Baskın Oran

Oslo Türk-Kürt diyalogundan fotoğraflar

Efendim, Türk-Kürt diyalogunun yapıldığı Oslo’da “Resmî ideolojinin sözcülüğü” görevimi başarıyla bitirdim, döndüm, merhaba!

İsterseniz, başından alayım.

Oslo’da beş grup insan vardı: 1) Türkiye’den katılan Türk kökenliler, 2) Türkiye’den katılan Kürt kökenliler, 3) yurtdışında yaşayan Kürt kökenliler, 4) Türkiye dışındaki Ortadoğu ülkelerinden gelen Kürt kökenliler, 5) Yabancılar. Son ikisini bir kenara bırakırsak, esas “diyalog” ilk üçü arasında geçti. Devleti resmî yada gayrıresmî temsil edecek kimse katılmadı.

Diyalog sözcüğünü tırnak içine koymamın nedeni, Kürt kökenli dostlardan bazılarının çok önemli ve değerli konuşmalar yapmalarına karşılık, diğer bazılarının, senin ne dediğini hiç dinlemeden kafalarının içindeki bandın düğmesine basıvermeleriydi.

“Kültürel Haklar” adını taşıyan çalışma grubundaki bildiriyi bendeniz sundum. “Olaya iki taraflı bakmaya çalışacağım” diye başlayarak, söyleyeceklerimi dört başlık altında topladım:

1) Tarihten bugüne Kürt ve Türk kimliği (Devlet entegrasyon yerine asimilasyonu şu şu nedenlerle tercih etti. Şu şu tarihsel, yapısal, politiko-ideolojik ve dış nedenlerle de başarısız oldu)

2) Kürtler açısından kültürel kimlik kazanmanın önemi (Bireye kendisininkinden farklı bir kimlik dayatılırsa, sonuç devlete yabancılaşma ve isyankârlık olur. “Türk” olarak dayatılan üst kimlik bugün artık Kürt kökenli bireyi temsil edememektedir. Yapılacak şey tüm dillerin gelişmesine izin vermek, resmî dili de bilim ve sanat dili olarak geliştirmektir. Bunu yaparken her iki taraf da kan bağına vurgu yapmaktan ve şiddet kullanmaktan kaçınmalıdır. Oysa iki taraf da şiddet kullanmıştır. O kadar ki, şu anda durum Devlet-PKK çatışmasından Türk-Kürt çatışmasına gitmektedir.)

3) Devlet açısından kültürel alt kimlikleri tanımak sorunu (Devletin korkusu: “Kültürel haklar verirsem Kürtler bağımsızlık da ister, ülkem parçalanır”. Acaba? Ulus-devletin artık demode olmaya başladığı bir dönemde, Türk anababalar çocuklarını İngilizce okula yollamak isterken, Kürt anababaların Kürtçe okula yollamak istemeleri ne kadar devam edebilir? Acaba Kürtler, kültürel kimlikleri artık inkâr edilmekten vazgeçilirse,  maddi beklentilerin durmadan yükseldiği bir dünyada eskiden beri Türklerle kız alıp verdiği bir Türkiye’de kalmayı mı ister, yoksa demokratiklik açısından savunulması güç bir PKK’nin yönetiminde ekonomik geleceği kuşkulu bir devlet kurmak mı? Galiba, bütün olay bu soruda saklıdır.)

4) Sonuç: Ne yapılmalıdır, hemen ve kolayca ne yapılabilir (Bazı olumlu gelişmelerin olmadığını söylemek sadece kötümserliği artırır, bu da diyalogu durmadan erteler. Çocuk adları, Kürtçe konuşma, şarkı ve yayın konusunda gelişmeler vardır. Ama radyo ve TV’lerde hâlâ Kürtçe türkü yasaktır, Kürtçe ders almak mümkün değildir, İslam partisine izin vardır ama Kürt partisine yoktur, üstelik şimdi de Yargıtay “Kürt Halkı” deyimini yasaklamıştır. Oysa, Türkiye’nin kurucu antlaşması olan Lozan’ın 39. maddesi Kürtlere açık toplantılarda, özel ve ticarî ilişkilerde, ibadette, her çeşit basın ve yayında (radyo-TV) ve mahkemelerde Kürtçeyi kullanma hakkı vermektedir. İşe bu maddenin uygulanmasından başlanırsa, daha kolay olacaktır. Kürt sorununun çözümü yalnız Kürtler için değil, Türkiye devleti ve tüm Türkler için de çok yararlı ve önemlidir.)

