pek dikkat edip o milletlerin irfanına mani oluyorlar”.

***

Not: Bir köşe yazısında yer yüzünden ancak bu kadarını yazabildim. Çok şey eksik kaldı. Tavsiye ederim, Dr. R. Nur’un eksiksiz bir portresi için Vikipedi’ye tıklayınız. Ayrıca, kendisinin (Atatürk’e de bulaşan) ırkçı ve cinsel içerikli hakaretleri yüzünden yasaklanan kitabını internette “Hayat ve Hatıratım” diye aratırsanız ciltleri sırayla bulabilirsiniz.

Bulabilirsiniz ve düşününce, bu kişinin paranoyasının bugün yani 100 yıl sonra siyasi partiler ve Devlet tarafından nasıl kurumlaştırıldığına şaşırabilirsiniz.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı