Baskın Oran

Milliyetçilik ve Demokrasi

Taha Akyol’un 8 Eylül tarihli Milliyet’teki “Yeni Milliyetçilik” adlı yazısında Devlet Bahçeli’nin demecini okudum: “Bir küreselleşme olgusu var mı, var. Türkiye buna katılmalı mı, evet (…) O halde milli kimliğimizi koruyarak bu yeni dünyada nasıl daha yüksek bir yer alabiliriz?” Devlet Bahçeli bu sorunun yanıtını şöyle aradıklarını açıklıyor: “Bunun için kapsamlı bir bilimsel ve teorik çalışma yapıyoruz”.

Sosyolog Vedat Bilgin ve siyaset bilimci Esat Öz’ün hazırlamakta olduğu bildirilen bu bilimsel çalışmada şöyle bir sonuca varıldığı açıklanıyor:

“Milliyetçilik, demokrasiyi zorunlu kılar”.

* * *

Milliyetçilik ile Demokrasi kavramları arasındaki bağ, ilk kurulduğunda çok olumluydu. İktidarın kendisine Tanrı tarafından verildiğini söyleyen (yani emirlerine hiçbir biçimde itiraz edilemeyecek olan) Kral (XVI. Louis) boynu vurularak öldürülmüştü. Yerine bir otorite gerekliydi. Bu otorite (burjuvazi) artık iktidarı Tanrı’dan aldığını ilan edemeyeceğine göre, mecburen millet diye bir kavramdan aldığını ilan etti. Milliyetçilik ideolojisi böyle doğdu. Artık, (seçen ve seçilenler sadece para sahipleri de olsa) yaklaşık 4 yılda bir iktidarı denetlemek olanağı doğmuştu. Bağ, bu açıdan olumluydu.

Ama olumluluk burada bitiyordu. Gelelim, niye bittiğine.

Milliyetçilik, vatandaşın sadakatinin millet ve onun temsilcisi olan devlet’ten başka herhangi bir yere gitmesini kesinkes yasaklar. Bu nedenle çoğulculuk değil, tekilcilik ve hatta tekelcilik’tir. Milliyetçilik rüzgarlarının egemen olduğu bir ülkede vatandaşın “ulusal çıkar”  denilen kavramın dikte ettiğinden başka bir biçimde düşünmesi bile düşünülemez. Derhal “vatan haini” ilan edilir.

Bu durumda bütün mesele kalmaktadır, bu ulusal çıkar’ın (UÇ) nasıl belirlendiğine. UÇ ne yazık ki demokratik süreçlerle, tartışarak ve bir oydaşma sonucu saptanmaz:

1) Milliyetçilik olağanüstü toplumsal koşulların (savaş, devrim, karşı-devrim, bunalım, vs.) duygusu ve ideolojisidir.

2) Daha önemlisi, “Milli Birlik ve Beraberlik” ve “Milletin ve Devletin  Bölünmez Bütünlüğü” gibi birinci sınıf UÇ sloganları söz konusu edilmişse, bunlar ya dış’la ilgili olarak dile getirilmiştir, ya da iç’le.

Dış’la ilgiliyse, pek bir sorun yoktur. Ülkesinin parçalanmasını kimse istemez. (Gerçi bu durumda da genellikle ortaya çıkan “ülkenin dış dünyada en üstün olması” isteği değil, başka ülke ve ulusların yerin dibine batması isteğidir. 19. Yüzyıl sonunda emperyalistlerin yaptığı,  milliyetçilikten ibarettir. Hitler ve Mussolini gibiler sonuç olarak birer milliyetçi kahramandırlar ama, geçelim).

İç’e gelince. Bu sloganlar ne yazık ki genellikle iç’le ilgili olarak dile getirilir. Aslında, bu da fazla sorun çıkarmayabilir, ama bir şartla: “Kamu Çıkarı ve Yararı” olarak anlaşılması şartıyla. Eğer “kamu” sözcüğü yerine “devlet” sözcüğü konmuşsa, siz de teşhisinizi hemen koymalısınızdır: Birtakım insanlar, milliyetçilik kelimesine sığınarak, birtakım gizli-saklı çıkarların peşinde koşuyorlardır ve bu çıkarlar da çok büyük olasılıkla kamu çıkarıyla taban tabana zıttır.

İşte bunun için, böyle durumlarda her şeyden bahsedilir, demokrasiden bahsedilemez. “Kamu Çıkarı” biçimde değil de “Devlet Çıkarı” biçiminde anlaşılan, “Ulusal Çıkar edebiyatı” yapan bir milliyetçilik, demokrasinin antitezidir.

Milliyetçilik adının telaffuzu bile her türlü demokrasiyi önlemeye yeter de artar. Çünkü lider tahakkümünü kolaylaştırır. Çünkü “vatan elden gidecek” gerekçesiyle tüm farklı düşünenleri, hatta farklı görünenleri, hatta hatta sokakta farklı giyinip dolaşanları, uzun lafın kısası “azınlıkları” tek bir potada eritiverir. “Birlik”ten anladığı budur.

Ve bu, sadece bitakım karanlık adamların işine yarar.

* * *

Fazla teorik kaçtı, korkarım. Bir örnekle yumuşatalım:

Bir otomobil kazasında 1) uzun süredir aranmakta olan bir mafya lideri, 2) bir milletvekili, 3) bir de polis müdürü, kaçak makineli silahlarla yakalanmıştır.

2 ile 3’ün, “1” gibi birisiyle ne yapmakta olduğu araştırılırken, mafya liderinin büyük bir milliyetçi olduğu ortaya çıkar. Kendisi “Milli Birlik ve Beraberlik” uğruna hayatını ortaya koymuş, “Milletin ve Devletin Bölünmez Bütünlüğü” için içerde solculara, dışarıda ASALA’ya kurşun atmıştır.

Olay orada derhal biter. Kapatılır. Ne soruşturmalar işler, ne mahkemeler. Çünkü UÇ bunu gerektirmektedir. Burada artık UÇ’nin ne olduğu tartışılamaz; o tartışılmaz bir kavramdır.

Aslında, pek kimse farkında değil ama; bu olayın esas vahameti, “1”i savunanların gerekçe olarak Ulusal Çıkar’ı değil; “Devletin Çıkarı”nı öne sürüyor oluşlarıydı! “1”, “Devletin Çıkarı” için kurşun atmıştı. Yani, daha UÇ kavramı icat edilmediği tarihlerde, mutlakıyetçi krallık  döneminde kral emrinin tartışılmasını önleyen kavram olan “Hikmet-i Hükümet”! Uluslararası deyimiyle: Raison d’Etat!

* * *

Şimdi bu bilimsel ve teorik çalışmayı bekliyorum. 1969’dan beri yalnızca milliyetçilik hakkında okuyup yazan bir akademisyen olarak, yepyeni şeyler öğreneceğimi hissediyorum.

Heyecanlıyım.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı