Baskın Oran

Melekler erkek midir, dişi mi?

Türkiye’de “sol”un bir bölümü AB karşıtlığında kararlı gözüküyor. Kafalarındaki iki temel korku şöyle: 1) “AB’ye girersek egemenliğimizi yitireceğiz”; 2) “AB de emperyalisttir”.

Birincisi açısından; egemenliği yitirmek, ulusal egemenliğin bizden kopması ve gidip başka bir ülkeninkine eklenmesi anlamına geliyor.

Tam bir 19. yüzyıl mantığı. O dönemde emperyalist işgal sonucu böyle oluyordu. Oysa, Türkiye’nin AB’ye girmesiyle, o kolektif egemenliği kullanacak yaklaşık 30 ülkeden biri de Türkiye olacak.

Bunu anlamadım diyenlere iki çok farklı biçimde anlatmaya çalışayım:

  1. a) Bu problem 1789’dan önce de çıkmıştı ortaya. O dönemde yepyeni bir rejim kurulacak, yani iktidar aristokrasiden burjuvaziye geçecekti. Bunun için bütünleştirici bir “merkezî irade”nin oluşturulması gerekiyordu. Ama bireyler kendi “bireysel irade”lerinden (özgürlüklerinden) fedakarlık yapmaya niyetli değillerdi.

İşte burada J.-J. Rousseau meseleyi felsefi temelde halletti. Bireysel iradeler, Rousseau’nun ortaya attığı “Genel İrade” kavramına devredilecekti ve yeni rejim bu sayede kurulabilecekti ama, bireyler bunu yapmakla kendi bireysel iradelerinden vazgeçmiş olmayacaklardı. Çünkü bu Genel İrade, yapacağı yasalarla, hepsini temsil edecekti. İşte, AB ile onu oluşturan devletler arasındaki ilişki de, bugün bundan ibaret.

  1. b) Bu felsefi yaklaşımı ağır bulacak daha genç okurlarım için şöyle anlatayım: Bugün Türkiye’deki AB karşıtlarının kafasında, egemenlik açısından bir “kes-yapıştır” (cut & paste) modeli ve dolayısıyla korkusu var. Kes-yapıştır’da, malum, kestiğin şey kestiğin yerden kaybolur. Oysa burada söz konusu olan, bir “kopyala” (copy to) komutundan ibaret.

***

İkinci korkuya gelince. “Yeni Emperyalizm”, “Yeni Sömürgecilik”, vs. gibi terimler bile kullanmadan her şeye emperyalizm dersen, bu kavramı sulandırmaktan başka bir iş yapmış olmazsın. Sulandırılmış kavramlar da tahlil için kullanılamaz. Geçen hafta yazmıştım, tekrar etmeyeceğim. Çok daha basitini söyleyeceğim: Tut ki, AB en domuzundan emperyalist. Emperyalist olsa ne olacak olmasa ne olacak?

Anlatayım: Türkiye gibi Stratejik Orta Boy ülkeler ancak denge ortamında nefes alır. Bizans, Osmanlı, hep buna çabaladılar. Bu hayat-memat kavgasında dengenin kapitalisti-komünisti, İslamcısı-Allahsızı, vs. vs. olmaz. Önemli olan, denge ortamı sayesinde “devletin göreli özerkliği”nin inşasıdır. Ancak bu gerçekleştikten sonradır ki; rejimlerden rejim seçebilme, alternatifler yaratabilme, sorunlara sınıfsal açıdan bakabilme, vs. mümkün olur.

Zaten 240 milyar dolar borcun var, zaten ABD her açıdan tekel kurduğu için denge nanay, neyi tartışıyorsun? AB emperyalist midir değil midir tartışmasının, yeniçeriler Topkapı’dan dalarken Ayasofya kilisesinde sürüp gittiği söylenen “Melekler dişi midir, erkek mi?” tartışmasından farkı ne? Bu söylem, ABD’yi nispeten temize çıkarmak dışında ne işe yarayacak?

Üstelik, “AB emperyalisttir!” deyince, mecburen arkasından: “Ne ABD, ne AB, Bağımsız Türkiye!” gelecek; nitekim afişlerde aynen böyle yazıyor. Enver Hoca’nın Arnavutluğu bağımsızdı, biz de olabiliriz…

***

Hiç beklenmedik biçimde, iki büyük felaket Türkiye için iki büyük nimet yaratıverdi:

  1. a) 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler olayı sonucu AB’nin İslamcı terörden ödü koptu.
  2. b) 20 Mart 2003 Irak işgali sonucu AB’nin parçalanmaktan ödü koptu. Çünkü hiçbir stratejik boyuta sahip olmadığı için, kriz bölgesine hiçbir biçimde ulaşamama âcizliği onu böleyazmıştı.

Bu iki felaket sayesinde AB’nin gözünde Türkiye birdenbire büyüdü. Çünkü birinci korkudan kurtulmak için Demokrasi ile İslam’ın bağdaşır olduğunu kanıtlaması, ikincisinden kurtulmak için de kriz bölgelerine ulaşacak bir stratejik yapıya acilen kavuşması gerekiyordu.

Her ikisinin de çözümü, Türkiye’yi almaktan geçiyordu. İşte o zaman, tarihinde ilk defa, Türkiye’yi almaya karar verdi. Bu kadar basit. Biz ise oturmuş, meleklerin cinsiyetini tartışıyoruz. Hem de, aynen bizdeki küçük burjuvalara benzer vaziyette, AB’deki küçük burjuvaların da sınıfsal korkular yüzünden “referandum” diye tutturdukları bir sırada. Bir “Seçkinler Projesi” olan AB’nin, “Ekmeğimi Müslümanlarla mı paylaşacağım!” diye çemkirmeye başlayan kitleler tarafından dönüştürülmeye çalışıldığı bir sırada.

***                                                                                                                      Şimdi, hazretler başlamazsa şaşarım: “Sen bizi bu sefer de AB’nin paralı askeri yapmak istiyorsun!”.

Tabii ki bu zihniyet bunu sorduracak. Hayır kardeşim, söylediğin hiçbir anlam taşımıyor, çünkü ABD seni stratejik olarak kullanmak istediği zaman sen Washington karar mekanizmasının içinde yoksun, ama Bruxelles karar mekanizmasının içinde olacaksın. Rousseau’sundan bilgisayarına bütün bunları niye anlattık?

Not: Rahşan ve Bülent Ecevit bu hafta, ayrı ayrı, manşetlere çıktılar. R. Ecevit “Din elden gidiyor” dedi, B. Ecevit de “İsmet Paşa bana otuz beş yıl önce söylediydi, Atatürk ona demiş ki, fırsat bulduğunuz an Musul’u alın, demiş. Hadi alalım” dedi. Birinci söz, “Rahşan elden gidiyor” diye yorumlandı. İkincisinin mümkün olan en efendice tahlili ise 04 Ocak tarihli Radikal’de Tarhan Erdem tarafından yapıldı. Bence, kendi iyilikleri için, bu çiftin acilen müşahede altına alınması lazım…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı