Baskın Oran

Mülk böyle kollanıyorsa, yandık

Mülk böyle kollanıyorsa, yandık
Mülk böyle kollanıyorsa, yandık

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ un açıklamaları dikkatle okunmalı.

Eski Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la yaptığı mülakat Milliyet’te 7-8 Ağustos’ta yayınlandı. Konu, Başbuğ’un ‘Terör Örgütlerinin Sonu’ adlı kitabı. Elekdağ çok dürüsttü ve bilgiliydi. Ama Başbuğ için ikinci niteliği kullanamayacağım; eğer birincisini kullanacaksam. Lütfen orijinalini bulup okuyun, “asker zihniyeti” hakkında çok şey öğreneceksiniz. En tipik örneği, “kaçırılan fırsatlar” deyince “ PKK ’yı yok etme fırsatları”nı anlaması. Bir diğeri, büyük bir cesaretle siyaset bilimine girerek konuşması. Biraz siyaset bilimci olduğumdan, biraz da 70 yıla yakındır Türkiye ’de yaşadığımdan, her satırını hop oturup hop kalkarak okudum.

1) Diyor ki: Münferit olaylar olmuş olabilir. Ama Türkiye’de ayrımcılık olmamıştır, yoktur. Dolayısıyla Kürt sorunu da yoktur. Elekdağ soruyor: “Yapılan anketlerde Kürt vatandaşlarımız öyle demiyorlar?” Cevap: “Var dediğiniz zaman, İstanbul ’da yaşayan Kürt vatandaşımızın da sorunu olması lazım.” Bunun doğru olup olmadığı bir yana, doğudaki ayrımcılığı kabul ettiğinin farkında değil galiba. Orası Türkiye’nin üçte biri, yahu.

“G. Afrika gibi olalım”

2) Diyor ki: PKK’nın tasfiye edilebilmesi için iki şey gereklidir: a) Liberal demokrasi, b) Terörle mücadelede bütüncül yaklaşım. Elekdağ soruyor: “Liberal demokrasi anlayışınızı izah eder misiniz?” Cevap: “Devlet, bireyin özgürlüklerinin yani kültürel haklarının önünü açacak. Ama kolektif haklar olmayacak, çünkü bu siyasal hak anlamına gelir. O zaman liberal demokrasinin dışına çıkarsınız.”

Bundan sonra konuşan galiba artık Başbuğ değil, Bilkent profesörü Metin Heper; hemen oraya döneceğiz, Elekdağ soruyor: “Kitabınızda G. Afrika’yı liberal demokrasiye model olarak gösteriyorsunuz. Bu ülkede etnik grupların kimlikleri tanınıyor. Kendi anadillerinde eğitim yapma ve kültüre sahip olma ayrıcalıkları var.” Cevap: “Etnik kimliği resmen tanıdığınız zaman o siyasal bölünme riskine gidebilir. Etnik tanıma G. Afrika’nın anayasasında resmen yer almış mı almamış mı bilmiyorum.” Örnek gösterdiği ülkenin anayasasını okumadan yazmış kitabını.

Daha enteresanı, devam ediyor: “G. Afrika’nın bölünmesini engelleyen iki önemli neden vardır: Hiçbir bölgede bir grup tam çoğunluğa sahip değildir; ekonomi çok entegre olmuştur.” Güzel de, bu ülkede yüzde 80’lik beyaz-olmayanlar nasıl hiçbir bölgede tam çoğunluğa sahip olmaz? Dahası, iktidarda olan bu yüzde 80’in etnik kimliği nasıl tanınmaz? Devam ediyor: “Aynı şartlar Türkiye’de de mevcuttur ve Türkiye’nin bölünmezliğinin nedenlerini oluşturur.” Yine anlamadım. Çünkü ya etnik kimlikleri tanıyan G. Afrika’nın bölünmeyeceğini söylemeyeceksin ya da aynı şartları taşıyan Türkiye etnik kimlikleri tanırsa bölünür demeyeceksin.

“Asimilasyon olmamıştır, yoktur”

3) Elekdağ soruyor: “Asimilasyon politikası uygulanmadığını belirtiyorsunuz. Bunu izah eder misiniz?” Cevap: “Ben bu konuda Profesör Metin Heper’in görüşleri ile aynı paraleldeyim.” Döneceğiz dediğim yere döndük. Devam ediyor: “Asimilasyon hiç olmamıştır. Önemli olan, bireylerin ikincil kültürel kimliklerinin birincil kimliğe baskı yoluyla dönüştürülmemesidir. Bu bazı dönemlerde ülkemizde yaşanmış. Örneğin zorunlu göçe başvurulmuş. Ancak, olay bittikten sonra göç ettirilenler eski yerlerine dönmüşler.”

Güzel de, “göç ettirme” bitmiyor ki: Üç sürgün yasası (1927, 1934, 1960), ardından 12 Eylül’ün köy yakmaları ve milyonların fiilen batıya sürgünü. Elekdağ üsteliyor: “Asimilasyon konusundaki duyarlılık ve iddialar yoğun biçimde süregeliyor?” Başbuğ, “Geçmişte o günkü şartlar altında yapılması gereken şeyler yapılmıştır. Onlara fazla takılmasak daha iyi olur diye düşünüyorum” diyor.

Diyor ve diyecek şey bırakmıyor. Kaynak profesöre gidelim. Prof. Heper, 20.11.2009 tarihli Radikal’de özetle şöyle anlatıyor: Etnisite Teorisi’ne göre bir insan hem birincil kimliğe [herhalde üst-kimliğe demek istiyor; hakim grubun belirlediği nitelikte bir vatandaşlığa], hem de ikincil kimliğe [herhalde alt-kimliğe demek istiyor; bir etnik grup kimliğine] sahip olabilir. Eğer insanlara bireysel/kültürel haklar tanınırsa bir şey olmaz. Ama kolektif/siyasal haklar tanınırsa insanlar ikincil kimliklerini birincile dönüştürme çabasına girebilirler.

Güzel de, “Birincil kimlik vatandaşlıktır; ikincil kimliğe kolektif haklar verilirse birincile dönüşebilir” dediğin anda, ikincil kimlik (Kürt) birincilin (Türk) içinde bulunmuyor demektir. O zaman, nasıl bir millet (Türk milleti) oluyor bu, unsurlarından 20 milyonluk bir tanesini içine almayan?

Olayın Türkçe tercümesi

Çok karışık gibi gözüken bütün olay ne, biliyor musunuz? Birincisi, Başbuğ/Heper’in Türkiye’deki herkesi, aynen “Dağ Türkleri”nde olduğu gibi, “Türk” sayması. İkincisi, Başbuğ’un alıntı yaptığı Heper’in sözünü ettiği “Ethnicity Theory”nin, ABD’deki beyaz-olmayanlar sorununu ırkçılık dışında çözmek için 1920’lerde ortaya atılmış bir “asimilasyon modeli” oluşu. Irk çatışmasının halli için dörtlü bir aşama gösteriyor: 1) Temas kurma, 2) Çatışma, 3) İntibak/Uzlaşma, 4) Asimilasyon. Aslında, ırkçılığın gırla gittiği o dönem için çok ilerici bir teori. Diyor ki: Beyaz-olmayanların aşağılık statüsü ırkla değil, kültürlerinin asimile edilememiş olmasıyla izah edilmelidir. Bu insanlar, beyaza göre eksik olan kültürlerini terk ettikleri zaman eşit olacaklardır.

Artık, ben ne diye anlatayım size Kürtlerin 1920 ve 30’larda kanunla batıya nasıl sürüldüğünü, yerlerine Karadeniz ve Rumeli göçmenlerinin iskan edildiğini, Şark Islahat Planı icabınca Kürt kızlarının Türk aileler yanına verildiğini, 1930’larda Kürtçe konuşanlara para cezası kesildiğini, doğuda Kürtçe isim bırakılmadığını, bugüne gelirsek, geçen haftaki yazımda olanları yaşadıklarını. Prof. Heper/Org. Başbuğ anlatmış anlatılacak her şeyi; ne söylesen bir fazla.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı