Baskın Oran

“Milliyetçi solcu” kardeşlerimle söyleşi

483 sayılı Aydınlık’ta (22 Eylül) Türkiye’nin kimi affedilmez hatalarını sergilemiş, bunların Türkiye’yi:

1) İnsanî duygular, Yunanistan, ayrıca uluslararası kamuoyu önünde küçük,

2) Uluslararası mahkemeler karşısında da suçlu duruma düşürdüğünü söyleyerek, utancımı belirtmiştim.

Ertesi sayı dergide okuyucu mektubu yayımlanan İTÜ’lü bir öğrenci arkadaşım “Bu herif yine herşeyi karıştırmış” dedikten sonra, Kıbrıs’ta bir sivil Rum’un Türkiye’den yollanan Bozkurtlar tarafından linç edilmesi olayını ve bir diğerinin direğe tırmanırken tüfekle boynundan vurulmasını milliyetçilik adına savunuyordu.

Çünkü, birincisi, linç sırasında “mantık diye birşey yok”tu ve “herşey bir anda olur ve biter”di, ikincisinde ise adam Türk bayrağını indirmeye çalışıyordu. Oysa “Dünyadaki bütün güvenlik güçlerinin en önemli görevi, ulusunun bağımsızlığını, vatanının bütünlüğünü simgeleyen bayrağını gerekirse canı pahasına korumak”tı.

Kıbrıs Türk yönetimi bu iki ölüm hakkında hiçbir soruşturma açmadığı halde, Rum yönetiminin bir Türk askerini vuran Rum subayını soruşturma sonucu tutuklamasını ise, benim yaptığımın aksine övülecek ve ders alınacak bir eylem bulmuyor, “daha doğal bir şey yoktur” diyerek karşılıyordu.

Avrupa İnsan Hakları Divanı’nın Türkiye’yi köy yakmaktan suçlu buluşundan utanç duyuşum konusunda ise, İTÜ’lü öğrenci arkadaşım, “Ben bundan sizin niye utanç duyduğunuzu anlamadım” diyordu.

(Sayın arkadaşım, bir de, Batı Trakya Türklerinin milletvekilliğine Yunan parti listelerinden seçilişinin, bu ülkedeki yüzde 3 seçim barajı yüzünden olduğunu bana bu arada öğretiyordu. 349 sayfalık Türk Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu kitabımda bunu bilmediğim için yazamamıştım. Bu vesileyle kendisinden öğrendim, şükran duydum, derhal yeni baskıya ekleyeceğim, kendisine de dipnot vereceğim, çok teşekkürler ederim).

Hepsi güzel de, “bu herif”, biraz cahillikten biraz da vatan hainliğinden, bu yazısında da herşeyi karıştırmaya devam etmeye kararlı.

Çünkü, üçüncü sivil Rum da vuruldu. Güpegündüz, salyangoz toplarken ve sırtından (Yeni Yüzyıl, 14 Ekim). İki gün sonra da, “otopsi sırasında üstünden boğma teli ve avcı bıçağı çıktı”ğı açıklandı.

Çünkü, Fener Rum Patrikhanesi’ne el bombası atıldı (Cumhuriyet, 1 Ekim).

Çünkü, 27 ve 28 Eylül tarihli Hergün gazetesi “Ermeni Oyunu” diye manşet atarak, Ermeni Patrikhanesi’nin kapanmakta olan cemaat okullarını yaşatmak için cemaatten bağış toplamasını “Türkiye’ye karşı sinsi hainlikler” olarak ilan etti. Şimdi “birileri” buraya bomba atmazlarsa, daha önce yaptıkları gibi camlarını kırarak içeri insan pisliği atacaklar.

Çünkü bu herif,  bu türden “eylem”lerin milliyetçilikle değil, “yabancıya küfrederek milletini yüceltmeye çalışmak” gibi bir kafakarışıklığıyla, hem de Türkiye’yi iyice uluslararası kuyunun dibine iten bir kafakarışıklığıyla ilgili olduğu kanısını taşıyor…

Bu herif, konuda artık daha fazla bişey söylemeyecek.

O söylemeyecek. Ama, “eksiyle eksinin çarpımı artı yapar” gibi matematik bir umutla, o kafaları daha da karıştırmak için, SBF’de gelecek ay doktorasını verecek asistanlardan Melek Fırat’ın “Türk Dış Politikasında Çokyönlülüğe Geçiş Süreci” adlı tezindeki bikaç bulguyu aktaracak.

Melek, “Sonuç” bölümünde (s.180) şöyle diyor:

“Türkiye’de çokyönlü dış politika arayışı ilk olarak solcu aydınlar arasında son derece çekingen bir biçimde başladı. Dış politika geleneksel olarak partilerüstüydü ve soldan gelecek radikal bir eleştirinin büyük tepki uyandırması kaçınılmazdı.

“[1964’ten sonra] Kıbrıs sorunu, sol üzerindeki bu ambargoyu kaldırdı. Artık başta ABD olmak üzere Batı’yla ilişkileri eleştirmek ‘komünist’ yada ‘vatan haini’ olmayı gerektirmiyor, tam tersine, milliyetçiliğin bir gereği sayılıyordu. Ancak, Batı’yla ilişkileri eleştirebilmenin önkoşulu, Kıbrıs konusunda resmî görüşü benimsemek, bu alanda ‘milliyetçiliği’ kanıtlamaktı.

“Bundan dolayıdır ki, Türk solunun kendisi de bu süreçten etkilendi, anti-emperyalist söylemi milliyetçi söylemle kaynaştırarak milliyetçi çizgiler kazandı. ”

İnsan, kendini çoğu zaman başkalarının tahlillerinden yakalar.

Bu gerçek, “milliyetçi solcu”larımız için de geçerli midir, o bilinmez.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı