Baskın Oran

Milliyetçiliğin sağı, solu…

Bülent Ecevit’in fikirlerine yakıştırılan bir  niteleme olarak şu sıralarda “Sol Milliyetçilik” terimi sık sık kullanılmaya başlandı.

Milliyetçilik gibi çok karmaşık bir kavramın burada birkaç paragraf içinde dibini bulmak benim haddim değil. Ama şu kadarını söyleyebilirim:

Türkiye’de durmadan “yurtseverlik” kavramıyla karıştırılan milliyetçilik, bir değil, üç anlam taşır: 1) İnsanın mensup olduğu millete yönelik hissettiği duygu; 2) İnsanları “millet” denilen bir kavram etrafında kenetlemek için ortaya atılmış bir ideoloji 3) Bu ideolojinin bu duyguyu yönetmeye başladığı noktada ortaya çıkan bir toplumsal hareket.

Birincisi (duygu) yurtseverlikle yakından bağlantılıdır ve insanın içinde vardır.  Kim özlemez çocukluğunun sokaklarını, komşularını. Kim istemez kendi vatandaşlarından birinin dünyaca övgüye değer bir iş yapmasını.

Ama ikincisi (ideoloji), özellikle azgelişmiş ülkelere “anti-komünizm” anlamında empoze edilmiştir ve bu açıdan bir Soğuk Savaş terimidir. Ör. Milliyetçi Çin-Komünist Çin ayrımı.

Oysa, tüm ömrünü Amerika’nın maşalığına adamış bir Çan Kay-şek mi milletine daha düşkündür, yoksa ABD kadar SSCB’yi de dışlamayı temel stratejisi yapmış bir Mao Zedong mu, orası belli değildir.

Milliyetçilik Türkiye’de de anlamından saptırılmıştır. Anti-komünizmin yanısıra, “mukaddesatçılık” anlamına da gelir.  Egemenliğin kaynağını “Tanrı” olarak saptayan mukaddesatçılık, bu  kaynağı “millet” olarak saptayan milliyetçilikle nasıl aynı şey olabilmektedir, orası belli değildir. Anlaşılan, ikisi arasındaki ortak payda, gene, anti-komünizmdir.

Ayrıca, ABD küstürülecek diye hem 1974’te Kıbrıs Çıkartmasına, hem de afyon ekiminin tekrar başlatılmasına karşı çıkan Alparslan Türkeş mi daha milliyetçidir, yoksa “Yabancı Sermayeye Paydos” yada “Milli Demokratik Devrim” sloganı bağrışan “komünistler” mi, orası da pek belli değildir.

Bugün, sosyal demokrat, yani “solcu” kabul edilen Ecevit’in milli değerlere sahip çıktığı, yani bir “Sol Milliyetçi” olduğu söylenmektedir. Bu da  doğrusu benim anlamakta çok zorlandığım bir konudur.

Bugün karşımızda, “Kürt Sorunu” deyimini kabul etmeyen, bunun adına “Güneydoğu Sorunu” diyen ve meselenin yalnızca ekonomik (yörenin azgelişmişliği) olduğunu ileri süren bir Ecevit bulunmaktadır. Yani, Türkiye bütçesi beş yıllığına yalnızca güneydoğuya harcansa ve burası âbâd edilse, Kürt Sorunu ortadan kalkıverecektir, öyle mi? Peki, insanların açlıktan akın akın terkettiği Doğu Karadeniz’de bir Laz Sorunu niye yoktur?

Durun, bitmedi. Ege’de en basit bir bar hesabı ödemekten yada ağılda keçiye “tecavüz” edilmesinden parlayıp Türklerle Kürtlerin küçük çapta meydan muharebelerine yol açan Kürt Sorunu neyin nesidir, bu bir   bölge gerikalmışlığı sorunuysa?

Bu yaklaşımla, bir kimlik olarak Kürtleri dışladığına göre, Ecevit yalnızca Türklerden oluşan bir milletten söz etmektedir ki, bunun da adı milliyetçilik değil, bölücülüktür. Bugünkü Türkiye’de milliyetçi terimini, ancak, Türkiye’yi oluşturan tüm grupları bu ülkenin ortak değerlerinde gönüllü olarak birleştirici bir politika izleyecek olana layık görmek gerekir. Bu ortak değerler de ancak sınırsız özgür bir tartışma ortamı sayesinde ortaya çıkabilecek değerlerdir.

“Kürt sorununa askerî değil, siyasal çözüm gerekir” iddiasının anlamı da, anlamamakta ısrar edenlerin kulağına soka soka söylüyorum, herşeyden önce bu sınırsız özgür tartışma ortamıdır.

Bugün, Ecevit’in  partisi DSP aldı başını gidiyor. Aynen MHP gibi. Aynen RP gibi. Acayip bir benzerlik. Peki neden?

Dürüst olmasına dürüsttür ama, DYP’nin yükselmesi Ecevit’in dürüstlüğünden değil herhalde. Yoksa, “Mürcümekçi” RP’nin ayvayı yemesi gerekirdi. Peki, bu üç partinin yükselmesi neden?

Tek bir ortak neden var: Kürt milliyetçiliğinin batıya durmadan yolladığı, üstü ayyıldızlı bayrak örtülü tabutların yarattığı büyük tepki.  Ecevit bundan yararlanmaya çabalıyor.

Yalnız, bunu yaparken, Yaşar Kemal’i de “yurt dışında Türklüğün itibarını düşürmek”ten DGM’lere ihbar ediyor. Aynı ihbarın, hem de aynı dergide yazdığı bir yazı yüzünden (Der Spiegel) yıllar önce bizzat kendisi için yapıldığını ve bu yüzden de 12 Eylül döneminde 2 ay 27 gün hapse çarptırıldığını unutarak!

Şimdi, benim Latincem bu kadar karışık şeyleri anlamaya yeterli değil. Bi anlatın bana, Türkiye’nin en solcu yazarlarından birini devlete (üstelik, nâhak yere) ihbar eden Ecevit’in neresi solcu, Türkiye’nin en az beşte bir nüfusunu ortak değerler dışına süpürüp atan Ecevit’in neresi milliyetçi, neresi “Solcu Milliyetçi”?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı