Biz milli onuruna düşkün milletiz. Baskıyla bir şey yaptırılmaktan hoşlanmayız. Ama zaman zaman elimizde olmayan durumlar oluyor. Garanti Antlaşması md. 4’e dayanarak, “Bozulan anayasal düzeni yeniden kurmak” amacıyla 1974’te Kıbrıs’a çıkıp soydaşlarımızı kurtardık. Kurtardıktan sonra, ordumuz, milli onuru korumak için orada kaldı. Loizidu adlı bir Rum kadın, kuzeyde bıraktığı mallarına ulaşmasını Türk askerleri engelliyor diye bir dava açtı. 1998’de AİHM 700 bin dolar tazminata hükmetti. Bunu, muhatap kabul edilmeyen KKTC değil, adada ordu bulunduran Türkiye ödeyecekti.
Milli onura aykırı bu durumu reddettik. Çünkü “işgalci güç” olduğumuzu kabul etmiş olacaktık. Yüzde 8 faiz işlemeye başladı. 2003’te, faizleriyle birlikte 1,12 milyon avroya ulaşmış tazminatı bir çek halinde Bn. Loizidu’ya takdim ettik. Mallarının mülkiyeti de kendisinde kalmak üzere. Geride daha 20 milyar avroluk tazminatın beklediği hesaplanıyor. Bunun üzerine bizim Dışişleri yedi yıl uğraştı, şimdi bir Komisyon kurduk AİHM’ye gitmeden ödemek için. Zararın neresinden dönsen kârdır. Kendi göbeğimizi kendimiz kesip kurtulduk. 1974’te B. Britanya Dışişleri Bakanı Callaghan’ın yaptığı kehanetin saatini de durdurduk: “Şimdi Kıbrıs sizin tutsağınız. Yakında siz Kıbrıs’ın tutsağı olacaksınız”.
1934’te yazılan kitap
Batı Trakya kitabım için 1975’te Cenevre’de araştırma yaparken, C. A. Macartney diye birinin Oxford’da 1934’te basılmış “Ulusal Devletler ve Ulusal Azınlıklar” diye bir kitabına rastladım. Fotokopisini çektim onun da. Barış antlaşmalarında insanların vatandaşlığını sağlama alan hükümlerin önemini anlatırken bir örnek veriyordu. s. 392’den çeviriyorum: “Türkiye antlaşması vatandaşlıkla ilgili hüküm içermiyordu. Sonuç şu oldu: Türkiye, Ermeni azınlıklarının büyük bölümünden kurtuldu. (…) bunu [1915’ten] hayatta kalanları terörize edip kaçmaya zorlayarak, ayrıca 23 Mayıs 1927 tarihli bir yasa çıkararak yaptı. Bu yasa, Türk makamlarına, ‘milli mücadeleye katılmayarak o sırada Türkiye dışında kalan ve 24 Temmuz 1923 tarihi ile bu kanunun çıkarıldığı tarih arasında yurda dönmeyen Osmanlı vatandaşlarını TC vatandaşlığından çıkarma yetkisi’ veriyordu. Türkiye mülteci Ermenilerin dönme taleplerini sürekli reddederek vatandaşlık almalarını engelledi. Bu zavallılar şu anda sefil bir durumda, sığınmacı olarak, Milletler Cemiyetinin verdiği Nansen pasaportlarıyla yaşam sürdürüyorlar.”
Asıl önemlisi, kitabın vardığı sonuç. s. 448’den çeviriyorum: “Türkiye şu anda tehlikeli Rum ve Ermeni azınlıklarından kurtulmuş bulunuyor. Bunu yaparken (…) itibarını mahvetti ve ekonomik-mali hayatını felç etti. Yaptıkları, her açıdan kendisine çok pahalıya mal oldu. Aşikârdır ki Türkiye hâlâ yarı-çılgın bir milliyetçiliğin pençesindedir. Kendine geldiğinde, bir Rum’u öldürmenin bir Türk’ü eğitmekten daha kolay olduğu üzerine kafa yorması gerekecektir.” Özellikle bu son cümleyi o tarihte anlamadım. Tekrar tekrar okudum, Türklüğe hakaret ettiği kanaatine vardım ve sinirlendim.
