“İsteseler de istemeseler de…” türünden bir “yerseniz” üzerine patlak veren bu ucube tartışma fazla uzadı. Üç şeyi açıklığa kavuşturalım da artık bitsin: 1) Erdoğan’ın asıl derdini; 2) Lise öğrencisine Osmanlıca öğretmenin mümkün olmadığını; 3) Bu ucube yerine ne yapılması gerektiğini.
ERDOĞAN’IN DERDİ
Osmanlıca öğretmek falan değil, İslam deyip oy toplamaya devam. Bizzat kendisinden dinleyelim:
“(…) İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca da öğrenilecek ve öğretilecek. Bu dinin bir sahibi var. Sahibi bu dini dünya var oldukça muhafaza edecektir. Bize düşen emanetin hakkını vermektir. Emanetin hakkını verebilirsek mezhepler arası çatışma sona erecektir.” (bkz.)
Üstelik bir de, “Mezhepler arası çatışmayı sona erdirmek” diyerek, “din” dediği Sünniliği, Aleviliği silmek için kullanacağını açıklıyor. Hayret bişey.
LİSELİYE OSMANLICA ÖĞRETEMEZSİNİZ
Olayın sefaletini görmek için Osmanlıcanın tanımından başlayalım: “Türkiye Türkçesinin Osmanlı döneminde yüksek sınıf ve aydınlarca yazı dili olarak kullanılan biçimine verilen ad.” (AnaBritannica, Hürriyet baskısı, cilt 24, s. 329).
Yani Erdoğan, her ağzını açışta saydırdığı “yüksek sınıf” ve “aydın”ların geçmişte kullandığı “yazı dili”ni, bugün şampiyonluğunu yapmak sayesinde yükseldiği alt sınıflara konuşturacak. Bu ikisi nasıl bağdaşıyor?
Bağdaşmadığı için de, Osmanlıca liseli çocuğa falan öğretilemez. Sadece ve sadece, uzman olup arşivlere girecek bir avuç insana öğretilebilir. Bu da ihtiyaca tamamen yeterlidir. 15 yıldır Osmanlıca ders veren sahaf Ethem Coşkun’u dinleyelim (bkz.):
“(…) Hakkıyla Osmanlıca bilmek için biraz Farsça, biraz Arapça bilmek şarttır. (…) Osmanlıcada 18 yazı türü var. Hangisini öğreneceksiniz? Divane mi, rik’a mı, talik mi, sülüs mü, kûfi mi? Bunlardan birini bilmiyorsanız mezar taşını okuyamazsınız.”
OKUMA BAŞKA, YAZMA BAMBAŞKA
“Herkes okur ama yazamaz. (…) Örneğin Arapça ve Farsça kelimeler kendi kaidelerine göre yazılır. Bilmezseniz yazamazsınız. Osmanlıca yazmak için de ayrı bir eğitim gerekir. Okuyan kişi Arapça ve Farsça bilmiyorsa sıklıkla yanlış okuma yapılır. Yazmak için de ayrı bir eğitim gerekir. Osmanlıca bilenler Kuran-ı Kerim’i de anlayamazlar. Bunun için Klasik Arapça bilmek gerekmektedir.”
Devam ediyor, uzun anlatıyor, özetliyorum: Osmanlı alfabesi 31 harften oluşur. Ama kelimenin başında, ortasında ve sonunda farklı yazıldıkları için 93 harf ezberlemek gerekir. Ezberlesen de, yan yana koyarak sadece basılı eserleri okuyabilirsin; o da başlangıç seviyesinde.
Aslında bütün bu uyarıları nakletmek bile gereksiz; malum Nasreddin Hoca fıkrası yeter: Hoca’ya birisi demiş ki, bana bir mektup yazsana. Nereye yollayacaksın deyince, Bağdat’a, demiş. Hoca, oraya kadar gidemem demiş. Adam, sen gitmeyeceksin ki, mektup gidecek deyince Hoca, iyi amma demiş, benim yazdığım mektubu okumak için bizzat gitmem gerek.
Çocukluğumuzda bu fıkrayı, Hoca’nın yazısı eğri-büğrü diye anlatmışlardı. Oysa olay başkaymış: Osmanlıcada yazılı kelimeyi önceden bileceksin ki okuyabilesin. Çünkü yazarken sadece sessizler vardır. Okumak istiyorsan; bunların önüne, arasına, sonuna sesliler koyarsın, hangi sesliyi koyacağını bilmek için de yazarın hangi anlamı kastettiğini ve ayrıca o Arapça ve Farsça kelimenin Türkçe anlamını bilmek zorundasın.
EŞEK YAZIP MERKEP OKUMAK MÜMKÜN
O kadar da değil tabii ama, fazla abartma da sayılmaz. Şapka (^) işaretini uzatma olarak kullanarak birkaç örnek vereyim. (Bunları okurken unutmayalım: Uzmanlardan değil, lise öğrencilerinden bahsediyoruz. Onların neyi okuyup nasıl anlayacaklarını düşünerek okuyunuz):
HKM yazdınız. Okuyacak çocuk bunu 1) hüküm; 2) hakem; 3) hikem (hikmet’in çoğulu) biçiminde okuyabilir. Hatta, genç olduğundan, 4) hâkim ve 5) hakîm (filozof) diye de belki. MDN yazdınız. Bu, 1) medenî; 2) mâdenî diye okunabilir. Hatta, (altın, elmas) madeni diye de. KFR yazdınız. Bu aslında sadece “küfür” diye okunur ama, uzman olmayanlar 1) Kafir; 2) Kefere; 3) Kâfuru biçimlerinde de okuyabilirler.
Birkaç olasılıktan bahsedeyim: 1) Erdoğan bunları bilmeden liselere zorunlu Osmanlıca istiyorsa, vah vah; 2) Bilerek istiyorsa daha vahim, hepimizi ebleh yerine koyuyor; 3) Eğer bütün bu saçmalıklardan eskiye dönüş umuluyorsa, çoktan geçmişler ola. Zaten “yersen” diyenler de biliyor geriye herhangi bir dönüş olamayacağını ama, kitleleri intikamcılığa teşvik ederek oy toplamaktan vazgeçmek zor…
Neden dönülemez, birkaç istatistik: 1923’te okur-yazar oranı yüzde 2,5 idi (Gayrimüslimler dahil!) 1927’de yüzde 10,5’a yükselmişti, 1935’te de yüzde 20,4’e (bkz.). Bugün bu oran yüzde 93 (bkz.).
1729-1928 arasında (yani 2 asırda) 30.000 eser basılmıştı, 1928-2000 arasında (yani 72 yılda) 300.000 tane basıldı (bkz.). Diğer yandan, 1928 öncesi yazılıp da yeni harflerle basılmayan ne kaldı acaba? Ömer Seyfettin? Recaizade Ekrem? Namık Kemal?
TÜRKÇE VAHİM DURUMDA
Sayın iktidar sahipleri, çok meşgulsünüz, biliyorum. MEB’e bağlı bütün okullara “Ölüm nimettir, hayat yükünden kurtulmaktır” (bkz.) diye kitapçık dağıtmakla, her okula ve fuara mescit açmakla (bkz.), ilkokul 1’lere bile zorunlu din dersi kararı aldırtmakla (bkz.), 2003’te 450 olan imam-hatip lise sayısını bugün 952’ye, 71.100 olan öğrenci sayısını da 474.096’ya çıkarmakla (bkz.), “Türkçe felsefe yapılmaz” (bkz. ) diye dili aşağılamakla meşgulsünüz.
Bu arada vakit bulursanız, bir de Türkçe ne durumda diye baksanız? Türkçe felaket durumda. Çığırından çıktı:
Bilgi seviyelerinden geçtim, nema, meta deyip duruyor insanlar, spikerler bile, a’ları uzatmadan. Unvan yerine ünvan diyorlar. Paniklemek veya panik yaşamak yerine panik olmak, şok geçirmek yerine şok olmak diyorlar. Koordineli diyorlar yahu, koordine veya eşgüdümlü yerine! Aklıselim sahibi’ni aklıselim diye sünnet ediveriyorlar da, bin yıllık muhatap’a harf yapıştırıp muhattap yapıyorlar. Onun da sonuna sümük gibi bir t yapıştı, bin yıllık restoran’a restorant, hatta bastıra bastıra res-tau-rant deniyor.
Muhterem büyüklerimiz, İslamcılık yapacağınıza biraz da Türkçe öğrettirseniz? İsim tamlaması ile sıfat tamlaması farkını duyursanız? Utanmadan Sultanahmet Camiisi deniyor. Öğretmenleriniz anlatsalar ya, sıfat tamlamasında malikiyet eki kullanılmaaaz: Mavi Cami. İsim tamlamasında kullanılııır: Sultanahmet Camii (veya, camisi).
Hepsini bırakın, “epey” yani “bir miktar” anlamına gelen o rezil oldukça kelimesi “çok” yerine kullanılır oldu, mevzu kapandı. Allah kahretsin!
-de, -da eklerinden hiç bahsetmiyorum çünkü gözümü kan bürüyor: “İçinde” anlamı taşıdığı zaman bu ekler bitişik yazılır: Masada sürahi var. Özel isim söz konusuysa kesme işaretiyle ayrılır, o kadar: Hasan’da iş kalmadı. “İçinde” anlamı yoksa, ayrı yazılır: Masa da kırıldı, sürahi de. Öğretsenize bunları? Biliyor musunuz, Gayrimüslimler bu kaba hataların hiçbirini yapmıyor, biliyor musunuz?
–ki eki zamir ise bitişik yazılır: Benimki bugün gelmeyecek. Bağlaç ise, ayrı yazılır: Anladım ki gelmeyeceksin.
Türkçe öğrettirmek sizin programınızda yok mu? İsteyenlere Kürtçe öğrettirmek hiç olmaz o zaman.
NEYİ ÖĞRETMEK LAZIM?
İllaki (buradaki “ki” istisnai olarak bitişik yazılır çünkü “illa” tek başına anlam taşımaz; mademki, oysaki, halbuki, sanki de öyledir), evet, illaki Osmanlıca diyorsanız, oturun da, Türkçede kullanılan Arapça bileşik kelimeleri kökünü bulmak suretiyle anlayabilmemizi sağlayın.
Daha geniş biçimi “vezin meselesi” adıyla bilinen bu konunun önemli bölümünü yaşlı babam laf arasında biraz öğretmişti bana: Sülasi. “Üçlü” demektir. Aklınızı başınıza toplayın da bunu tam öğrettirin. Örnekler vereyim:
Temdin etmek. Medenileştirmek demektir; to civilize, civiliser. Sülasi’yi yani sondaki üç sessiz harfi (MDN) aldık, münasip sesliler ekledik, kökü çıktı. Temdin’i bilmeyebiliriz ama medeni’yi biliriz.
Tevkif, VKF, vakıf’tan gelir. Devletin/padişahın şerrinden korumak için, insanlar mallarını tevkif etmişlerdir, tutuklamışlardır, kamuya yararlı hale getirmek suretiyle ellerinde tutmuşlardır. Dinsel bir müessese olduğu için de padişah dokunamamıştır.
Bunları ben Mülkiye’de hocayken ders arasında anlatırdım; talep eden olursa ders notu halinde yollarım.
Tavattun. VTN’yi alın, vatan edinmek, yerleşmek. Mahsub: HSB; hesaba geçirilmiş. Mazbut: ZBT, zaptedilmiş, yazıya dökülmüşüne zabıt/tutanak diyoruz. Meşrut’en tahliye: ŞRT, şartlı tahliye. Meşrutî rejim: ŞRT; şartlı (anayasalı) yönetim. Müselles: SLS, sülasi, üçgen diyoruz artık. Takabbuz etmek: KBZ; kabızlık çekmek. Tebyiz etmek: BYZ; beyaz, temize çekmek. Teslih etmek: SLH; silahlandırmak. Müsellah: SLH; silahlı. (Buradan anlayabiliriz ki; t’yle başlayan kelimeler fiildir, m’yle başlayanlar isim veya sıfattır). Müstekreh: KRH; kerahet’ten, kerh’ten geliyor; hani, kerhen yapmak. Tiksinti verici, demek.
BİRKAÇ PRATİK KURAL
İsterseniz, yukarıdakileri daha iyi anlayabilmek için, yaşlı babamın öğrettiğinin üzerine benim yıllar içinde çıkarsadığım basit-genel kurallara geçerek devam edelim. Yalnız, tekrar söylüyorum, bunlar Türkçedeki Arapça bileşik kelimeleri anlamaya yardım için yazdığım amatörce şeylerdir; bir sürü eksiği, çapağı vardır. Ama fikir verici ve ufuk açıcıdır, orası kesin.
1) Yukarıda söyledik; son 3 sessiz harf (sülasi) alınır, bu genellikle anlamadığımız bileşik kelimenin köküdür ve genellikle bildiğimiz bir kelimedir.
2) Son üç sessizde yan yana iki aynı harf varsa, tek harf muamelesi görür: Tekeffül etmek: KFL; kefil olmak.
3) Sülasi alırken sondan üçüncü harf t ise, dördüncüye atlayın: İhtirab: HRB; harp, savaşmak. Onun için, çıkan sülasiye bazen t eklemek gerekir: İştihar: ŞHR; şöhret, ünlenmek. Bu arada: y sesli harftir; zaten Fransızcada adı igrek=Yunan i’sidir.
Bu sülasi işi fevkalade yararlıdır; Türkçe öğretir. Ben bir “alaylı”dan ibaretim. Kulaktan bu kadarını öğrenebildim. Siz Eyyy İslamcılaştırıcılaaaar, mecburi (CBR, cebir’den) Osmanlıca dersi hayali kuracağınıza oturun da biraz sülasi öğrettirin Türkçe derslerinde. Tabii, öğretmen bulabilirseniz.
Üstelik, çapraz bulmaca gibi eğlencelidir; öğrenci eğlenceli şeyi kolay öğrenir ve hiç unutmaz. Çocukların öğrenmekte olduklarını da nereden anlarsınız, bu kuralları kullanarak espri üretmeye başlamalarından. Alın mesela: teşaşür ve müsakeşe. Ama özellikle ikincinin sülasisini almasam daha iyi!