Ory’nin kazığı ve müşterinin kuzusu
Oturduğumuz Or-an şehrinde geçen yıl “Ory marketler zinciri”nin bir şubesi açıldı. İzmir’den ablam bugünlerde bizde, akşama bişeyler almak için bugün (25 Mayıs) okuldan dönerken uğradım.
Geçen salı günü (18 Mayıs) yine gitmiştim. Dört marka arasından en ucuzunu seçerek aldığım ananas konservesinin 615.000 lira olan fiyatını kasanın yazdığını görmedim gibi gelmişti bana.
Bugün önce konserve reyonuna gittim. Bir de kuşkonmaz konservesi aldım: 570.000 lira.
Kasadaki hanım kız, ananası optik okuyucudan geçirdi: 745.000. Arkasından kuşkonmaz: 1.030.000 lira. Yani birincisinde 130.000, ikincisinde 315.000 lira kazık atıyor. İtiraz ettim. Hemen mağaza sorumlusunu çağırdı. Adam büyük pişkinlikle:
“Fiyat değişmiş, ama raftakini değiştirmeyi unutmuşuz. Zaten bunların ikisi de aynı firmanın malı!” dedi.
Kasada ödenecek fiyatı değiştirmeyi unutmuyorlar, ama raftakini unutabiliyorlar. Üstelik, bu geçen hafta da en azından ananas için böyleydi. Bir de, utanmadan,
“Niçin bağırıyorsunuz? Bağırmayın!”diye azarlıyor. Çok ilginç. Kazık atan, kazık attığı kişiye suçüstü yakalanınca, özürler dileyeceğine, “Bağırmayın!” diyebiliyor.
Bunun üzerine gittim, aldığım sosları da kontrol ettim, dört sostan birinin fiyatı da öyle çıktı: Rafta 570.000 yazıyor, kasada 755.000 yazdı. Kasa fişinin numarasını da vereyim: 0341. Saat: 18.55. Fazladan aldıkları paraları mecburen geri ödettim.
İşin daha ilginç tarafı, etrafımdaki müşterilere dönüp, “Fiyatları mutlaka kontrol edin, aynı kazığı siz de yiyebilirsiniz” diyorum, sürüyle müşterinin olduğu mağazada bir tek kadının “Ama, fiyat farkı olmamalı” diye mırıldanması dışında, bir tek Allahın kulu arka çıkmıyor. Hatta, suratı insana benzeyen herif-i naşerifin biri ne dedi biliyor musunuz,
“Benim avukata ihtiyacım yok!” dedi.
“Bravo beyefendi, sizi tebrik ederim” dedim.
Müşteriler böyle kuzu (hatta, dört harfli başka bir-iki hayvana da benzetebilirsiniz) oldukça, Ory’ler tamamen haklı! Süpermarketlerde en azından bir malın fiyatını kontrol edin.
Opera’nın imlâsı
20 Mayısta operadaydık. Don Giovanni’yi, orkestra şefi dahil, çok farklı bir ekip oynuyor.
Ben opera deyince, şimdiye kadar hep bir arya derlemesi ile karşılaştım. Bu sefer işin içinde yoğun bir dramatik unsur, yani tiyatro da vardı. Uşak saklanır gibi yapmadı, masanın altına saklandı. Primadonna aryasını bitirdikten sonra gitti, şefin boynuna sarılıp ağladı. Şef de ona sarıldı. Zaten, teker teker herkesin partisyonunu onunla birlikte söyleyen, boynunda da papyonu olmayan bir şef bu.
Bir de, ilk defa gördüğüm çok güzel bişey düşünmüşler: Sahnenin tepesindeki bir kutuda, İtalyanca söylenen aryaların Türkçe sözleri çıkıyor.
Ama, eskilerin deyimiyle, heyhat!
Çünkü yazıların imlâsı A’dan Z’ye bozuk. “Prensip olarak” bütün -de, -da’lar bitişik! “Misin, mısın”lar da keza. Artık biliyoruz, Filmatik denilen şirket alt yazıları böyle yazıyor.
Opera gibi kültürün en rafine olduğu kurum, Filmatik’e mi özendi? En düşük ortak paydada karar kılma olayı, Opera için de mi geçerli olacaktı? Peki, ilk temsilde aceleye gelmiş olsun. Sonrası?
Şamdan’ın güzeli
Hadi, ağzımızın tadıyla bitirelim!
Sabah’ın pazarları verdiği Şamdan dergisinin arka sayfasında “podyumların başarılı mankeni” Gizem Özdilli’nin Erol Atar üstadımız tarafından çekilmiş iki enfes fotoğrafı var. Başlık:
“Savaştı ve kazandı”.
Gizem kızımız “Ankara’dan gelmiş genç ve tecrübesiz bir insan olarak, pek fazla da tanımadığı bu büyük şehirde bir başına var olmanın zorluğunu hemen fark etmiş. İlk yıl büyük zorluklar çektiğini itiraf” ediyor. Yazı şöyle devam etmekte:
“İşte bu noktada da hayatının dönüm noktası olan kişiyle, halen birlikte olduğu ajans sahibi Atilla Kaplakaslan ile tanışmış. Bundan sonra hayatının değiştiğini söylüyor genç manken. Ama, ‘Ben bulunduğum yere dişimle tırnağımla geldim’ diyerek özgüvenini de ortaya koyuyor”.
Amerika’da gazeteciler ülkenin beşinci en zengin adamıyla röportaj yapıyorlarmış. Adam şöyle demiş:
“Ben kardeşim, hayata sıfırdan başlamış bir kişiyim. Önce bir elma aldım, parlattım ve sattım. Ertesi gün iki elma aldım, parlattım ve sattım. Daha ertesi gün, üç elma. Dördüncü gün, yine öyle. Sonra, muhabirin kendine boş boş baktığını görünce eklemiş:
“Beşinci gün, Chicago’daki amcam vefat etti ve bana seksen milyon dolar bıraktı…”
Gizem Kız’ın fıkrayı bildiğini sanmıyorum. Ama, ne olmuş yani? Ben de, bunun bir adının “diş-tırnak” olduğunu bilmiyordum…