Geçen gün bir akrabamla konuşuyoruz. Epeyce okumuş biri. 1915’te Ermenilerin geride bıraktıkları ve gerek mütegallibenin gerekse devletin el koyduğu mallardan laf açılınca şöyle dedi: “Mısır’da malları olan Türklerin alması gereken tazminatlar ne olacak?” Cevap verdim: “Goley. Ermenilerinkine mahsup ederiz”. Başka ne deseydim? Çünkü iş 1915 rezaletine varacak, diyecek ki: “Balkan Savaşından perişan halde kaçmış Müslümanlar ne olacak?” Ermenileri Balkan Savaşı bozgunundan nasıl sorumlu tuttuğunu sorsam, bu sefer şu gelecek: “Kızılderilileri soykırıma uğratmış olan devletler bizden nasıl hesap sorarlar?” Kolay değil, milli onuru koruyor.
21 düvele posta atıyoruz
Eskiden Türkiye herkesle kavgalı diye dövünürdük. “Sıfır problem” işi çıkıp başarılı bir uygulama başlayınca övünmeye başladık. Galiba nazar değdirdik; yine Şekil 1’e dönüyoruz. Şimdilik olmak üzere, Ermeni tasarılarını geçiren 21 düvelle kavgaya girişmiş vaziyetteyiz. Bunların içinde ABD var. O ABD ki, 22 Nisan 2009’da Zürih’ten gelen “Protokollerde mutabakat sağlandı” haberini yetiştirince, Başkan Obama 24 Nisan’da pek önem verdiğimiz bir işi yapmış, “jenosit” kullanmamıştı. Kendisini resmen iğfal etmiş vaziyetteyiz. Her yılın aynı günü, gözlerimizi Başkanın iki dudağına dikişimiz milli onurumuzu zedelemiyor.
Bunların içinde İsveç var. O İsveç ki, AB’de “sert çekirdek” Almanya ve Fransa’nın egemenliği oluşmasın diye Türkiye’nin alınmasını destekleyen “farklı” ülkelerin en önemlisi. Sırada İngiltere’nin ardından İspanya var. İkisi de Türkiye’yi AB’ye isteyen gruptan. Katalanlar İspanya meclisine 7 Mart’ta bir tasarı sundu. 1915’in “insanlığa karşı suç” olarak tanınmasını istedi. Bugün geçmezse, yarın geçer. “Sıfır problem” dış politika mı, sıfır dış politika mı, yoksa Şamar Oğlanı mı belli değil.
Milli onur nasıl korunur
Erdoğan hep koruyor: “Atalarımız soykırım yapmış olamazlar”. Şimdiye kadar çok akıllıca işler yapmış olan Davutoğlu koruyor: “Türk halkı Hrant Dink’e de sahip çıkan bir halk. Aynı şekilde bir Türk Ermenistan’da ölseydi Ermenistan o Türk’e bu kadar sahip çıkar mıydı?” Başbakanımız devam ediyor: “Türkiye’de kaçak çalışan yüz bin Ermenistanlıyı sınırdışı edebiliriz”. Yani hiç sıkılmadan İkinci Techir öneriyor. Ayıptır, günahtır, zulümdür. Acaba, Macartney’nin yazdıklarının ışığında, milli onurumuzu bugüne kadar böyle korumanın sonuçlarını bir oturup düşünsek de, bu sefer farklı bir şey söylesek: “Osmanlı döneminde savaş içinde çekilen acılar için derin üzüntümüzü ifade ediyoruz. TC kurulmadan yaşanan bu felaketten sorumlu olmadığımız halde, aynen Düyun-ı Umumiye borçlarını ödeyişimiz gibi, Osmanlı vatandaşı Ermenilerin bıraktığı emlaki sembolik de olsa resen tazmin ederek dostluğumuzu göstermek istiyoruz.”
Acaba, ABD gibi ülkelerde “jenosit” denmesin diye lobi şirketlerine her yıl ödemeye abone olduğumuz milyon dolarlardan ve Kıbrıs’ta ödeneceği hesaplanan 20 milyar dolardan fazla mı tutar? Bunu desek acaba dünya kamuoyu bizim için “Ver-kurtul yaptılar” mı der, yoksa “Büyüklük göstererek diasporanın şahinlerini işsiz bıraktılar” mı der?
Biz milli onuruna düşkün milletiz. Baskıyla bir şey yaptırılmaktan hoşlanmayız. Acaba kendi irademizle kendi göbeğimizi kessek, “milli onursuzluk” mu yapmış oluruz?