Dinleyicilerden söz alıp konuşanlar arasında üç Kürt kökenli de vardı. Şu anda yurdışında yaşayan bir tanesi “Resmî ideolojinin dile getirilişini dinledik” diye söze başlayarak Türkiye’de Kürtlerin asimile edilmek istendiğini, Kürtçenin kanunla (kaldırılan no.2932) yasaklandığını, devletin terör yaptığını, çocuklara Kürtçe ad konamadığını söyledi.

Onun gibi yurtdışında yaşayan bir tanesi anayasanın tümden değişmesini ve iki tarafın biraraya gelmesini istedikten sonra, PKK’nin terör yapmadığını ifade etti.

Türkiye’den gelen üçüncüsü Lozan Antlaşmasından söz edilmemesi gerektiğini, Türk aydınların anayasaya göz yumduklarını, M. Kemal’in dönemin havasından etkilenmeyip bilakis Hitler’in hocalığını yaptığını söyledi.

Aynı monolog, öğleden sonraki genel oturumda da tekrarlandı. Burada da birisi kalktı, Kemalizm’in ırkçı olduğunu söyledi. Ben tekrar söz aldım:

“Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya, Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim. Kemalizmi çok şeyle suçlayabilirsiniz ama, herhalde ırkçılıkla değil. Eğer kimi Kürt dostlar böyle konuşursa, kimi Türkler onlara bunca zorlukla verdikleri desteği vermeye nasıl devam edebilirler? ”

Bu sözlerden sonra ortalık birden karıştı. Kürt kökenli ve yabancılar arasındaki PKK eğilimliler çok tepki gösterdi. “Tehdit ediyorsun” dendi. Bu sırada söz alan ve “PKK Avrupa’da yaptığı şiddet eylemleri Kürt davasına zarar veriyor” diyen Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan’ın sözleri de “Demagoji yapma” diye karşılandı. “Almanya’da şiddet olduysa, bu Alman devletinin hatasıdır” dendi.

Toplantının sonuna doğru ünlü Hollandalı Kürdolog Martin van Bruinessen söz aldı:

“PKK şiddete başvurmasaydı, Kürt hakları hiçbir zaman gündeme getirilmeyeceği için bugün bu toplantı da olmayacaktı. PKK’nin dışlandığı çözüm de yürümez. Bütün bunlar doğru. Ama PKK şu anda çok tehlikeli bir noktada. Farklı dillerle konuşuyor. Turistik yerleri bombalıyor. Türkiye’de kanunları değiştirecek kurum var ama, PKK’de yok. Bu durumda artık iş Türk-Kürt çatışmasına dönüşüyor. Geçenlerde Ege Bölgesindeydim, Doğu’dan cenaze gelen köyler MHP’ye oy vermeye başlamış. PKK şunu anlamalı: Uluslararası destek istemek ile şiddeti bırakmak ve insan haklarına saygı göstermek elele gitmeli. TBMM’deki reform karşıtları güçleniyor. Kürt kardeşler TC içinde müttefikler ve ortak platform arasınlar. PKK bu davanın tekelciliğini bırakmalıdır.”

Bruinessen o kadar tarafsız ve büyük bir otorite ki, kimse ağzını açıp bişey söyleyemedi. Bu arada belirteyim, kendisinin Türkiye’ye son gelişinde K. Irak’a geçmesine devlet izin vermemiş!

Toplantıdan sonra, Avrupa’da yaşayan çok önemli bir Kürt kökenli dostla asansörde karşılaştık. Şöyle dedi:

“Bazı Kürt arkadaşlardan utanıyorum. Yabancılar diyecek ki, bunlar amma kalın kafalı!”.

“Ben de, sizin gibi adamları Türkiye’ye sokmadığı için, beni yöneten kafa yapısından utanıyorum” diye cevap verdim.

Odamdan tekrar aşağı indiğimde, yine yurtdışında yaşayan bir genç yanıma yaklaştı:

“Hocam, siz kendi diktatörlerinize karşı mücadele edin, biz de kendi diktatörlerimize karşı mücadele edeceğiz” dedi. Güzel laftı.

Neyse, fazla uzattık. Gelecek hafta keyfim yerinde olursa, belki size Oslo’da geçirdiğim  pek hoş bir geceyi anlatırım.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı